Çan Çiçekleri (+18)

由 YamurYilmazlar

404K 52.6K 124K

"Değerli Çan Çiçekleri, Elbette, ekilen her tohum bir gün çiçek verir. Tıpkı size olduğu gibi." Anya ❁ 更多

ÇAN ÇİÇEKLERİ GÜNCESİ
попутчик.
заводила.
авось.
тоска.
встрепенуться.
баюкать.
листопад.
бытие.
Друг.
подруга.
Аня Белов.
Гавно.
задушевная беседа.
враг.
голое тело.
дикость.
нежно любимый.
матрёшка.
болезнь.
Война и мир.
темнота.
слава богу.
ревность.
спасать.
мечта.
наказание.
Кто ты?
Влюблённость.
любовь навсегда.
успешность.
заблуждение.
папа.
разбитый.
Прощай Кайтак.
отецm.
семья.
локон.
пороша.
смекалка.
незнакомец.
одиночный.
волк в овечьей шкуре.
аксель.
колеса шанса.
сон на.
Cóлнце.
эпилог.

день рождения.

6K 775 1.2K
由 YamurYilmazlar

Değerli Çan Çiçeklerim,

Nasılsınız?

Bu soruyu böyle bir dönemde soruyor olmak bile garip geliyor. Nasıl olabiliriz ki? Nasıl iyi olabiliriz? Deniyoruz gülümsemeyi belki ama içten gelmiyor hiçbir mutluluk. Göğsümüzde anlamsız bir boşluk var, dolduramadığımız..

Yaşadığımız kayıplar ile kaybolduk bizlerde. Bir telefon uzaklıkta olan bir arkadaşım artık toprağın altında. Onun gibi olan binlerce insanımız var. Yazdığım satırları belki de okuyanlar vardı ve bu satırları görmeyecek olmalarını düşünmek istemiyorum, arkadaşımın bir gün hikayelerim kitap olursa göremeyeceğini düşünmek istemiyorum. Cennet var ise umarım hepsi hak ettikleri o güzel yerde, mutlu bir şekilde istedikleri okuyarak bir sulhun içinde yaşıyorlardır. Bizim için gülümsüyorlardır değil mi? Sadece gülümsesinler artık. Lütfen.

Geride kalanlar ise.. Bir gün geçer mi bilmiyorum ama umarım her şey daha katlanılabilir olur hepiniz için. İhtiyacınız olan tüm güç sizi bulsun, tek dileğim bu.

Başımız sağolsun.

Halkımız sağolsun.

Biliyorum yaklaşık iki aydır bölüm gelmedi ama bu bölüme 350 oy ve 2000 yorum yapabilirsek çok sevinirim. Çan Çiçeklerini hatırlayanları görebilmem için. İyi okumalar dilerim hepinize^^

bana ulaşabileceğiniz yerler ;

instagram: aurora_mensis

instagram: can_cicekleri

Anya Belov instagram: anya_belovv

Aleksei Ivanov instagram: aleksei_ivanovv

twitter: auroramensiss

#çançiçekleri hashtagi ile twitter'da düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Bölümleri okurken hikayenin içinde yaşamanız için Spotify Çan Çiçekleri çalma listesini (Cry of Bellflowers) dinlemenizi öneririm.

Kullanıcı adım: aurora mensis

Önceki Bölümden...

"Merhaba baba." Yıllardır ona böyle seslenmemiştim. Dudaklarıma yabancıydı bu kelime.

"Bileğimi burktuğumu, üç hafta içinde iyileşeceğimi ve müştemilattan taşındığımı sana bildirmek istedim. Tüm bunları birkaç dakika içinde unutacağını bilsem de hayatımdan seni çıkarmadan önce bunları bilmen gerektiğini düşündüm." Sesim ilk defa onun istediği gibi dümdüzdü kelimeler dudaklarımdan çıkarken.

"Ve özür dilemek istedim baba. Senin hayal ettiğin bir çocuk olamadım ben, bu dünyaya gelirken annemi elinden aldım. Seni canını çok yaktım değil mi? Ama tüm bunları bilerek yapmadım ben. Bilerek hasta olmadım, bilerek annemin ölmesine sebep olmadım. Sadece doğdum, olması gerektiği gibi doğdum. Yine de özür dilerim."

"Ama sen de özür dilemelisin baba. Tek suçu doğmak olan bir çocuğa babalık yapmadığın için özür dilemelisin. Onu bu dünyada yalnız başına bıraktığın için özür dilemelisin. Hastalığına ilaç olman gerekirken onu evlendiğin üvey anne ile birlikte daha kötü yaptığın için özür dilemelisin. En çok da onun hayallerini engellediğin için özür dilemelisin."

"Ben artık yoruldum. Annem de gökyüzünde yoruldu. Bir gün benim gözlerime gerçekten bakacaksın, benimle ilgileneceksin diye beklemekten yorulduk o rutubetli soğuk su akan müştemilatta. Kirill benim babam olmuşken, buşka bana annelik yapmışken seni görememekten yorulduk."

"Bu yüzden artık veda etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hayatımda hiç olmasan da hoşçakal demek istedim sana." Boğazım kelimelerin ardından düğümlenirken onun gözlerine doğru yeniden baktım. "Umarım bir gün annem ile yaşadığın o mutluluğu yeniden bulursun ama ben bunu görmek için burada olmayacağım. Annem de olmayacak çünkü o benimle geliyor. Arkada bıraktığı çocuğuna senin yerine gökyüzünden bakıyor."

Bu kelimelerin ardından gökyüzü sanki beni duymuşçasına büyük bir çağın ile kaplanmıştı. Ardından hızla akan yağmur damlaları yanaklarıma doğru akmaya başlamıştı. Benim yerime ağlayarak göstermişti varlığını annem. Babamın gözleriyse ilk defa duygusuz değildi, dudakları hafifçe aralanmış bana doğru bir adım atmıştı. Ben ise geriye doğru gitmiştim, daha fazlasına ihtiyacım yoktu artık. Yıllardır içimde biriken bu yağmur ile sinilip gidiyordu gökyüzünden.

"Hoşçakal baba."

İşte bu bizim vedamızda, bize ait bile olamayan.

36. BÖLÜM

"Değerli Çan Çiçekleri,

Karanlık gecenin ardından doğan umuda sarılmış güneş için."

Hozier- Swan Upon Leda

Zoe Saldana- The Songcord

Lana Del Rey- A&W

Lizzy McAlpine- ceilings

Sadi Jean- Locksmith

-Değerli Çan Çiçeği'nin Güneşinden-

27 Kasım 1999

Saat: 02.24

Saat:02.25

Sonbaharın kışı kucaklamaya başladığı zaman gelip çatmıştı. Kışa hazır olan değerli çan çiçeği ise doğmaya hazırdı artık. Dokuz ay olmuştu, iki yüz yetmiş üç gün ve yedi saat. Onu kucaklamaya hazır olan güneşi kalbinde taşıyan annesi sabırsızca hastane yatağında yatıyordu karnını okşayarak. Yorgundu annesi ama dudaklarında bitmek tükenmeyen bir gülüşü taşıyordu. Ne de olsa kışın aksine tüm gücüyle var olan çan çiçeğine kavuşacaktı.

"Uyuman gerekmiyor mu sevgilim?" dedi çan çiçeğini en az onun kadar bekleyen kocası. En az güneşi kadar sabırsız olsa da onu yorgun, porselen bebekleri andıran beyaz bir ten ile görmekten hoşlanmamıştı. Gülüşünün var olmaya çalıştığı bu çehre onu tedirgin etmişti.

"O gelene kadar uyuyamam. Yeteri kadar beklemedik mi hem?" dedi güneş eşini görmezden gelerek. Aynı zamanda eşinin elini çiçeklerinin var olduğu karnına doğru götürdü. "Baksana ne kadar hareketli, bizimle tanışmak için sabırsızlanıyor."

"Biz de onunla tanışmak için sabırsızlanıyoruz. İki yüz yetmiş üç gündür bunu bekliyoruz solnyshko." dedi eşi ona güneşi olduğunu tekrar hatırlatarak. Sıcak kahve gözleri güneşinin çehresinde durmadan geziniyordu kelimelerin arasında, aynı zamanda çocuklarını birlikte seviyorlardı. "Ama sen dinlenmiş olmazsan, ikinizi de daha çok yormuş olacaksın."

Güneşi bu konuda eşine hak veriyordu. Yine de bunu kabul edemeyecek kadar inatçıydı, hem zaten içinde taşıdığı heyecan ile nasıl uyuyabilirdi ki? Sanki beş yaşındaydı ve Rusya'daki evlerinde noel babayı hediyesi için bekleyen Anastacia'ydı.

"O özel bir çocuk. Bunu şimdiden hissedebilirim, tıpkı senin gibi." dedi güneş uyumaktan kaçınarak eşi yanına yatsın diye yer açarken. Eşi ona karşı çıkacak olsa bile güneş ardında saklayan gri gözlere karşı gelemezdi, hızlı atan kalbi buna izin veremezdi. Bu yüzden usulca onun yanına yattı, elinin üstüne takılı olan seruma dikkat ederek narin ama bir o kadar güçlü olan bedeni kollarının arasına aldı. En sevdiği sandal ağacı kokusunun kaynağı olan saçlara burnunu daldırdı derin bir nefes almak için.

Bu kokudan vazgeçemezdi. Sonsuza dek burada yaşamalıydı güneşin eşi.

"Şimdi daha hissediyorum." dedi güneş olduğu yerden memnun olduğunu mırıldanarak. Sesi yorgun çıksa da mutluydu her zamanki gibi.

"Ben de. Artık küçük çocuklar gibi yerimizde zıplamadığımız için memnunum." dedi eşi birkaç saat önce güneşin yaşamış olduğu heyecanı anımsayarak. Ne de ona eşlik etmişti, her zaman edecekti.

"Ne yapmamı bekliyordun ki? Ona kavuşmamıza saatler kaldı, en sonunda çan çiçeğimizi göreceğiz." dedi güneş bakışlarını eşine çevirerek. Eşi de dediklerine katılarak başını sallamıştı alnına küçük bir öpücüğü de bırakarak.

"Biliyorsun, onu şimdiden hayal edebiliyorum. Tıpkı aylar önce onu rüyamda gördüğüm gibi olacak. Bana benzeyen upuzun dalgalı saçlar ama rengi benim solgun sarılarımın askine canlı bir Sibirya çam ağacının kahvesi gibi olacak. Dudakları ve burnu beni andıracak ama daha net, daha çok olacak ayrıntılar. Tıpkı bir Matruşka bebeği gibi, ona baktıkça daha fazlası ortaya çıkacak." Titrek bir nefes aldı güneş ardından eşinin gözlerine bakışlarını kilitledi.

"Gözleri... Gözleri ise sana ait olacak. En sevdiğim yeri olacak o gözler, bakmaya doyamayacağım." dedi güneş uykulu bir ses ile mırıldanarak.

"Onunla tanışmış gibi konuşuyorsun yine." dedi eşi dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasını engelleyemezken. Ondan önce hiç gülümsemeyen bu adam şimdi durmadan böyle kıvrılan dudaklara sahipti. Hayat ne garipti, ne umut doluydu bu umutsuz evrende. Mucizeler bir anda beliriveriyordu bir gülüşün içinde.

"Onunla tanıştım çünkü. Rüyalarımda olmuş olması gerçek olmadığı anlamına gelmiyor." İnatçı bir çocuğu andıran ruhu yeniden ortaya çıkmıştı güneşin.

"Peki o zaman neden adını hala söylemiyorsun? Bir karar verdiğini biliyorum, buna ortak olmam gerekmiyor mu?" dedi eşi önceki konuşmalarını anımsayarak.

"Anneannesi ona koyduğum ismi biliyor. Tıpkı onun bana koyduğu ismi benim babuşkamın bilmesi gibi." dedi güneş bu konuda inat ettiğini bilerek.

"Birkaç saat sonra bunu öğreneceğim için seni gıdıklayarak zorlamayacağım." dedi eşi kollarının arasında olan eşini hafifçe kollarıyla hapsederken. Elini güneşinin karnına koyduğunda ise küçük kızları yeniden tepki vermişti, küçük bir tekme ile varlığını vurgulamıştı babasına.

"Sen olduğunda her zaman daha heyecanlı oluyor. Babasının kızı olacak gibi değil mi?" dedi güneş elini eşinin elinin üstüne koyarak. Kelimelerinin eşini ne kadar gururla okşadığını bilmeden tüm bunları dile getirmişti. Babasının kızı. Bu öylesine güzel kelimelerdi ki... Geriye kalan tek dileğiydi, eşi gibi onu sevecek birinin daha olması. Onun kanında ona ait olan bir mucize.

"Beni sevmesine ihtiyacım var." dedi kelimelerini zorla seçerken güneşin eşi.

"Seni şimdiden çok seviyor. Benden bile çok sevecek, bunu biliyorum. İlk görüşte sevgi, bunu şimdiden görebiliyorum." dedi güneş tüm parlaklığını kelimelerine dökerek. Kelimelerinin sonu mırıldanarak çıkmıştı, eşi ise yorgunluğa yenik düştüğünü anlamıştı. Doğumdan önce iyi bir uyku çekebilmesi için aşina olduğu altın sarılarını okşamaya başlamıştı. Güneşi ise saniyeler içinde uykuya dalmıştı. Bunu bilerek eşi de gözlerini huzurla kapatıvermişti.

Birkaç saat sonra...

Huzur neredeydi? Nereye kaçıp gitmişti onları bırakarak? Neden tüm bunları gerçek olmasına izin vermişti? Hayat, mucizeleri verirken nasıl geri alırdı acımasız bir katilin soğukluğuyla?

Her şey bir anda olmuştu. Güneşinin çığlıkları uykuları bölünmüştü, bedenlerinde yer alan kana ait ıslakları farketmişlerdi. Bu kan güneşe aitti, kıvrılarak bebeğine tutunmaya çalışan güneşine. Hayatta kalmak için çabalayan solgun güneşine. Yaşlı gözleriyle çığlığa andıran bir fısıltı çıkmıştı dudaklarından.

"Kurtar çiçeğimizi. Yalvarırım kurtar onu."

Güneşin eşi anlamakta zorlanıyordu. Neler oluyordu? Neden birini kurtarmak gerekiyordu? İkisini de iyi olmayacak mıydı? Bir seçim yapma anı ne zaman gelmişti? Hemşireler ve doktorlar içeri girdiğinde kelimeler buğulu bir tünelin sonunda gelircesine boğuktu. Kulağındaki çınlama ise güneşinin elini tutmak dışında hiçbir şey yapamamasına sebep oluyordu.

Dakikalar içinde gidilen ameliyathane, kontrol altına alınamayan bir kanama. Kelimeler netti ama anlaşılamıyordu. Doktorlar ve hemşireler çabalıyordu bir şeyler için ama güneşin eşi üzerine zorla giydirilen hastane önlüğü ile güneşinin elini sımsıkı tutuyordu. Islak gri gözlerinden hoşlanmadığını belli ediyordu tedirgin yüzüyle.

"Çatma kaşlarını. Onun için yaşaman gerekiyor." dedi güneşi zorla mırıldandığı kelimeler ile. Ona karşı çıkmak istese de kelimeler boğazında takılarak güneşine bakmıştı adam. Uykuya dalmasını izlemişti, ağzına tutulan narkoz ile. Son kelimelerini duyuvermişti bir fısıltı altında.

"An-ya. O-nun için ya...şa."

Çiçeklerinin ismini öğrendiğini anlayamamıştı adam, sadece eşinin elinin tutmaya devam etmişti. Tekrar gözlerini açacağı anı beklemeye karar vermişti. Bu an ise bir türlü gelmemişti. Bu an ikisinin elleri arasından çekip alınıvermişti sanki. Doktorun kolları arasında duran küçük bir beden olduğunu biliyordu adam ama gözlerini eşinin yüzünden ayıramıyordu. O griler ona bakacaktı yeniden? Öyle değil mi?

"Sağlıklı bir kız çocuğunuz oldu." Hemşire, doktorun kolları arasında duran bebeği ona doğru uzatmıştı. Adam ise sadece eşine bakmaya devam etti.

"Beyefendi..."

"Eşim. Eşim iyi mi? Eşime yardımcı olun. Eşim gözlerini açsın. Eşime yardımcı olun."

Kelimeler bir tekerleme gibi kendini tekrar ediyordu. Her seferinde daha büyük bir acı ortaya çıkıyordu hecelerin içinde, harflerin arasından sızan kanlar vardı. Br bıçak ile deşilmiş büyük bir yara vardı. Onun küçük bedenini kolları arasına almayacağını anlayan doktorlar sonunda bu durumdan vazgeçmişlerdi. Zorla karanlık koridorda yalnız başına kalana dek onun ameliyathaneden dışarı çekip çıkartmışlardı.

"Eşime yardımcı olun. Eşim gözlerini açsın. Eşime yardımcı olun."

Boş koridorda yankılanıyordu cümleler, ellerinden damlayan kan kadar gerçekti her şey.

Tanrı, tanrı tüm insanlığın ortasında bunu nasıl yapardı güneşine? Kanlar içinde kalan ameliyat önlüğüne bakarken koridora yığılmıştı güneşin eşi tüm gücünü kaybederek. Ellerinde var olan kaybı görebiliyordu, ona tutunmak istese de çıkartmışlardı dışarı. Hiçbir şeyin gerçek olmadığını söylemek istiyordu kendine ama gerçekti değil mi?

Güneşi.

Güneşi solmuştu. Bir daha doğmamak üzere batmıştı.

Peki o zaman gün nasıl doğacaktı? Nefes nasıl alacaktı parçalara ayrılmış eş? Nasıl gözlerinin içine bakacaktı eşinin geride bıraktığı sessiz varlığa? Görebildiği tek şey güneşinin kanlı bedeniyken o sessizliği nasıl kucağına alacaktı?

Ölüm.

Ölüm çok daha kolaydı yaşamanın yanında.

Ölüm.

Ölüm, bir adamın şifası oluvermişti.

Ölüm.

Ölüm, dileği olmuştu arkada kalan bir daha atmayacak olan kalbin.

Annesinin öldüğünü bilerek sessiz doğan Anya ise kimseyle tanışamamış, babasını da kaybetmişti doğduğu an, sebep olduklarının yükü yorgun omuzlarına binerken bir kez bile ağlamamıştı yeni başladığı ölümle dolu hayatında.

Ölüm.

Ölüm çok daha kolaydı yaşamanın yanında.

Değil mi Anya'sını geride bırakan solan güneş?

-Günümüz-

İki haftadır kulağımda yankılanan bir ses vardı.

"Bir adım daha istiyorum senden Anya."

"Hadi."

Ona istediği o bir adımı verebilmek için kaşlarımı çatarak derin bir nefes aldım. Ardından tüm bedenimin çığlık atmasını hiçe sayarak ileri doğru ittim sakatlanan bacağımı. Ağırlığımı üstüne vermeyerek denemiştim bu adımı ama sanki bir taşı kaldırıyormuş gibi zorlayıcıydı her şey. Tanıdık ve bir o kadar yabancı hisse yenik düşmemek için nefesimin kesilmesine izin verdim.

Bir adım için.

Bir küçük adım için değil mi?

İstediğim gibi ilerlemiyordu hiçbir şey. Tanıdık gelmeye başlayan yeni bir duygum daha vardı artık bu adım sayesinde. Öfke. Buşkanın kütüphanesinde tüm kitapları yere atmak istediğim kadar taze bir öfke. Aleksei'nin beni izleyen çan çiçeklerine bakmak istemeyeceğim bir öfke. Öfke. Damarlarımda akan kanın sıcaklığını hissetmemi sağlıyordu.

Bir adım için.

Buzların üstünde nefes alan Anya için bir adım mı atmam gerekiyordu? Peki bu bir adım nasıl sağlıklı bir insana dönüşmeme yardımcı olacaktı? En başa döndüğüm hissinden nasıl kurtulacaktım bir adım sayesinde.

Bir adım.

Güvenerek attığım bir adım ile kayacaktım değil mi? Peki buna olan inancım neden her geçen anda daha da azalıyordu, göremediğim ilerleme sayesinde her şeyi geride bırakıp neden çekip gitmek istiyordum. Tabi ki de bunu yapamazdım, adımlarımı benim için bekleyen biri varken bunu yapamazdım ama belki de ilk defa küçük bir çocuk gibi oturup ağlamak istiyordum. Dünya'nın adalet olgusunun işleyişi hakkında uzun bir nutuk çekmek istiyordum insanlara.

Tüm bu düşüncelerim arasında bir adımı atmıştım bedenimden yayılan keskin çığlıklara rağmen. Ardından başarılı olduğumu düşünen insanları hiçe sayarak bedenimi yere bırakıvermiştim derin ama tükenen nefesler ile. 

"Gidebilir miyim?" dedim fizyoterapistimin gözlerine bakışlarımı çevirirken.

"Harika bir iş çıkardın Anya, gidebilirsin." dedi fizyoterapistim yere yığıldığımı hiçe sayarak belki de pozitifliğini korumak için. Ardından bugün bileğim için neler yapmam gerektiğini bana tekrar anımsatarak bir gün sonra tekrar görüşeceğimizi iletti. En azından bir gün buraya gelmeyecektim, bunu duymak bile nefes alışverişimi rahatlatmıştı. Fizyoterapistim kapıyı açıp beni gözlerine bakmak istemeyeceğim insan ile bırakırken bakışlarımı bileğimden çekmemiştim. Çan çiçeklerine görmek istemiyordum, yorgundum.

DıkDık DıkDık DıkDık.

O ise bu isteğimi hiçe sayarak yanıma doğru eğilmişti. Bedenime dokunmayan bedeni tenimin karıncalanmasına sebep oluyordu, küçük bir çocuk gibi oturup ağlayabilme isteğim ise her geçen dakikada daha da artıyordu.

"Bana bakmayacak mısın Aya?"

İkizler ile konuşuyormuşçasına kelimeleri yumuşaktı Alek'in. Yüzüme bakan çan çiçeklerinin sıcaklığını hissedebiliyordum ama sadece omuzlarımı silkmiştim. Kelimeleri kullanmak için halim yoktu.

"Hadi ama bana bakmak istemiyor musun? Özlemedin mi çan çiçeklerini?" dedi omzuma hafifçe omzunu değdirdiğinde. Ardından bedenimi bacakları arasına hafifçe çekivermişti, güçlü kolları arasında daha da kırılgan hissetmeme sebep olmuştu.

Tabi ki özlemiştim çan çiçeklerine bakmayı, bu zorlu iki haftanın tek güzel yanı çan çiçekleri ve yanımda her daim olan sevdiğim insanlardı. Sadece anlayamadığım belki de utanç diye adlandırabilecek bir duygu vardı kendi yorgun gözlerimde. Aleksei benimle her fizyoterapiye geldiğinde başaramadıklarımı düşünüyordum. Kırılıyordum kendime, böyle güçsüz olmasını kaldıramıyordum bedenimin. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı hissediyordum. Böylelikle çan çiçeklerinden kaçmaya başlamıştım, onları görmedikçe hayal kırıklığını da göremezdim.

"Anya." dedi Alek bu durumdan hoşlanmadığını ismimi söyleyerek belli ederken. "Hadi güzelim, baksana bana." Araya serpiştirilen sevgi kelimesiyle bakışlarım istemsizce onu buluvermişti. Çan çiçekleri ilkbaharda güneşin sıcaklığıyla açmışçasına parlaktı. Güçlü bacaklarının üstünde duran bacaklarım iki yana doğru ayrılmıştı. Bedenim tamamiyle kucağındaydı artık.

DıkDık DıkDık DıkDık.

"Merhaba Anya Belov." dedi dolgun dudakları yukarı kıvrılıp bir eli çenemi kavradığında.

"Merhaba Aleksei Ivanov." dedim tıpkı onun gibi karşılık vermeye çabalayarak.

"Benden neden kaçmaya çalıştığını söylemek ister misin?" Kafamı hızla salladığımı gördüğünde diğer elini de uzatarak yüzümü tamamen elleri arasına aldı. Hareket edemeyerek sadece ona bakmaya başlamıştım dudaklarım mühürlü bir şekilde. Parmak boğumlarında var olan morlukları ise bir anlığına o sırada görmüştüm. Ne olmuştu? Neden öyleydi elleri?

"Hadi ama benimle konuşmayacak mısın?" Düşüncelerimin arasında var olan bir sesti bu.

"Söyleyeceklerimden hoşlanacağına emin değilim." diye mırıldandım.

"İlişkilerde anlaşmazlıkların olması doğal değil mi? Sırf bu yüzden aramızın bozulmayacağını emin olabilirsin." Söylediklerinde samimi olduğu biliyordum ama kelimeleri kullanmak zorlayıcıydı. Yıllardır yanlış anlaşılan bir insanın kararsızlığıydı içimde yer alan bu dürtü, belki de fren. Ne zaman anlaşılmak kolay olmuştu ki? İnsanlar ne zaman görebilmişti beni ben olarak?

"O zaman ellerinde var olan yaraların ne olduğunu bana söylemek ister misin?" dedim kendimi engelleyemezken.

"Birlikte kayamadığımız için spor salonuna gidiyorum ve kum torbasını yere yığılana kadar yumrukluyorum." Kelimelerin arasında ellerinde var olan yaraları parmaklarım buluvermişti. İyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.

"Kayman gereken zamanda kendine mi zarar veriyorsun yani? Bu anlaşamayacağımız bir konu Alek." dedim kaşlarım hafifçe çatıldığında.

"Öyle mi? Peki sen neden yürümen gerekirken kaşlarını çatıp yerde oturmayı tercih ediyorsun? Bu da anlaşamayacağımız bir konu değil mi?" dedi masum bir soru sorarmışçasına.

"Çünkü...ben yürüyemiyorum." Yanaklarımın öfkeyle kızardığını hissedebiliyordum, şu an karşımda bir kum torbası olmasını dileyecek kadar.

"Yürüyorsun. Sadece istediğin kadar hızlı ilerleyememek seni öfkelendiriyor. Halbuki bundan yıllar önce geç öğrenmekten korkmayan küçük bir Anya ile tanışmıştım ben." Geçmişe doğru gülümsediğini görebiliyordum.

"Bana o günü hiç anlatmadın." dedim bu konuyu açtığında her gülümseyişi hatırladığım için. "İkimizin o güne ait anıları birbirinden çok daha farklı."

"Anlatmadım mı? Peki o zaman okumak ister misin?"

"Ne?" dedim kelimelerine anlamayarak.

"O güne ait kelimeleri okumak ister misin?"

"Sen... sen günce mi tutuyorsun?" dedim şaşkınlık olduğuna inandığım bir duygu ile. Kollarının arasından hızla çıkıvermiş, geriye doğru kaykılmıştım. Gözlerim selektör görmüş bir kunduz gibi açılmıştı.

"Tıpkı senin günce tuttuğun gibi?" dedi çan çiçeklerinden haberdar olduğunu bana yeniden anımsatarak.

"Ama neden?"

"Bir neden mi olmalı kelimeleri kağıda dökmek için?" dedi dudakları yukarı doğru kıvrılırken.

"Okumak istiyorum." Derin bir nefes aldım. "Yani eğer izin verirsen çok okumak istiyorum."

"O zaman gidelim."

Daha ne olduğunu anlayamadan değneklerimi bir koluna geçirmiş, montumu üstüme giydirmiş ve beni bacaklarımın altından tutup havaya kaldırmıştı. Kollarım güçlü omuzlarında duraksadığında birbirimize ne kadar yakın durduğumuzu fark etmiştim. Gözlerime dokunan çan çiçeklerinden kaçmayı denemiştim ansızın. Buza sarılı temiz kokusunu ise bu anda içime çekmiştim.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Aleksei ise ne yaptığımı anlamışçasına beni kendine daha da yakınlaştırmıştı. Onun yorulmayacağını bilsem sonsuza dek burada kalabilirdim. Ne de olsa düşüncelerimin sustuğu, kalbimin konuştuğu yerdi Alek benim için artık.

Kalp atışlarımın arasında hastaneden insanların bakışları altında dışarı çıkmış ve tanıdık arabasına birlikte binivermiştik. Ona sormak istediğim onlarca soru olmasına rağmen dışarıya doğru bakışlarımı çevirmiştim ve tanıdık bir müziği açtığını fark etmiştim. Birlikte ilk kaydığımız besteydi bu, notalar kulağımda yankılanırken birlikte gerçekleştirdiğimiz set zihnimde canlanıvermişti.

"O günlere geri dönmek istiyorum." dedim kelimeler dudaklarımdan hızla çıkarken.

"O günlerden daha güzel günlere sahip olacağız, neden geçmişe dönesin ki?" Gözlerini yoldan ayırmadan sanki gelecek yakınmış gibi konuşuyordu.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Alek?"

"Şu ana dek yanıldığımı gördün mü Aya?" Görmemiştim, haklıydı. Aleksei Ivanov'un başaramadığı hiçbir şey yoktu bu hayatta ama denklemin içinde benim de olduğumu unutuyordu. Anya Belov onun gibi değildi, zorluklar her zaman arkasında ve önünde yer alıyordu. Yine de ayakta duruyor olması bile mucizeydi bazen.

"Bu aralar iyi bir ruh halimde olduğuma emin değilim." dedim düşüncelerim gittiği noktayı fark ederek. "Elimden geldiğince Verda'nın dediği gibi olaylara pozitif bakmayı deniyorum ama bu pozitiflik penceresi insanı daha da yorgun kılabiliyor. Sonuçta karanlık ortasında bir ışık aramak her daim daha zorlayıcı."

"Öyle tabi ki ama bu pes etmen için yeterli bir sebep mi? Yıllardır ne kadar düşse de ayağa kalkan Anya için bu ufak bir tümsek sadece."

"Ufak mı? Tümsek mi?" dedim hala şiş duran bileğimi ona doğru hafifçe kaldırırken. "Buna ufak mı diyorsun sen? Yürüyebilmek bile kilometrelerce koşmuş hissettiriyor."

"Yani? Kilometrelerce koşamayacağını bana söylüyorsun?"

"Koşacağımı biliyorum ama aynı zamanda küçük bir çocuk gibi ağlamak istiyorum." diye mırıldandım kollarımın göğsümde kavuştururken.

"İstiyorsan senin için ağlayabilirim." dedi Aleksei sanki havadan sudan bir çözüm sunuyormuşçasına.

"Bunu en son Deniz bacağını ağaç evine vurarak denemişti, güzel bir deneyim değildi. İnsanların benim için ağlamasından hoşlanmıyorum. Sadece ağlarsam bir şey düzelir ve rahatlarmışım gibi geliyor bazen. İçimde birikenler gözlerimden akabilirmiş, bunu yapamıyorlar olmak ise beni daha da öfkeli bir insana dönüştürüyor. Hangi insan doğduğunda bile ağlamaz ki? Dünya'ya geldiğini neden duyurmak istemez? Ciğerlerini test etmek için neden çığlık atmaz? Belki de annem yüzünden. O hayatı geride bırakırken, gelmek istememişimdir."

"Yani? Hangimiz dünyaya gelmek istiyoruz ki zaten? Bir simülasyonun içinde yer alan varlıklarız hepimiz. Yanlışlıkla bir yumurta ve sperm aynı yolda kesişiyor. İstemediğimiz bir ailede ve koşullarda doğabiliyoruz böylelikle, sesimizi çıkartmak ise şükransızlık olarak algılanıyor." Babasını vurguladığını biliyordum, sıktığı için keskinleşen çenesinden belliydi.

"Bu yüzden hayat için çok büyük anlamlar yüklememek gerek Aya, seçilmiş kişi havalarına girmeye ise hiç gerek yok. Sevdiğin, seni mutlu eden birini veya bir şeyi bulup yaşamak gerek. İkimizde bunu bulduk değil mi? Bulamayanları düşün bir de. Hayatta ne yapacağını bilememek sonsuz bir hiçliğe hapsolmak gibi." diye kelimelerini devam ettirdi.

"Seni mutlu eden şey ikide bir elimden kaymasa hayatı yaşamak daha kolay olacak."

"Kolay olursa sıkılmaz mıyız ya? Arada bir heyecana ihtiyacımız var değil mi?" dedi kaşındaki yarayı göstererek.

"Kan kaybından ölecekken bir daha kaymana gerek yok bence Alek." O günü hatırlamak bile içimin ürpermesine sebep oluyordu. Hala bunu yaptığına inanamıyordum.

"Neden? Sonuçta küçüklük aşkım Rusya'ya beni izlemeye geldiğiyse ona elimden geleni göstermeliydim."

Küçüklük aşkım. Aşkıydım değil mi? Farkında olmadan yıllardır birbirimizin olduğu bir dairenin içinde dönüp durmuştuk. Arada bir keşişen noktaların içinde dolanmaya devam etmiştik birbirimize doğru durmadan çekilirken. Buz pisti kar küremiz olmuş, patenler birbirine doğru kayıvermişti yılların içinde hiç durmadan.

"Ben küçüklük aşkın isem, büyüklük aşkın kim?" dedim kaşlarım bu sorunun cevabını çözmeye çalışırken. Beni sevdiğini söylese bile kafam karışıvermişti, ne de insanların yapıştırdığı etiketler en az onlar kadar karmaşıktı.

"Tabi ki İdiz. Kim sandın?"

Ha? Ne? Dediklerini anlamayarak bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerim kocaman açılıvermişti. "İdiz mi dedin sen?"

Konuşmalarımız arasında onun artık bana tanıdık gelen evinin önünde durduğumuzu fark etmemiştim. Alek, sanki dedikleri normalmiş gibi gülümseyerek bakışlarını bana çevirdiğinde dudaklarımdan yeniden aynı soru çıkmıştı.

"İdiz mi dedin sen?"

"Tabi, başka kim olabilir ki?"

Kelimeleri öylesine gündelik bir havayla söylüyordu ki anlamadığım bir şaşkınlığın içinde kendimi buluvermiştim. Ona verecek bir yanıtım yokmuşçasına arabadan inip benim olduğum tarafa gelmesini izledim. Kollarının arasında girmek istemediğim için zor da olsa kendimi itelediğimde bir adet patates çuvalıymışım gibi beni omzuna atıp kapıyı kapatmıştı.

"Ne?" dedim hala mırıldanarak olanları anlamaya çalışırken. Bu sıra bana doğru bakan Aleksei Ivanov'un poposunu görmezden gelmeyi deniyorum ama başarısızlığım büyüktü hem de çok.

O ise tanıdık terzi kapısı açarak içeri girmemizi izlemiş, dedesine Rusça birkaç kelime söylemişti. Benim böyle bir şekilde gelmiş olmamı yargılamayan gözler sadece bana doğru gülümsemişti. Merdivenlerden çıkıp yukarı geldiğimizdeyse ev ahalisi varlığımı hızla farketmişti. Alek ise Milan ve Milana'nın bize doğru koşmasını engellemişti.

"Herkese merhaba sevgili ailem, Anya'yı gördüğünüz için çok mutlu olduğunuzu biliyorum. O da sizi gördüğü için çok mutlu ama halletmemiz gereken önemli bir mesele var. Bu yüzden çatı katında olacağız ve bizi rahat bırakırsanız sevinirim. Bu söylediklerim özellikle sizin için geçerli çocuklar." dedi Milan ve Milana'ya doğru.

"Ama!" dedi Milana kaşları çatarken.

"Bu haksızlık!"dedi Milan ona katılırken.

"Hoşçakalın!" diye karşılık verdi Alek.

Ben ise Ivanov ailesine zor da olsa el sallamak dışında hiçbir şey yapamamıştım. Çatı katına çıkana dek merdivenlerde ilerlemeye devam ederken ise birkaç saniyeliğine Ilya'yı odasından görüvermiş ve bana dil çıkarmasına şahit olmuştum. Evin hiç gelmediğim bu katına en sonunda vardığımızda ise Alek sonunda beni yere bırakıvermişti. Kapıyı açıp onlarca kutunun olduğu hafif tozlar ile kaplı bir odayı aralamıştı. Nerede ne olduğunu biliyormuşçasına birkaç dakika hareket ettikten sonra ise aradığını bularak onlarca defterin olduğu bir kutuyu aralamış ve yıllara göre defterlerin ciltlerine bakmıştı.

"рассесться дорогая."

(Otur sevgilim.)

Onu dinlemek istemeyerek ayakta durmaya devam ettim. Alek ise hala kelimelerinde takılıp kaldığımı anlayarak elindeki günce ile bana doğru bir adım atıp beni kucağına çekerek yerdeki yastıklara oturmamızı sağlamıştı. Ona karşı çıkmak istesem önüme doğru ittiği günce çok daha ilgi çekici gelmişti. Yılı gördüğüm anda parmaklarım günceyi kavrayıvermişti benden izinsiz.

"Okumak istediğime emin misin?" Son kez izne ihtiyacım vardı değil mi?

"Kelimelerim senindir Aya."

-Ivanov'un Değerli Güncesi-

27 Kasım 2005

Salı

Saat: 02.27

Saat: 02.30

Привет,

Hayır. Rusça yazmamalısın Alek. Türkçe öğrenmelisin.

Merhaba,

Benim adım...

Yine olmadı. Kendini böyle mi tanıtacağım bir gün sana?

Değerli Anya,

Bu günceyi senin için yazmaya karar verdim. Kendimi sana tanıtmak konusunda biraz geç kaldım ama siz Türk'lerin dediği ama hiçbir zaman anlamadığım bir şekilde geç olsun güç olmasın değil mi?

Tekrar deneme. Tekrar deneme.

Benim adım Aleksei.

İnsanlar bana Aleksei diye sesleniyor değerli Anya.

Aleksei, kökleri Rusça ve Bulgarca'dan gelen bir kelime, savunucu anlamına geliyor. Gözlerimi dünyaya ilk açtığım anda doktor beni annemin kolları arasına verene dek çığlık çığlığa bağırmışım sadece. Bir bebek yerine sanki Rus Çarıymışçasına onu istemiştim halkımdan.

Daha sonra ise doğumun verdiği yorgunluğa yenik düşüp uyumamış, aksine annem uyuyana dek gözümü bile kırpmamışım. Büyükbabam ise dünyaya annemi korumak için geldiğimi herkese söylemiş. Böylece onun büyük büyük babasının ismi olan Aleksei'yi ismini bana vermişler.

Halbuki o ismi hak ettiğimi düşünmediğim birçok an vardı. Ne de olsa doğumum annem için hayatından çıkması gereken adam ile bir bağı olmasını vurguluyor. Belki de o yüzden çığlık çığlığa annemi istemişimdir ne dersin değerli Anya? Belki de onu korumak istemişimdir tüm gücümle. Verdiğim kalıcı zararın farkına varmışımdır. 

Biraz karışık anlattım değil mi? Türkçe çok ama çok zor bir dil. Buraya gelmeden önce öğrenmeye başlamış olsam bile böylesine karışık bir dili anlamak ve yazmak zaman alabiliyor. Arada sözlük kullanarak durduğumu da sana itiraf edebilirim.

Durman gerek. Durman gerek.

Merak ediyorsundur. Neden sana yazıyorum değil mi? Neden seni rahatsız ediyorum bu satırlarda? Bir sebebi var bunun tabi ki. Zorunlu bir ödev bu satırlara yazılan kelimeler. Biriyle konuşmam gerektiğini söyledi Türkçe öğretmenim. Buz pateni dışında hiç kimseyle konuşmadığım için kendimi dünyaya fazla kapatmışım. Duygu ve düşüncelerimi içime atmamalıymışım her gün. Aslında düşünceler nasıl içe atılır hiçbir fikrim yok. Türkçe deyimleri anlamıyordum ama konuşmalıymışım insanlarla, kaçmamalıymışım onlardan. Türkçe'yi kullanmalıymışım bir şekilde yoksa asla öğrenemezmişim bir türlü. Halbuki o diyene kadar tüm bunları yaptığımı bile bilmiyordum. Ben sadece bana nasıl davranılıyorsa öyle davranıyordum.

Bu arada yazmaktan nefret ederim. Özellikle Türkçe yazmak daha daha zor. Yine konudan konuya atladım değil mi? Belki de kelimeleri bir araya getirmek her şeyden daha zor geldiği içindir. Dört yaşıma kadar hiç Türkçe konuşmadığım içindir belki de, bilmiyorum. Sadece yazmalısın diyen öğretmenimin isteğinden ötürü yüzümü buruşturmak istemiştim.

Git sen yaz güncene Türkçe öğretmenim.

Nerede kalmıştım ben? Evet, evet bu yüzden sana yazmaya başladım. Yazmam gerektiği için. Türkçe öğretmenim istediği için. Bir arkadaşım olmadığı için ise aklıma sen geldin. Aklıma gelmedim aslında seni bugün gördüğümden beri unutamadığım için artık sana yazmak istedim. Umarım bana kızmamışsındır, çünkü seni daha fazla üzmek istemiyorum. Ne de olsa benim yüzümden bugün üzüldün. Konuşmadığım ve kaçtığım için kırılmış gibi baktın bana.

Neyse değerli Anya. Umarım benimle tanıştığın için memnunsundur yaptıklarıma rağmen. Bugün sana yazmak için önemli bir gündü, tanışmamız için önemliydi.

Ne de olsa bugün senin doğum günün.

İyi ki doğdun değerli Anya.

Bu biraz fazla mı cüretkar oldu?

Doğum gününü kutlayabilir miyim acaba? Eğer izin verirsen bana, iyi ki doğdun!

Ne de olsa doğum gününde bu günceye başlamak ikizlerin çığlık çığlığa mama istemelerinden daha güzel bir an benim için. Gerçi birkaç dakika içinde anneme yardım etmek için gitmem gerektiğini biliyorum. Adını anmak istemediğim ama sana anlatmam gereken babam düzenli bir şekilde bizi terk edip geri geldiği için ikizler beni daha çok tanıyor. Diğer kardeşlerim ise her daim benim hareketlerimi izliyor. Onlar benim sorumluluğumda, tıpkı annemin benim sorumluluğumda olması gibi.

Annem biliyor mu emin değilim ama babamın yeni bir ailesi bile var değerli Anya. Biraz da onu anlatayım istersen. Babam orada mutlu. Önceki ailesi ölmüşçesine mutlu. İşin trajikomik kısmı bende o ölmüş gibi davranıyorum, ta ki yeniden bizi ziyaret edip annemi hamile bırakana kadar. Böyle değince ne garip geliyor değil mi? İnan bana bile hala garip geliyor, aylarca ortadan yok olup annemi yeniden kandıran bir adam var hayatımızda. Ölse daha iyi olacak bir adam. Ne de olsa o ne zaman hayatımdaydı ki?

Yokluğunu bilmediğin bir şey için üzülemezsin değerli Anya. Gerçi varlığını tanısam bile üzülemeyeceğime emindim. Şimdi bu satırları okurken bana hayali çatık kaşlarla baktığına tahmin edebiliyorum. Ne de olsa bir insan nasıl üzülemez diyorsun? Nasıl sahip olabileceği tek babasını özlemez?

Hissedemiyorum işte değerli Anya. Başaramıyorum. Bir şeyler bozuk konu babam olduğunda sanki, bir şeyler olması gerektiği gibi değil. Ama yapabilecek bir şey yok değil mi? Bu yüzden olduğum gibi yaşamayı deniyorum. Olması gerektiği gibi olmasa da...

Yine konuyu dağıttım değil mi? Üzgünüm, engelleyemiyorum işte.

Türkçe çok ama çok zor.

Nerede kalmıştık? Evet, Dimitri ile yavaş yavaş alışmaya başladığım arenaya yeniden gelmiştik bugün. Anastasia Belova'nın var olmaya başladığı yerdi burası. Elinde ve boynunda madalyalar ile hep burada poz vermişti. Birçok ödülün olduğu loş koridordan geçerken ise onlarca fotoğrafını görmüştüm.

"Onun çok ödülü vardı değil mi?" diye mırıldanmıştım Dimitri'ye. O da sergilenen madalyalara bakarak mırıldanmıştı.

"Yüzlerce hatta binlerce. Tüm dünya onu konuşuyordu, tüm dünya onun ödülleri toplamasını izliyordu. Her şey ise burada başlamıştı."

Anastasia Belova'nın kaydığı yerde olacağımı bilerek çift taraflı fransız kapılarının olduğu bir yerde duyduk. Kapılar Dimitri'nin itmesiyle yavaşça açıldı. Soğuk hava daha soğuktu artık. O sırada ise her şey değişmişti, bambaşka bir evrendeydim. Hayallerime daha da yakın olduğum, ellerimle birçok kupayı tutabildiğim bir yer.

Rusya'da kaydığım yerin aksine bu buz pistini gördüğüm her an nefesim kesiliyordu. Camlar ile etrafı sarılmış bir fanusu andırıyordu sanki bu yer. Masalsı bir kar küresiydi hatta. Küçük kardeşlerime anlattığım hikayelere aitti. Loş ışıklarla güzelliğini, belki de ihtişamlı duruşunu vurguluyordu bu anda.

Şimdi ise daha büyüleyici olmasının bir sebebi vardı. Burası bana aitti kısıtlı bir zamana ait olsa da, bunu bilerek hızla hoparlöre koşarak müziğimi açmıştım. Öfkeyle dolu klasik bir müzik ile daha görkemli bir yere dönüşmüştü arenada saniyeler içinde. Kaosun içinde yer alan bir ahenk vardı. Ona eşlik eden kişi ise ben olacaktım. Bunu bilerek patenlerimin korumalarını çıkartarak piste atlamıştım. Dimitri bir şey demeyi düşünse bile sessiz kalmıştım, bu anın tadını çıkarmama izin vermişti. Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönmüştü. Ta ki ilgimi buza doğu çıkan küçük bir silüet esir alana dek.

Bir baş kahraman.

Yazılan her hikayenin baş kahramanı olabilir miydi o?

Seni sana nasıl anlatabilirim ki? Düşün Aleksei. Düşün.

Buzların arasında yankılanan müziğe odaklanmıştın sadece, benden çok da küçük durmuyordun ama pistin tam ortasında herkesten benden bile büyüktün sanki. İhtişamlıydın. Peri masalına aittin. Bedenini tedirginlikle hareket ettiriyor, notaların eksik kaldığı boşlukları patensiz ayaklarını kaydırarak dolduruyordun sanki. Açık kahve saçların yaşına göre olması gerektiğinden daha uzundu belki de, küçük ince bedenin ise Aleksei kelimesinin gerçek anlamıydı sanki. Beni korumaya mı gelmiştin? Tüm kötü canavarlardan? Babamdan? Ya da ben mi seni koruyacaktım? Çünkü bunu gerçek kılabilirdim sonsuz bir yemin ile.

Kendimi engelleyemeden setimi hiçe saymış sana doğru adım atmıştım. Kulağa çılgınca geliyordu aslında. Bedenim ilk defa bir yabancıya doğru hareket etmekten çekinmemişti. İlk başta beni gördüğüne bile emin değildim, senin sahnesinde yer almayacak bir karakterdim ben değerli Anya. Yan karakter. Ama kendimi engelleyememiştim işte. Kaygan buzun üstünde keskin patenlerimle ilerlemeye devam etmiştim. Vücudumun buz ile dans etmesine izin vermiştim, ta ki pistin tam ortasında sana adımlar kala durana dek.

Ta ki notalar sona erene dek.

Parlak sahne ışığı hareket etmeyi bırakmış, seni takip ederek durmuştu sanki benimle birlikte. Varlığımı bilmediğine emin olsam da yanılmıştım. Gözlerini anın heyecanı ile kapatmış, açtığındaysa yeniden nefesim kesilmişti.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Değerli Anya seni nereden tanıyorum ben?

Gözlerin tıpkı kışın bittiği ilkbaharın taze toprağını andırıyor bana. Güneşin parlayarak açmaya başlamış ışıltılı tonlarını taşıyordun irislerinde. Bir kız çocuğuyla kıyasladığında bile uzun duran dalgalı açık kumral saçların düz burnuna ve kırmızı kazağına doğru düşmüştü. Beyaz teninse soğuk pistin etkisine alışık değilmişçesine kızarmış, dudaklarında yanaklarına eşlik etmişti. Bu görüntüyse kalbimin nedensizce hızla atmasına sebep olmuştu. Sanki sen de kalbimi hissetmiş gibi kendi kalbini tutuvermiştin hızlıca, minik elin göğsüne gitmişti.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Ne oluyordu bana değerli Anya? İlk defa böyle kalbim atıyordu. Bana bir büyü mü yapmıştın? Neden gözlerimi senin üstünden çekemiyordum? Neden burada soğuktan buz kesene dek kalabilirdim beni bıraksalar seninle?

"Ben hastalandım, gitmeliyim."

İlk kelimelerin bu olmuştu bana. Ben ise hasta olmanı istemediğimi fark etmiştim. Aynı zamanda Türkçe konuşmam gerektiğini bilerek içten içte Rusça mırıldanıyordum, bana yaptığın büyünün etkisi altından çıkamıyordum.

Kendini tanıtmadın. Neden kendini tanıtmadın? Neden hep garip davranıyorsun Alek?

"İsmim Anya. Büyükannem beni buraya getirdi ama hasta oluyorum. Gitmeliyim."

"Говоришь по-русски, ?"

("Rusça konuşabiliyor musun Anya?")

Çünkü ben Türkçe konuşamıyordum bu anda, gitmemen için hızla konuşuvermiştim kendi kendime.

"Ne dediğini anlamıyorum. Türkçe bile zor konuştuğum için olabilir galiba. Şey... benim diller ile aram iyi değil, aslında bunun bir sebebi varmış. Hasta olduğum için böyleymişim. Ama şu an hissettiğim hastalıktan bahsetmiyorum, kalbimin hızlı atmasının sebebi bu değil."

"Kalbin hızlı mı atıyor?" Beklemediğim bir anda Türkçe konuşuvermiştim sonunda ve aksanım yüzünden yüzümü buruşturmamak için büyük çaba göstermiştim.

"Evet. Herhalde burada üşüdüm. Sana baktıkça daha da hızlı atıyor kalbim." Minik elin yine göğsünü tutmuştu.

DıkDık DıkDık DıkDık.

"Belki de hasta değilsindir." dedim hasta olup olmadığını senin gibi anlamaya çalışırken.

"Hastayım. Eminim." Dedin sözlerime karşı kaşlarını çatarken. Ben ise geriye doğru gittim, senden uzaklaştıkça kalbim hafifçe yavaşlamıştı. Daha iyi hissediyordum. Derin bir nefes alıp sakinleştiğini gördüğümde tekrar sana doğru hızla kaymaya başladım. Bu sefer çok daha yakınında durmuştum. Soğuk havayla harmanlaşmış kokun bile burun deliklerime dolmuştu. Baharı anımsatıyordu bana, kışın ortasında açan narin bir çiçeği.

DıkDık DıkDık DıkDık.

"Yine hızlandı. Kesin hastayım ben."

O hasta değildi ki, benim gibi heyecanlanıyordu sadece. Aynı duygulara sahip iki farklı insandık ikimiz. Bu ise ihtiyacım olan tek gerçekti.

"Daha fazla hasta olmadan gitmeliyim." Dedi bakışlarını buza doğru çevirirken. Ben ise seni bırakmak istememiştim. Hem de hiç ama duygularını daha anlayamadığın için en doğrusu olacaktı. Bunu bilsem de yine de kendimi engelleyemeden konuşuverdim.

"Hasta değilsin Anya." Daha da yakınımdaydım, kalbim ise göğüs kafesimden çıkacaktı sanki.

"Baksana! Nasıl atıyor kalbim, kesin hastayım. Acaba ölecek miyim? Bir doğum günümde ölmek eksikti. Hemen büyükanneme gitmeliyim."

"Bugün doğum günün mü?"

İyi ki doğdun değerli Anya.

"Evet. Anneminde ölüm yıl dönümü."

Umarım doğduğuna üzülmüyorsundur değerli Anya.

Bakışlarım cümleleriyle değişmiş, yüzüne ilk defa bakıyormuş gibi odaklanmıştım. Sen ise büyük ihtimalle her insana karşı geliştirdiğin zoraki gülüşle cevap verdin.

"Önemli değil. Onu hatırlamıyorum, varlığını bilmediğin bir şeyi özleyemezsin."

Bu doğru değildi. Keşke doğru olsaydı değerli Anya.

"Anya!"

Konuşmamız kesilmiş, Ekaterina'nın olduğu tarafa dönmüştüm. O sırada artık Anya'ya veda etme zamanımın geldiğini farketmiştim. Bunu başarabileceğime emin değildim, senin gitmeni istemediğim için ise farkında olmadan senden hızla uzaklaşmaya başlamıştım. Kalp atışlarım yavaşlamıştı. Göğsümü ilk defa tutan elim inmişti aşağıya doğru.

Seni üzdüğümü biliyordum, bir hoşçakal bile dememiş olmam saygısızcaydı belki ama dudaklarımdan çıkabilecek kelimelere ikimizde hazır değildik Anya. Arkadaş olabileceğimize bile emin değildim. Ne de olsa sen benim dünyama ait olmayacak kadar parlaktın.

"Hoşçakal." Sessiz bir kelimeydi dudağımdan dökülen.

Yavaş adımlarla Dimitri'ye doğru giderken buzun vermiş olduğu his ile gözlerimi bir anlığına kapatmak istemiştim. Ardından ayaklarımı senin gitmiş olduğun yere sürükledim yeniden, hayal kırıklığım bambaşka bir his ile değişmeye başlamış, dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı sonunda. Kimse yoktu sanki, tek başıma olmam gereken yerdeydim yeniden.

Halbuki bugün her şeyin değiştiğini gündü değerli Anya.

Doğum ama ölüm gününde daha önce var olduğunu bile bilmediğim bir hayalimin tohumunu getirmiştin bana.

Ben Aleksei, buzların üstündeki değerli Anya'yı istemiştim.

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz?

Kitapta görmek istediğiniz bir sahne var mı?

Favori sahneniz hangisiydi?

En beğendiğiniz sözü yazar mısınız?

Belki burada dertleşmek, konuşmak isterseniz diye burayı bırakıyorum sizlere.

Satır içi yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Emeklerimin ve ilhamımın yanında olursanız, beni çok mutlu ederseniz.

- Aurora from Mensis

继续阅读

You'll Also Like

69.8K 9.3K 31
"99 tane sarı balon uçuracağız gökyüzüne iyileştiğin gün." Küçük kız, gözüne gelen gün ışığını minik elleriyle engellemeye çalışırken başını çevirip...
1.4M 54K 54
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
1K 200 11
Bir doğum günü gecesi nasıl sonlanabilirdi? Ertesi gün herkes rahat yataklarında yorulmuş bir şekilde mi uyanırlardı? Yoksa ertesi gün katılmaları ge...
592 72 7
Karsız Kış #adrinette Tıpkı tamamen erimemiş karın, gölgede kalıp güneşten kendini koruması gibi. İçimdeki bu hislerle yaşamaya devam ediyorum. S...