22 | GECENİN SANRISI

Por darkpsykhe

2.8M 211K 390K

*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kada... Mais

22 | GİRİŞ
1. Bölüm: "Tanıştığıma Memnun Oldum"
2. Bölüm: "Kan Kırmızısı"
3. Bölüm: "Ateş"
4. Bölüm: "Düğüm"
5. Bölüm: "Çağrı"
6. Bölüm: "Ruhu Parçalayan Acılar"
7. Bölüm: "Ateşin Kalbine Üç Darbe"
8. Bölüm: "Biri Ölü Üç Yıldız"
9. Bölüm: "Ölüm Senfonisi"
10. Bölüm: "Hayal Et"
11. Bölüm: "Bulabilecek Misin?"
1 | 12. Bölüm: "Nefesin Bende Kaldı"
2 | 12. Bölüm: "Nefesin Bende Kaldı"
1 | 13. Bölüm: "Zifiriye Tutsak"
2 | 13. Bölüm: "Zifiriye Tutsak"
1 | 14. Bölüm: "Körebe"
1 | 15. Bölüm: "İhtirasın Alevi"
2 | 15. Bölüm: "İhtirasın Alevi"
● 0.1●
● 0.2 ●
1 | 16. Bölüm: "Yalanı Kovalayan Gerçek"
2 | 16. Bölüm: "Yalanı Kovalayan Gerçek"
● 0.3 ●
1 | 17. Bölüm: "Hükmedebilecek Misin?"
2 | 17. Bölüm: "Hükmedebilecek Misin?"
1 | 18. Bölüm: "Yıkım Getiren"
2 | 18. Bölüm: "Yıkım Getiren"
● 0.4 ●
● 0.5 ●
19. Bölüm: "İpler Kimin Elinde?"
1 | 20. Bölüm: "Hisler Arafı"
2 | 20. Bölüm: "Hisler Arafı"
● 0.6 ●
21. Bölüm: "Sobe"
☾ 22. Bölüm: "Kardelenler ve Kırmızı Zambaklar" ☽
⊱ Bilgilendirme ⊰

2 | 14. Bölüm: "Körebe"

73.9K 7.4K 11.5K
Por darkpsykhe

2.KISIM

Merhabalar, yeni bir bölümle gelmiş bulunmaktayım. Bu bölüm kesinlikle teorilerinizi etkileyecek. O yüzden dikkatli bir şekilde okumanızı tavsiye ederim.

Lütfen okuyunuz!

Bir önceki bölümde bin yorum istemiştim sizden ve beni o kadar şaşırttınız ki... Arkadaşlar siz neymişsiniz öyle... Okuyanlar her geçen gün artıyor. Ve ben geçen bölümde anladım ki cidden de yorum yapmadan okuyan bir sürü kişi varmış. Ama aynı zamanda anladım ki, siz önceki bölümde çok güzeldiniz. Beraber okuyormuşsunuz gibiydi yorumlar. Keşke benim gözümden kendinizi görebilseydiniz...

Teşekkür ediyorum hepinize. Bu bölüm çitayı biraz arttırmak istiyorum. Çok fazla değil, bin yerine 1,5k yorum istiyorum. Zaten o kadar kolay aştınız ki sınırı bunu kolayca yapabileceğinizi biliyorum. Sadece lütfen nokta ya da sayı gibi yorumlarla sayıyı yükseltmeye çalışmayın. İstediğim dolu dolu duygularınızı yansıttığınız, düşüncelerinizi yansıttığınız yorumlar.

Şimdi bölüme geçebiliriz, hepinize keyifli okumalar diliyorum 🤍

Başladığınız gün ve saat.

Yıldızımıza da basmayı unutmayın lütfen!

🫀🤍

Kontrolü bana ver Gece!

Zihnimde yankılanan ses beni daha çok panikletirken baktığım zifiri karanlığa gömülmek istiyordum. Neden sesi fazlasıyla endişeli ama bir o kadar da kızgın çıkmıştı? Ne yapacağımı bilmiyordum, ona yeniden güvenli miydim? Şu an ne yapmam gerekiyordu?

Kahretsin, hemen karar vermem gerek!

Kaldığım ikilemi fark etmiş olacak ki zaman kaybetmeden tekrar konuştu.

Ben görebiliyorum! Zaman aleyhimize işliyor Gece!

Nasıl görebiliyorsun? En başından beri mi?!

Evet.

Bu nasıl olabilir ya? Sen görebiliyorsan benim de görmem lazım? Sinirlerim daha da gerilirken karşımdaki varlığın havada yarattığı ısı değişimini vücudum hissediyordu. Daha da yoğun hissetmeye başlamamın sebebi yaklaştığı için olmalıydı. Artık bir karar vermem gerekiyordu.

Ayrıca parmağımı çeken ip durmuştu. Artık çekmiyordu ve bu hareketsizlik beni daha da dibe çekiyordu.

Benim hala göremediğimi varsayarsam kurtarsa kurtarsa bizi buradan diğer tarafım kurtarırdı diye düşünüyordum. Çünkü o benim aksime görebiliyordu. O yüzden biraz da panikle, "Kontrol sende!" demiştim. İki seçenek de birbirinden beterdi lakin en az hasarlı çıkabileceğimiz olasılıklara yürümeye çalışıyordum.

Uykuda gökten düşerken o içinin çekilme hissi gelerek benliğim geriye atıldığında gözlerimde bir perde varmışçasına indi ve bir anda zifiri aydınlığa bulandı. İlk gördüğüm şey, kapının tam önündeki ve yaklaşmakta olan siyah bir sis bulutuydu. İnsan bedeninde gibiydi. Biz etten ve kemikten oluşurken o sadece siyah dumandan oluşuyordu.

Kırmızı gözlerini görmezden geleceğim.

Ama bir dakika, kırmızı gözler... Ben bunları tanıyordum!

Ammar kabilesi!

Ta kendisi.

Bir saniye bile zaman kaybetmeden, bana doğru yaklaşmakta olan o varlığa ilerlemeye başladım. Ben sadece izleyici gibiydim. Hissettiğim duygular ve davranışları o yönetiyordu. Ve şu an içimi kaplayan öfke her saniye kat ve kat artıyordu. Damarlarımdaki kanın sıcakladığını hissedebiliyordum, avuçlarım yanmaya başlamıştı.

İnsan vücuduna benzer bedenin tam önüne geldiğimde elimi kaldırarak parmaklarımı boynuna doladım. Bir an bile tereddüt etmeden arkasındaki duvara çarptım onu. O kadar hızlı çarpmıştım ki, evin duvarlarının titreyişini hissetmiştim. Öfke sanki her bir zerreme yayılmış gibiydi, kendimi asla tutamıyordum.

Karşımda sadece siyah bir duman varmış gibi dursa da ellerimin altında hissettiğim somut bir beden varmış gibiydi. Ve galiba onu çarptığım duvar çatlamıştı.

"Yeryüzü ve gökyüzü şahit olsun, fısıltını bu duvarlara mühürlüyorum! Her sorduğuma cevap vermek zorundasın."

Karşımdaki varlık acı içinde inlerken parmaklarımı biraz daha sıkılaştırdım. Öfkeden dişlerimi sıktığımdan bir haberdim. Neden böyle öfkeliydim bilmiyordum.

"Şimdi söyle bana..." dediğimde duraksayarak yüzümü biraz daha ona yaklaştırdım. Ürkütücü çıkan sesim beni bile şoka uğratıyordu. "Buraya nasıl girdin?"

Gözlerime bakan kırmızı irislerin bir anlığına arkama kaymasıyla parmaklarımın altındaki ateş daha da alevlendi sanki. Onu yakıyordum. Hem de öyle bir ısıyla yakıyordum ki bedenim ilk kez böylesine bir ısıyla karşı karşıyaydı.

Ateşin artmasıyla bir kez daha acı içinde inlediğinde zoraki bir şekilde, "O'nun zihninden girdim. Sadece bir an gardını düşürdü," dediğinde kafamın karışarak arkaya doğru döneceğim zamanda buna vazgeçerek yeniden karşımdaki varlığa bakmaya başladım. Daha konuşturacak olmalıyım ki ellerim az da olsa gevşemişti.

Oyun oynarken ellerimi O'nun beline koyduğum an geldi aklıma. Vücut ısısı ani bir şekilde hareketlendiğinde ona dokunduğum için de bedeni kasılmıştı. O an mıydı yoksa?

Yanda duran ellerini kaldırarak kendini kurtarmak adına koluma koymasıyla bedeninin yanması bir olmuştu. Parmaklarını kolumdan çekerken aramızda gri sisler oluşmuştu. Yandığı zaman böyle bir duman çıkmıştı. Dudağımın bir kenarı sadistçe kıvrılırken bu durumdan zevk aldığım oldukça barizdi.

"O'nun ateşini almışsın!" dediğinde aslında Ateş meleğinin ateşiyle karşımdakini yaktığım gerçeği zihnime hücum etmişti. Vücudumda Auria'nın ateşi geziyordu.

"O'na ne yaptın?!" diyerek bedenini yeniden duvara bastırdığımda, "Mühürlendi!" diyerek tısladı. "Arlene, O'na zehrini saldı."

"Bu kadar basit olamaz!" diyerek ona biraz daha yaklaştığımda daha fazla konuşması için parmaklarımı sıkılaştırıyordum. "Tüm gücünü burayı korumak için harcamış! Sadece bir an zihninin duvarı inceldi, odağını kaybetti! O zaman zihnine sızdım!"

Zaten bunun için an kolluyormuş. Kahretsin, Auria ne haldeydi peki? Bir an bile ona bakmamasını kasıtlı bir şekilde yaptığını seziyordum nedense.

Meleği görmek istiyorum! O'na bak, hemen.

Bana emir verme.

Ne dediysem onu yap!

Daha fazla tartışmak istemiyor olacak ki bakışlarımı kırmızı irislerden çekerek hafifçe arkaya doğru dönerek o tarafa bakmaya başladım. Doğru ya, o zaten görmüştü değil mi Auria'ya ne olduğunu? Ben görememiştim.

Koca cüssesi yere boylu boyunca yatmıştı. Bir eli benim olduğum tarafa doğru uzanmaya çalışmış olacak ki başarılı olamayınca zemine düşmüştü. Kırmızı ip tüm gerçekliğiyle hala aramızda duruyordu. Yüzü bana dönük fakat gözleri kapalıydı. Siyah perçemleri yüzünün yarısını örtüyordu. O'nu bu halde görünce sertçe yutkunmuştum. Teni daha mı beyaz yoksa bana mı öyle geliyor?

"Duvarlarını indirdiği o kısa sürede zihninde neler dolaştığı hakkında hiçbir fikrin yok!"

İçimdeki öfke harlanırken yavaşça siyah sis yığınına çevirdim bakışlarımı. "Konuş!" diyerek adeta bu sefer ben tısladığımda uyguladığım kuvvetten dolayı arkasındaki duvardan bazı çıtırtı sesleri gelmişti. Benliğimde gezen bu güç beni afallatsa da diğer tarafım ustaca o gücü yönetiyordu.

Cevap vereceği sırada ayaklarımızın altındaki zeminin titremesiyle etrafıma bakmaya başladım.

"Geldiler çoktan," dediğinde duyamadıklarımdan olsa gerek dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Zamanımız kısalmıştı belki de hiç yoktu. Peki kimler gelmişti?

"Evet, mesela senin sonun geldi!" dediğimde avucumun içinde hissettiğim saf ateşin alevleri tenimin üzerinde gezmeye başladı. Aynı zamanda o varlık tiz bir çığlıkla kaçmaya çalışıyordu. Acımasız bir şekilde o varlığı öldürdüğümde asıl benliğim kenara sinip şokla diğer tarafımı izliyordu.

Ne kadar korkusuz ve ürkütücüydü. Aynı zamanda güçlü...

O sis artık kül olarak parmaklarım arasından kayarak yere düştü.

Onu öldürdün!

Öldürmeseydim de meleğin zihninde gördüklerini Arlene'ye mi yetiştirseydi? Koz mu verelim düşmana?

Biz de öğrenemedik ama.

Zamanımız yok, zaten söylemeyecekti. Sandığın kadar aptal varlıklar değil onlar. Aklınca meleğin zihnindekileri öğrenmeye çalışacağım için onu öldürmeyeceğimi sanıyordu. Canıma zarar vereni yaşatmam. Ne çabuk unuttular bunu?

Canım mı?

Son iki cümleyi kendi kendine mırıldanırken vakit kaybetmeden meleğin yanına adımlamaya başlamıştı. O'na yaklaştıkça ben yoğun bir hüzün sırtlanırken diğer tarafım da intikam duygusunu sırtlanıyordu. Sanki zayıf tarafına hüznü yüklerken intikamı güçlü tarafına veriyor gibi hissetmiştim. İçinde harlanan öfkenin küllerini etrafa saçmak için sabırsızdı, hissediyordum.

Önüne çiz çöktüğümde hareketlerimi oldukça hızlı yapmaya çalışıyordum. Parmağımı yanağına sürterek saçlarını arkaya çektim. Benim ellerimde nasıl bir ısı akımı geziyorsa O, bir o kadar soğuktu. Bir Ateş meleğinin bu denli soğuk olması içimdeki korkuyu tetiklerken gündüz yaptığı gibi bu sefer ben kafamı onun göğsüne koydum.

Kulağımın birkaç milim ötesindeki ritimler kalbimdeki kan akışını daha da alevlendirirken rahat bir nefes verdim. İçten içe yaşadığını elbette biliyordum ama yine de bu sesi duymak rahatlatmıştı.

Kafamı kaldırdığımda son kez O'na baktım. Yer dahil evin tüm duvarları gelen büyük bir sesle titreştiğinde beklemeden ayağa kalktım. Ben ne olduğunu bilmesem de diğer tarafım biliyor gibiydi.

Neredeyse her şeyi bilip de bana söylemediği gibi.

Auria'ya bakarken birkaç cümle mırıldandım. Ne yaptığımı bilmiyordum ama etrafında oluşan ince kalkanı görmüştüm. Galiba koruma altına almıştım. Olası bir durumda bu halde kendini koruyamazdı çünkü.

Meleği bu odada bırakarak çıktığımda dış kapıya doğru hızla gittim. Etrafa bakmıyordum ama gördüğüm kadarıyla normal bir ev gibiydi burası. Körebe oynarken zaten az da olsa neyin nerede olduğunu öğrenmiştim.

Siyah kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayla sindiğim köşeden çıkmış, gördüklerime hayretle bakmaya başlamıştım. Burası da neresiydi böyle?

Evin basamaklarını indiğimiz anda kırmızı bir zemine ayak basıyorduk. Bazı yerlerinde oluşan kırık çatlaklar bir sarmaşık gibi etrafa yayılmışlardı. Çatlakların arası beyazdı. Sanki ölümün arasına yaşam sızmış gibiydi. Gökyüzü kapkaraydı. İleride gördüğüm, yan yana dizilmiş dört kişiyi tanıyordum.

Gözlerimin kör olmasını sağlayan Raja, kalbimi çalmak adına beni kaçıran Carney, zihnimize sızmaya çalışan Arlene ve sesimi çalmaya çalışan Maisa. Bir şeyi merak ediyordum; bütün soylar buradaydı da Darcia soyu neredeydi? Onu hiç görememiştim.

Yakira Darcia soyundandı ama ona Darcia denilmiyordu. O halde soyun başı da o değildi.

Hepsi yan yana aynı hizada dizilmişlerdi. Gözlerim sıra sıra hepsinin üstünde gezdi. Bu yerlerin titremesine sebep olan şey Maisa'nın ayağını yere vurarak güçlü bir ses akımı yaratmasıydı. Fakat görmüştüm ki bu mor renkli dalgalar önündeki kalkana çarpıp yok oluyordu. Evet tam önlerinde çok ince, kırmızı renkte saydam bir kalkan vardı. Normalde gözükmüyordu, güç uygulandığında geri püskürtürken kendini gösteriyordu sadece.

Bunları dışarı çıktığım birkaç saniyelik müddette görmüştüm. Sonrasında beni görmeleriyle hepsi durmuş, bakışlarına nefret bir sis bulutu gibi çökmüştü. Onlara yaklaşmaya devam ediyordum. Her bir adımımla sanki aramızdaki bu gerginlik artıyordu. Onlar buraya giremiyorlardı.

Burası neresi?

Burası Kersera. Yaşamın ve ölümün arafına saklanmış bir yer. Onların buraya girmesi yasak.

Ardından tükürürcesine konuştu. Buraya adımlarını bile atamazlar.

Neden? Biz nasıl girdik?

Burası iyilik ve kötülüğün harmanlandığı yer. Benliğinde ikisinden de parça taşımıyorsan giremezsin. Belki de ilk kez netliği kabul etmeyen bir yer burası. Siyah ya da beyaz değil, ruhunda griyi taşımıyorsan kabul edilmezsin. Ve onlar burası için fazla siyahlar.

Bir dakika. Melek buraya nasıl girdi o zaman?

Kafamda o kadar çok soru dönmeye başlamıştı ki... Onlar buraya giremiyorsa neden evi koruma gereği duydu?

Tehlike sadece dışarıda değil çünkü.

Onlara iyice yaklaştığımda yine de hatırı sayılır bir mesafe bıraktım, tam karşılarına dikilmiştim. Şimdi hepsinin gözü benim üstümde geziniyordu.

"Kimleri görüyorum? Aramıza katılmışsınız bakıyorum."

Aralarında çoğu şeyi dalgaya vuranın ama en zekilerinden biri olduğunu bildiğim Arlene'ydi ilk konuşan. Bakışlarının derinliğinde gezen öfkeyi maskenin altına gizlemeyi çok iyi başarıyordu. Eğleniyormuş gibi sırıtıyordu. O'nu bu halde görmemle benim de dudaklarım yana kıvrılmış, aynı onun gibi öfkemi gölgeleyerek alaycı bir tavır takındım.

Gözlerimin siyah oluşuna değiniyordu.

"Özlemedin mi beni Arlene?" Üzülüyormuş gibi dudaklarımı büzerken kafamı omzuma yatırdım. "Halbuki beni en çok özleyen senmiş gibi hissediyordum." Aklıma yeni gelmiş gibi yapmacık bir panikle "Ah!" diyerek parmaklarımla dudaklarımın üstünü örttüm. "Emrindeki o cinlerden birinin küllerini sana getiremedim..." Ellerimi indirdiğimde dudaklarındaki gülümseyen ifade tuzla buz oldu. "Kusuruma bakmazsın artık, mahrum bıraktım seni bundan ama..."

Arlene'nin nefesinin düzensizleşmesinden kalp atışlarının hızlandığını varsayarsam o cin kabilelerine gerçekten de önem veriyor olmalıydı. "Yokluğumda yapacaklarımı unutmuş gibi bir haliniz var." Dudaklarımdaki gülümseme silinirken hepsine teker teker baktım. "Oyun mu istiyorsunuz?"

Gözlerimdeki tehditkâr yaramazlıkla birkaç adım geri giderek olduğum yeri işaret ettim. "Gelsenize hadi çok istiyorsanız." Ardından yine yeni hatırlıyormuş gibi kaşlarımı kaldırarak şaşkınlıkla, "Ah pardon..." dediğimde hepsinin kaşları daha da çatıldı. "Siz buraya gelemiyordunuz, doğru."

Maisa kendini tutamadan bana doğru bir adım attığında saçlarındaki kıvılcımlar da artmıştı. Onu durduran yine Arlene'ydi. Bunların arsında nasıl bir ilişki vardı Tanrı aşkına?

"Haddini aşıyorsun," dedi dişlerinin arasından Carney. Bakışlarımı ona çevirdiğimde saçlarımı geriye atarak, "Doğruları hatırlatmak ne zamandan beri haddi aşmak oldu Carney?" dedim rahat bir şekilde.

"Bizim giremeyeceğimiz bir yere girerek kaçtığının farkındasın değil mi?" diye sordu Raja. İçimde yanan o ateşin sanki daha da çok yayıldığını hissettim. Ona karşı daha fazla öfkeliydim sanki. Gözlerimi kör etmiş olmasından kaynaklı olmalıydı. En azından ben bu kadarını biliyorum ama sanki başka şeyler de vardı.

Diğerleri gibi öfkesine yenik düşmüyordu Raja. Sinsi ve sessizdi.

"Ben kurallara göre oynuyorum. Sizin buraya girememeniz benim sorunum değil." Gözleri kapalı olsa da avuçlarına batırdığı tırnaklardan bir haber olmalıydı. Buraya girmeyi yediremiyor olsa gerek. Onun gibi bir sakinlikle devam ettim. "Eksik olduğunuz bir konu daha..."

Dilimin ucunda bir zehir vardı ve acımadan hepsini zehirliyordum. Hayretle izliyordum bu halimi. Fakat anlamıştım ki bazen netlikti bizi engelleyen. Bazen gri olmak gerekti. Bazen bulanık olmalıydık. Ruhunuzu tek bir renge emanet etmemeliydiniz belki de.

Hiçbirinin güçleri o kalkanı geçemiyor gibiydi.

Maisa'nın bedeninden yayılan koyu mor dalgalarla bir şeyler dediğini anlıyordum ama sesi bana gelmiyordu. Kalkanı geçemediği için duyamıyordum. Onun gücü sesi olduğu için kalkanı geçip bana ulaşamıyordu.

"Tatlım," dedim ona bakarak. Bu kelimeyi hiç sevmem normalde ama yapmacıklığımdan hiçbir şey kaybetmediğim için onu sinir ediyordum ve bu hoşuma gidiyordu. "Sesin buraya gelemiyor, unuttun mu?"

Dudaklarını daha çok birbirine bastırdı. Kendini zor tuttuğu aşikardı fakat açamazdı dudaklarını. Açarsa her ne kadar sevmese de yanındakileri de öldürebilirdi ve öyle yaparsa baştan kaybederlerdi. Çünkü bu oyunu tek başlarına kazanamazlardı. Birbirlerine ihtiyaçları vardı.

Kersera dedikleri yere giremedikleri için zaten Arlene zihinlerimize girmeye çalışmıştı. Buraya ancak böyle müdahale edebilirdi ve etmişti de. Meleğimi zehirlemişti! Ya da mühürledi mi demeliyim?

Onlar ben buradan çıkmadan hiçbir şey yapamazlardı. Zekice düşünüp başka yollar bulmazlarsa direkt kendileri bir atakta bulunamazlardı. Bunu onlar da iyi biliyorlardı ki dediklerime seslerini çıkaramıyorlardı.

Melek de bunu biliyordu ki buraya getirmişti beni. Peki Auria benim gri olduğumu nerden biliyordu? Bu, şu an kontrolü verdiğim tarafı ona karşı hiç göstermemiştim. Bu yaşamımda sadece beni biliyordu, onu değil. İhtimallere mi oynamıştı?

Belki de kasıtlı yapmıştı. Bunu anlamanın en iyi yolu buraya girebilecek olmamdı değil miydi?

Burası ölüm ve yaşamın arafı demişti. Hem ölü hem de yaşayan biri olduğumu duymuştum. Ben öyleydim hadi neyse de Auria nasıl bu arafta kalmıştı da buraya girebilmişti. O'nun tamamen beyaz olması gerekiyordu, nasıl griydi?

Aklım iyice karışmış olsa da diğer tarafım ipleri gayet profesyonelce kavramış, düşmanın eline su döktürmüyordu. Suspus olmuşken hepsi delici bakışlarıyla bana meydan okuyorlardı.

Ben onları tanımıyordum ama gördüğüm kadarıyla az buçuk çözebilmiştim. Maise ve Carney ne kadar tezcanlıysa, Arlene ve Raja bir o kadar sabırlıydı. Aralarındaki mesafe her ne kadar eşit gibi dursa da Arlene hep Maisa'ya bir adım daha yakın duruyordu. Kadınların ortak noktası Carney gibi bencil bir adamı sevmemeleriydi. Belli etmeseler de aslında Arlene konuştuğu anda rahatlıyorlardı.

Çünkü Arlene'nin ses tonu diğerlerine karşın daha ince ve rahatlatıcıydı.

Raja hepsinden biraz daha uzak duran taraftı. Carney ise hepsini yarı yolda bırakacak bir potansiyele sahipti ve hepsi bunu biliyordu. Ya çok bencildi ya da çok aptal.

Geçen birkaç saniyenin ardından ortamdaki gerginliği bölen bir ses yankılandı gökyüzünde. Bir kuş kanatlarını çarpıyordu fakat öyle kuvvetli çırpıyordu ki çok uzakta olsa da sesi kulaklarıma dolmaya başlamıştı. Karşımdaki dörtlünün gözleri gökyüzüne, arkama kayınca ben de oraya bakmak üzere hareketlendim.

Arkamı döndüğümde bakışlarım siyah gökyüzünde adeta parlayan mavi alevleri buldu. Çırptığı kanatlarının ardında bıraktığı mavi dalgalar havada ahenkle asılı kalırken gövdesinde harlanan mavi alevler göz kamaştırıcıydı. Havada süzülerek bana geliyor, kanatlarını her vuruşu gökyüzünde yankılanıyordu. Arkasındaki uzun kuyruğunun ardında bıraktığı alevler o hızlandıkça büyüyordu.

Mavi bir Anka Kuşu'ydu gökyüzündeki.

Yaklaştıkça detaylarını daha çok görebiliyordum. Cayır cayır yanıyordu gövdesi. O kadar göz kamaştırıcıydı ki parlayan mavi alevleriyle fazlasıyla asil duruyordu. Sadece birkaç saniyede uzun yolu katederek tam üstümde daireler çizmeye başladı.

Üç tur döndükten sonra süzülerek bana gelmeye başladı. Tüm duyguları hissediyordum ama kontrolü verdiğim taraf asla korkmuyordu. Aksine dudağının bir tarafı gururla havalanmıştı. Anka Kuşu süzülerek omzuna kondu.

Alevlerinin sıcaklığı yüzüme vursa da beni yakmıyordu. Bakışlarımla onu izlemeye başladım, gülümsüyordum. O an bir ayrıntı dikkatimi çekti, gagasının üstünde minik bir simge vardı. Beş kanatlı yıldız simgesi silikti ve üzerinde alevler geziyordu. Yakınıma gelmese asla göremezdim.

Sanki ben bu simgeyi bir yerde daha görmüştüm... Aklıma gelen detayla birlikte kaskatı kesilirken her şeyi bilen diğer tarafım halinden oldukça memnundu. Ben bu kuşu tanıyordum.

Nina!

Her şeyi aynıydı. Sadece o kafesin içindeyken alevleri yoktu ve biraz daha küçüktü. Onu çok az gördüğüm için sadece gagasının üzerinde belli olan yıldız simgesi oldukça dikkatimi çekmişti ama soramamıştım da.

Anka kuşu bir efsaneden ibaret değil miydi?

Gerçi bu yaşanılanları baz alırsam hayal ve gerçek olayını çoktan geçmiştik.

Ben Nina'nın bu halini incelerken sanki birleştirmem gereken detayları anlamam için bu kadar uzun süre bakmıştım omuzumdaki kuşa. Hareketlerimi hala diğer tarafım kontrol ediyordu. Olaylar durulmadan kontrolü kendime almam hiç mantıklı bir hareket olmayacağından hala bekliyordum.

Bu sefer adım sesleri yankılandı etrafta. Ben mi yanlış anlıyordum yoksa burada her bir hareket fazla gürültü mü yaratıyordu? Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bize doğru gelen kadını gördüm.

Koyu kahverengi düz saçlarını omuzlarının arkasına atmıştı. Gözleri de aynı saçları gibi koyuydu fakat buradan bile yeşil oldukları anlaşılıyordu. Buğday tenini üstüne giydiği uzun, yeşil bir elbise kapatıyordu. Omuzları açıkta kalıyordu, dekoltesi kalp şeklindeydi ve göğsünün hemen altında üçgen şeklindeki boşluk tenini gösteriyordu. O buraya doğru geldikçe etekleri yerlere sürünüyor, boynuna taktığı zümrüt yeşili kolye tüm ihtişamıyla parlıyordu.

Çok genç değildi, çok yaşlı da değildi. Diğerleri gibiydi. Fakat itiraf etmeliyim ki duruşu bile diğerlerine göre daha asildi. Bakışları bile olgun bir insanın bakışlarıydı, diğerleri gibi duygularına çok çabuk yenik düşmüyor olmalıydı.

O yaklaşarak tam önüme gelmeye başladığında omuzumdaki kuş havalanarak onun omzuna kondu. Gözlerini bir an bile ayırmıyordu benden. Ben bu kadını da bir yerden tanıyordum aslında diye düşünürken, dudakları hafifçe yana kıvrıldı.

"Hoş geldin, geveze kızım..."

Nalan teyze?

Ben hayretler içerisinde kalırken vücudum tam tersi bir şekilde onun gibi gülümseye başladı. "Hoş buldum..."

Diğer tarafım biliyor muydu onu?! Elbette biliyordu.

Ben daha da karışırken aslında şu an kontrolü verdiğim o tarafın her şeyin farkında olduğu gerçeğiyle yüzleşiyordum. Onu asla kabullenmiyordum. En başından beri içimde miydi? Öyle olduğunu varsayarsam neden kendini belli etmemişti? Ben bu yaşıma kadar böyle geldim ama 22 günün içine girince kendini gösteresi tutmuştu, neden?

Bir diğer konu ise Nalan teyzemin de kalkanı geçip benimle burada durmasıydı. Diğerleri siyaha hapsolmuşken o nasıl benliğinde beyazı da misafir etmişti? Ya o ölmemiş miydi?! Bu bedenimin zamanı doldu demişti. Öldüğü için mi buraya girebilmişti? Kafam allak bullaktı.

O sırada arkadan bir ses yükseldi.

"Yıllar sonra ha? Burada saklanıyordun demek. Biz de Darcia nerede diyorduk."

Arlene'nin sözleriyle bir kez daha hayrete düştüm. Nalan teyzem Darcia soyunun başı mıydı?!

Başı değil direkt o olmalıydı. O zaman Nare onun kızı mıydı?

Galiba kafayı yiyordum.

Kendimi sarmaşıkların arasında düşmüş gibi hissediyordum. Umarım işin sonunda o sarmaşıklar beni koca bir boşluğa yuvarlamazdı.

Karşımdaki kadının yaşlılığı Nalan teyzem değildi ama benziyordu. Tek değişmeyen şey kesinlikle gözleriydi. Ben onu ilk tanıdığımda bedeni her ne kadar yaşlı olsa da gözleri tam tersine öyle ışıl ışıldı. Asıl bedenini şimdi bulmuş gibiydi.

Arkamda konuşan Arlene'ye cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan direkt bana döndü. Gereksiz cümlelere yer yoktu sanki hayatında. "Gel gidelim, beni yeniden bulduğuna göre burada zaman kaybetmeyelim."

Gözleri bir an bile arkama kaymadan yürümeye başladı. Ben de onun peşinden gitmeye başladım, zaten arkamdakilerin daha da çıtı çıkmadı. Bu seferlik yenilgiyi kabullenmiş gibilerdi.

Geçmişteki savaşı Darcia soyu kazanmış olabilirdi fakat beni karşılarına alırken onu yanlarında istemeleri gerekmez miydi? Sonuçta onların düşmanları konumundaydım, Darcia da bir büyücü soyuydu ve hatta en güçlüleriydi. Neden hiç sorgulamadılar benimle gitmesini?

Aklıma gelen bir başka ihtimalle heyecanlanmıştım. Ya da o az önce benim yanımda olduğunu mu onlara söylemişti? Daha doğrusu safını belli etmişti. O zaman hala Lilith'in yanında olmalıydı. Diğerleri beni kıskansa da o bu hamlesini mantıklı karşılıyor olmalıydı. Çünkü savaşı Darcia soyu kazandıktan sonra o soyun Lilith'in yanında olmasını garipsemiyor olmalılardı.

Ya da Darcia soyu çok fazla itaatkardı onlar için.

Az sonra siyah dumanlar çıkmaya başlayacaktı zihnimden.

Eve doğru giderken gözlerimi etrafta gezdirdiğim için ilk kez Kersera denilen bu yeri geniş açıdan görebiliyordum. Çok garip bir manzarayla karşı karşıyaydım. İleride, bizim evin tam arkasından itibaren çiçeklerle doluydu. Burada sadece bizim ev mi vardı yoksa ben mi yanlış görüyordum?

Çiçekleri de farklıydı. Kırmızı olan her yerde Kırmızı Örümcek Zambağı, diğer adıyla Ölüm Çiçeği varken, beyaz olan çizgilerin üstünde ise Kardelen çiçekleri vardı. Her biri karışık bir şekilde bir aradalardı.

"Kırmızı Örümcek Zambağı ölümü simgeliyor, Kardelen ise yaşamı." Bakışlarımı ona çevirdiğimde, "Zaten biliyorum bunları," diyerek yanıt vermiştim.

"Ama o bilmiyor," dedi gözlerime bakarken. Benden bahsediyordu. Doğru ya, o beni biliyordu!

Sonunda beni bilen ve düşünen biri...

"Aslında çiçekleri gördüğün o yerden sonrasında da arafta kalmış kişiler var. Bizim gibi buraya girebiliyorlar." Bana biraz daha yaklaşarak eğlenen bir sesle fısıldadı. "Buraya Lilith bile giremiyor."

Lilith saf siyahtan oluştuğu içindir.

"Yanlış yolu denediğine o kadar eminim ki. Seni hala kabul etmedi değil mi?" Bu soru bana değildi bu sefer. Kontrolü verdiğim diğer kısma sormuştu. Kafamı iyi yana sallayarak yanıtladım. Bu hayır demekti.

Evet onu kabullenmemiştim.

"Yaptığın yanlış ne biliyor musun?" diye sordu. Bir abla şefkatiyle yaklaştığını hissedebiliyordum. Minik adımlarla ilerliyorduk ve çoktan arkamızdaki o dörtlüyle aramıza mesafe koymuştu. Yani rahatça konuşabilirdik.

"Sen ondan kendisini bırakıp seni seçmesini istiyorsun. Böyle bir şey senden istenilse yapabilir misin?"

"Beni seçmezse aynı hatalara girişebilir. O benden daha zayıf!" diyerek diğer tarafım kendimi savunmaya başlamıştım bile. Karşımdaki koyu yeşiller anlamamı ister gibi bakıyordu bana. "Maviye bulanan birini tamamen siyaha çekemezsin. Sadece siyaha da yer vermesini isteyebilirsin."

Sessiz kaldım bu sefer. İkilemde kaldığını hissedebiliyordum. Karşımdaki kişinin yani benim için Nalan teyzemin ama onun için Darcia'nın düşünceleri oldukça önemli olmalıydı.

"O kötülüğü istemiyor, hiçbir zaman istemedi. Senin neler yaptığının farkında olduğu için kabullenmiyor, kabullenemiyor. Kendinle barışman için öncelikle kendi zihnindeki o duvarları kırman gerekiyor."

"Kırmıyor ama," dediğimde, "Hiç yardımcı olmadığın içindir," diyerek yanıtladı.

İki tarafımı da bu kadar iyi tanıması beni şoka uğratıyordu. Artık ona nasıl baktıysam, "Hiç öyle bakma, iki zamanını da biliyorum, yanındaydım. Bir zahmet bu kadar seni tanıyayım," demişti.

Artık kendi halime geri dönebilirdim değil mi? Sonuçta tehlikeyi atlatmıştık. Melek evde baygın yatarken daha fazla böyle durmak istemiyordum. Bazı soruların cevabını da öğrenmeliydim.

Kontrol bende! dememle birlikte kontrolü ele aldığımda aniden yaptığım için hem diğer tarafım hem de Nalan teyzem buna hazırlıklı değildi. Bana şaşkınca bakıyordu.

En iyi tarafı ise artık görebiliyordum. Gözlerim açılmıştı!

"Vay canına..." diye mırıldandı. "Buna şahit olmak çok garip hissettirdi. İrislerinde o renk değişimi görülmeye değer..."

Artık vücudumun verdiği tüm tepkiler benim elimdeydi. Karşımda günler önce bana öldü denilen Nalan teyzem vardı. Gidişi o kadar ani olmuştu ki üzüntümü bile doğru düzgün yaşayamamıştım. Elimde bir kâğıt parçasıyla öylece kalmıştım. Bana onun gerçek bile olmadığını söylemişlerdi.

"Yaşıyorsun..." diye fısıldadım ona karşı. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Kanlı canlı karşımdaydı. Tanrım... Aniden ona atılarak kollarımı boynuna doladım. "Ölmüştün sen... Bana senin gerçek olmadığını söylediler!" Kollarını çoktan belime dolamıştı. Onda şefkati hissediyordum. Annemden bile alamadığım o duyguyu bana aşılıyordu.

Bende yeri hep ayrı olacaktı.

"Ölmüştüm çünkü..." dediğinde ondan ayrıldım. Onun da gözlerine hüzün çökmüştü. Az önce konuştuğu diğer tarafıma farklı, bana farklı bakıyordu. Nasıl davranacağını artık çözmüş gibiydi.

Ölmesi buraya nasıl girdiğini kanıtlıyordu. Hem ölmüş hem de yaşayan kişilerin buraya girdiğini biliyordum. Soracağım tonlarca soru vardı belki ama meleğim de iyi değildi. Önce onu sormak istedim. "Melek peki, nasıl girebiliyor buraya?"

Söylemekten çekincesi varmış gibi bakıyordu. "Söylememi istediğine emin misin?" diye sordu. Alacağım cevaptan korkmaya başlamıştım. Fakat artık bazı şeyleri öğrenmem de gerekiyordu.

Onaylamak adına başımı sallarken korktuğumun farkındaydı. Ama söylemekten geri durmadı, söylemezse ısrar edeceğimi biliyordu çünkü.

"Lilith'in sana verdiği o hançer basit bir hançer değildi. Kanatlarını kesmiştim evet ama aynı zamanda cennetten kovulmasını da sağladın."

Soluduğum nefes bile ağır gelirken her öğrendiğim yeni bilgi daha da ağırlaştırıyordu üstümdeki yükü. Duraksadığında devam etmek istemediğini görebiliyordum. Kurumuş dudaklarını ıslattığında sıkıntılı bir şekilde nefesini verdi.

"O hançere günah tohumları ekmişti. Ve bir Meleğin hayatında minik bir siyah nokta bile olamaz."

Hem kanadını almış hem de cenneten kovulmasını sağlamıştım. Bu nasıl bir kin, öfkeydi de Lilith böyle bir plan kurmuştu? Bu kadar mı reddedilmeyi kendine yedirememişti? Ona karşı içimdeki nefret katlanarak büyüyordu.

"Sen bilmiyordun ama bunu," diyerek düşüncelerimi böldü. "Beni kullandı ama planın hepsini anlatmamıştı değil mi?" diye sordum. Şeytanların en başından sadakat beklemek aptallık olurdu zaten değil mi? Peki bu hataya diğer tarafım nasıl olur da düşerdi?

Bilmediğin çok şey var.

"Anlat o zaman!" diyerek bağırdığımda Nalan teyzem korkarak iki adım geriledi. "Tek yaptığın susmak! Senin günahını neden ben çekiyorum? Kahretsin sen nasıl bir işe bulaştın?!" İnanamıyordum gerçekten. İçimden falan konuşmak umurumda değildi. Diğer tarafımda konuştuğumu anlamıştı zaten Nalan teyzem.

Ellerimi saçlarıma geçirdiğimde çıkış yolu arar gibi etrafımda dönüyordum. Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak fikrim yoktu. Nasıl kurtulacaktım bu durumdan, bu günahtan?

"Seninki nasıl bir nefretti de bunu yapabildin? Sen bir meleğin kanatlarını nasıl kesersin?!" Ellerimin saçlarımı çekiştirdiğini Nalan teyzemin bileklerimi çekiştirmesiyle farkında varmıştım. Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımla kendimi boğmak istiyordum bazen.

"Yetmemiş cennetten kovulmuş. Hala beni o tarafa çekmeye çalışıyorsun. Bir insan daha ne kadar kör olabilir?!"

"Öyle deme Gece, göremediğin çok şey var," dediğinde beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama o kadar doluydum ki bunu önemseyemiyordum. "Gösterin o zaman!"

Dizlerimin üzerine çöktüğümde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Yoruldum artık," dediğimde buğulu gözlerle koyu yeşillere baktım. "Ben bu günahı kendi sırtıma yüklemeyeceğim, duydun mu beni?" Elimi kaldırıp evi gösterdim. O'nun benimle ilgilenip bir an bile yalnız bırakmadığı o evi gösterdim.

Bu düşünce beni daha çok boğunca ağlamam artmıştı. Ellerim titreye titreye orayı gösterdim. "O'nun iyileşmesi için çabalayacağım. Ardından hayatımdan çıkması için ne gerekiyorsa onu yapacağım. Aksi halde zarar veriyorum ona. Yüzüme nasıl bakıyor aklım almıyor. O yaptıklarımdan sonra..."

Elimi kalbime bastırdım. "Bu yük bana ağır ve ben sırtlamak istemiyorum daha fazla."

Nalan teyzem de benim önümde diz çökmüştü. Omuzlarımdan tutarak beni kendine çektiğinde omzuna yaslanmıştım. Sormam gereken, sırtıma yüklemem gereken daha birçok ağırlık olmasına rağmen ben orada dakikalarca ağladım. Bu güçsüzlük değildi. Bu aslında çaresizliğin vaveylasıydı.

Bir insanın kendine bile bu denli uzak olması yalnızlığın da yalnızlığı gibiydi. Herkes tam biriyken ben yarımdım sanki. Yüküm neden tamdı o zaman?

Darcia'ya söyle zihin kalkanını aktifleştirsin.

Onun sesini bile duymak o öfkeyi harlıyordu. Kapa çeneni.

Sana ne diyorsam onu yap.

"Söylemeyeceğim!" diyerek mırıldandığımda içimden ya da dışımdan konuştuğum o kadar umurumda değildi ki şu an. "Ne diyor?" diye sordu Nalan teyzem. Ona cevap vermesem ayıp olur diye düşündüm. "Zihin kalkanını aktifleştirecekmişsin."

Sanki zaten bunu dememi bekliyormuş gibi rahatlayarak nefesini vermiş bir de üstüne üstlük, "Nihayet..." diye mırıldanmıştı. Ben artık ortada neler döndüğünü sormayı bırakmıştım.

Ne saklıyorsanız saklayın. Ben artık yokum.

Bu bile içimi yakmaya birebirdi. Ne demek meleği bir daha göremeyeceğim? Alışmıştım ona. Bencil olmamam lazımdı. Ama özlerdim ki onu...

Dudaklarım titremeye başladığında yeniden gözlerim dolmuştu. Hiç iyi değildim şu an. Tek istediğim biraz sıcaklık ve uyku. Isınmak önemliydi.

Nalan teyzemin anlamadığım dilde birkaç cümle mırıldandığını duydum. Gözlerim ağrıyordu, odaklanamıyordum. Dinlenmem lazımdı. Uzunca bir süre. Hem de çok uzunca bir süre.

Şimdi pes edemezsin! Duydun mu beni?!

Kafamın içinde yankılanan hiddetli ses beni o kadar etkilemiyordu ki.

Seni dinlemeyi bırakıyorum artık.

Kahretsin, intikam alacağım! Duydun mu beni? İntikam alacağım ondan!

Ne?

Sesindeki öfke ve korkuyu her bir zerremde hissetmiştim. Öyle ki bu, gözlerimi açarak dikleşmemi sağlamıştı. Korkmasının nedeni ondan vazgeçersem yapamayacağı ihtimallerdi. Bunu oldukça belli ediyordu.

Zihnine girebiliyor. Bu yüzden sana söyleyemiyordum. Darcia'yı bulmamız lazımdı. Ondan başkası aktifleştiremezdi kalkanı. Şimdi beni iyi dinle. Ben zihnimi koruyabiliyorum lakin sen bunu yapamıyorsun. Beni kabullenirsen bizi koruyacağım. Evet onun yanına çekmeye çalışıyorum seni. Çünkü düşmanını en iyi yakınındayken vurursun!

Bunca zamana kadar bu yüzden mi böylesine ısrarcıydı? Böyle bir günahı işlettirene hala itaatkâr olması deli ediyordu beni. Darcia'yı bekliyor oluşu aslında hayatın döngüsünden dışarıya çıkamadığımızı gösteriyordu. Beklemek zorundaydı. Aynı bunu söylemek için Darcia'yı beklediği gibi.

Büyük bir kumar oynuyorduk.

Büyük bir yanlış yaptığımın farkındayım. Çeviremeyeceğimin de farkındayım. Ama bunun intikamını alabilirim. Sandığından daha güçlüyüm, güçlüyüz! Şimdi pes edersen her şeyi mahvedeceksin. Sana beraber olmayı teklif ediyorum, bunu başarabiliriz.

Galiba onunla ilk defa birlik olacaktım. Bu yaptıklarının elbet bir affedilir bir yanı yoktu ama şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Bize ikinci bir şans verilmişken her şeyi mahvediyorsun demişti. Aynı zamanda o benden daha zayıf da demişti. Yeniden yenilmemden korkmuştu. Yine aynı hataları yapmaktan.

Onu kabullendiğim an intikamına başlayacaktı lakin iki seçeneği vardı o halde. Ya ben kabullenecektim o bizi koruyacaktı, ya da şimdiki gibi Darcia'yı bekleyecektik. Onu Kabullenmediğim için ikinci seçeneğe kalmıştık. Şimdi zihin kalkanları açıldığında göre gerçekleri gün yüzüne çıkarabilirdi.

Belki olanları geri alamazdım ama bizi kandıran o şeytanı tuzağa çekebilirdim. En azından bunu O'nun için yapabilirdim. Her ne olursa olsun o bir melekti. Yapamayabilirdi ama ben ne onun gibi melek değildim. O'nun yerine ben alabilirdim intikamını.

O'nun için yapabileceğim en büyük iyilikti belki de bu. Yani elimden gelen...

Pekâlâ, yapalım şu işi.

Kendimden emin çıkan sesim istediğine ulaştığı için derin bir nefes verdirmişti. Önce onu uyandırmamız gerekli. Daha doğrusu Arlene'nin zehrini atması gerekiyor. Ve ateşin panzehri de ateştir. O'nun ateşini O'na verebilecek tek kişi var.

O da ben oluyorum...

Aynen öyle. Ateşini öyle basit bir şekilde veremezsin. Burada önemli olan hissiyatının en yükseklerde olması. Yani onu yakman için ilk önce kendin yanmalısın.

Bunu nasıl yapacağım? diye sordum. Vücudum buz gibiydi. Nasıl ısınacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Düşüncelerimi tahmin etmiş olmalı ki, sen zaten yanıyorsun Gece dedi bana.

Tek yapman gereken onu öpmek.

Ne? Neresinden?

Dudağından...

❤️‍🔥

Bir diğer bölümde olacakları düşündükçe tansiyonum çıkıyor, ateş basıyor... Yanayacağız arkadaşlar, ziyadesiyle...

Nasıldı, beğendiniz umarım bölümü?

Ve evet, tam da o anda Auria'nın odağı bozuldu ve zihnine girdi o varlık. Evde bir insan gibiydi yani bu demek oluyor ki duygularına hükmü zayıflamıştı. Kendini tutamadıysa demek....

Böyle bir hamle bekliyor muydunuz Gece'nin diğer tarafından? İntikam vakti.

Ah peki Nalan teyze... Darcia olmasını bekliyor muydunuz hiç?

En sevdiğiniz sahneyi de alayım buraya.

Hepinizin yorumunu teker teker okuyorum. Bazılarınızın teorileri çok hoşuma gidiyor. Çok yaklaşanlar da var. Hiç yaklaşmayıp cebelleşen de var ldşcmdckms Ama hepiniz çok hoşsunuz, sizi olacakları düşünürken izlemek isterdim...

Bir de hep yapmak istemişimdir, hadi tuttu tutmadı oynayalım. İlk yorum yapan kişi Auria'sı olsun istermiş...

Ve son olarak, seviyorum sizleri. Güzel kalın ♡

Gelecek bölümde görüşmek üzere! 

İnstagram: Darkpsykhe

darkpsykhe

Continuar a ler

Também vai Gostar

662K 22K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
14.8M 602K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
ELIYS (+18) Por Duru

Mistério / Suspense

158K 9.4K 53
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
3.6K 146 15
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...