GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

By sezgisalman

88.6K 10.2K 753

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

36. Bölüm

1.5K 173 17
By sezgisalman

Levent oflamamak için kendini zor tutuyordu. Annesi pijamalarını değiştirmesine bile izin vermeden gözlerini bağlamıştı. Abartılı bir neşeyle Levent'i oradan oraya sürüklüyordu. Bir ara babasının sesini de duymaya başlamıştı Levent. Bu görmeme hali sinirini bozuyordu biraz ama doğum günü de böyle bir şeydi. Bugün sürpriz yağmuruna tutulacaktı belli ki.

Ayağına botlarını el yordamıyla geçirirken "Anne madem dışarı çıkacaktık, bari üstümü değiştirseydim. Pijamaylayım?" diye sitem etti dayanamayıp. Sıla "Şşt! Bir şey olmaz. Fazla uzağa gitmeyeceğiz," dedi montunu giydirirken.

"Fazla uzağa gitmemizi gerektirmeyen nasıl bir sürpriz bu? Bakkal Himmet amcadan Kinder sürpriz almayacağız umarım? Çünkü o altı yaşımda işe yarıyordu."

Sıla ve Harun, Levent'in sözlerine gülerken Harun Sıla'ya bakarak "Yalnız güzel nostalji olurdu. Benim de canım çekti. Gidip alalım bence," dedi.

Sıla kapının önündeki çanaktan paraları alıp cebine attı. Levent "Ha siz ciddisiniz?" dedi şaşkınca.

"Yahu bi sabırlı ol be evladım! Çok pişman olacaksın bu söylenmelerine!" dedi Harun. Levent onun da montunu giydiğini duydu.

"Uykusundan uyandırdık diye böyle huysuz. Biliyorum ben oğlumu!" Sıla uzanıp şefkatle Levent'i yanağından öptü. Levent hazırlıksız yakalandığı bu hamle karşısında güldü.

Beraber asansöre binip aşağı indiler. Gerçekten nereye gideceklerini aşırı merak ediyordu Levent.

Apartmandan da, bahçe kapısından da çıktılar. Sıla Levent'i kaldırımda durdurdu. Harun gidip haşır huşur bir şeyler yaparken Levent'in artık kalp atış ritmi değişti.

"Hazır mısın? Hazırsan açıyorum?" dedi Sıla Levent'in arkasından.

"Ben hazırım inşallah. Sen de hazır mısın?" diye sordu annesine.

Sıla gülerek bandın arkasını çözdü. Levent gözlerini ovuşturarak açarken tam karşısında gördüğü babasına ve yanındaki şeye bakakaldı.

"İyi ki doğdun benim güzel oğlum. Ve inşallah... inşallah kazasız belasız güzel günlerde kullan!" dedi Sıla sevinçle Levent'in yanına gelip ellerini çırparak. Sonra uzanıp dayanamayarak bir kez daha şiddetle yanağından öptü. "İyi ki doğurmuşum! Yakışıklı oğlum benim!"

"Bu benim mi?" diye sordu Levent karşısındaki Honda PCX model siyah motoru göstererek.

Harun tertemiz sıfır motosiklete iç geçirerek baktı. "125 CC, gıcır gıcır motor valla. Sıfır hem de. Annen beni nasıl ikna etti, hala bilmiyorum."

Levent sersemlemiş bir halde motora doğru yürüdü. "Gerçekten benim?" dedi bir kez daha şaşkınca.

Harun elini göğsüne koyarak "Teşekkürler Leventcim ama ben şükür 125 CC üstü kullanabiliyorum. O yüzden annen bana motor alacak olsa bunu almazdı," dedi. Aklı sıra oğluna takılıyordu.

"Binsene bi!" dedi Sıla anahtarı Levent'in gözleri önünde sallayarak. Levent robotik hareketlerle anahtarı annesinden aldı. Şaşkınlığını bir türlü üstünden atamıyordu. Ezbere hareketlerle motora dokunup anlamaya çalışırken Harun yine duruma müdahale ederek oğluna tüm detayları aktardı. Levent oturup ayaklığı kaldırdı. Sonra babasının yönlendirmelerini, yarı hayal baloncuğu içerisinde dinleyerek dediklerini yaptı ve motoru çalıştırdı. Daha önce babasının motorunu kullanmışlığı vardı ama bu çok son model bir şeydi. Talimatları aldıktan sonra gazı verip sokağın başına kadar gidip bir geldi. Ancak o turu atınca olayın gerçekliğini ve şokunu kavrayabilmişti.

Annesinin önünde durup motoru durdurduğunda "Anne sen n'aptın?!" diye bağırdı. "Bu delilik! Resmen çılgınlık! Ben sana nasıl teşekkür edeceğim ki şimdi?! Ben gitar falan aldınız sandım. Ya da playstation."

"Evet, playstation'ı da bakkal Himmet'e bıraktık," dedi Harun. "Sürpriz olsun diye."

Sıla gülerek uzanıp motordan inen oğluna sarıldı. Levent de resmen sevinçten annesini havaya kaldırıp döndürdü. "Çok çok çok teşekkür ederim! Sen dünyanın en müthiş annesisin!"

"Dur oğlum yavaş o kadar da değil!" derken gülüyordu Sıla.

"Hop hop hop! Onlar benim hareketlerim, indir anneni aşağıya!" diye bağırdı Harun.

Levent yüzünde kocaman bir gülümsemeyle defalarca kez annesini öpücüklere boğdu. "Söz veriyorum, çok çok çok çok dikkatli olacağım!"

Sıla ona güvendiğini belli edercesine gülümsedi. "Hiçbir zaman kasksız, dizliksiz, ceketsiz binmeyeceksin. Onları da aldık, yukarıda. Seninle beraber biri daha binerse ona da kask aldık." Sıla Harun'a kısa bir bakış attı. "Bu arada fikir benimdi ama peşinatını baban ödedi. Bence o da iyi bir teşekkürü hak ediyor."

Levent buruk bir gülümsemeyle babasına döndü. Resmen gözleri dolu doluydu. Bunu hissediyordu. Gidip babasına da sımsıkı sarıldı. "Teşekkür ederim," deyip geri çekildiğinde ağlamamak için alt dudağını ısırdı. Onun o halini gören Harun bir kez daha oğlunu tekrar kendine çekip başını omzuna bastırdı. "Gel buraya kerata!.. İyi ki doğdun! Nice mutlu senelere."

"Teşekkür ederim baba! Sen de iyi ki benim babamsın!" dedi Levent gerçekten içinden gelerek. Bunu sesli olarak dediğine inanamıyordu ama demişti. 'Tüm değişenlere inat... İyi ki benim babamsın!' diye ekledi içinden.

"Sevgi seansı bittiyse gerçekten Kinder almaya gidelim mi?" dedi Sıla. Gülüşerek üçü beraber bakkala yürüdüler.

***

Levent'in acilen Nilay'la Beşiktaş'ta buluşması gerekiyordu çünkü Nilay da sürprizi konusunda çok dakikti. Bin defa geç kalma diye tembihlemişti. Ayakkabılarını giyerken—sürprizden beridir salak salak gülümsüyordu—telefonu hoparlöre alıp Nilay'ı aradı. Bağcıklarını bağlarken telefon açıldı.

"Sakın hala hazırlanmadım deme!" dedi Nilay.

"Hazırlandım, hazırlandım da... Böyle acele acele darlanmamıza gerek yok artık. Ailemin muhteşem hediyesi sayesinde böyle nereye yetişmemiz gerekiyorsa, kolayca yetişebiliriz. Gelip seni alsam olmaz mı?"

"Beni almaya gelirsen çok zaman kaybederiz."

"Motorla bile mi? Bence motorla hareket edersek her yere zamanından bile önce yetişiriz. En azından nereye yetişmemiz gerektiğini bilseydim belki..."

Nilay bir an için sustu hattın öbür ucunda. "Vay canına... Ailen sana motor mu aldı doğum günü hediyesi olarak? İyi de buna yaşın yetiyor mu?"

"125 CC'ye kadar olan motorlar için A1 ehliyeti yetiyor. Bende var geçen seneden beri. Sana bunu dememiş miydim?" Levent bağcıklarıyla işi bitince aynada saçını başını düzeltmeye başladı.

"Yok, bilmiyordum. Ama havalıymış. Ben daha önce hiç motora binmedim ve yetişmemiz gereken yer karşıda. İlk seferimde köprü geçmek çok istemem açıkçası. Hele de bu havada."

Levent her ne kadar bugün o motoru kullanma konusunda hevesli olsa da Nilay'ın da bu savunmasında haklı olduğunu biliyordu. Dışarısı buz gibiydi. Hatta hafta sonu kar falan bekleniyordu.

"Pekala, o zaman ben on dakikaya Beşiktaş'tayım. Haberin olsun."

"Tamamdır, ben de aşağı yukarı öyle geleceğim. Motor iskelesinde buluşalım."

Sözleştikleri gibi Beşiktaş'taki Üsküdar motorlarının kalktığı yerde buluştular. Nilay öyle acele ediyordu ki Levent onu öpememişti bile Nilay elinden tutup kalkmak üzere olan motora sürükleyince. Motora bindikten sonra da soğuğa rağmen arka kısımda dışarıda durmayı istemişti Levent. Çünkü gerçekten içinde kalmıştı Nilay'ı öpememe durumu.

Motorun arka kısmında kuytu bir noktada dururlarken Levent Nilay'ın üşüdüğünü görünce onu kendine çekerek sardı. Motor ancak hareket edince Nilay biraz rahatlayabildi. Levent'e doğru dönüp ertelediği şeyleri yaparak ona sımsıkı sarıldı.

"Özür dilerim ilk anda izin vermediğim için. Bunu kaçırsak çok üzülürdüm."

Levent gülerek ona sıkı sıkı sarıldı ve bulabildiği çıplak bir noktasını öptü. Soğuktan öyle sarıp sarmalanmıştı ki—haklı olarak—tenini bulmak zor gibiydi. "Sorun yok aşkım. Bir de nereye gideceğimizi anlasam..."

"Tahmini on beş yirmi dakikaya anlayacaksın zaten. Sabret azıcık daha." Nilay da onun yanağına bir öpücük bıraktı. "Umarım beğenirsin. Bir motorun kıyısından köşesinden geçmez ama benim de elimden gelen bu."

Levent sessizce güldü. Nilay'ın yüzünü avuçları arasına aldı. "Senin düşünmen ve varlığın bile fazlasıyla yetiyor. Hiçbir şey yapmasaydık da mutlu olurdum ben. Yeter ki seninle olayım."

Nilay bu sözlerin üzerine çevresine hızlıca bir göz atıp Levent'in dudaklarına doğru meyletti. Aklı sıra küçük bir öpücük alacaktı ama öpücük işi beklediğinden biraz daha büyüdü. Levent onu belinden sıkı sıkı tuttu. "Umarım sürprizin bizim bol bol öpüşebilmemizi sağlayacak bir sürprizdir?"

Nilay belli belirsiz gülümsedi. "Belli olmaz."

Gerçekten on beş dakika sonra Harem otogarının önünde otobüsten inince Levent iyice kıllanmaya başlamıştı. Nilay'ın yarım adım gerisinde, yanında yürüyordu. Bir sürü peronu geçip bir tanesinin önüne geldiklerinde Nilay çantasından iki tane bilet çıkardı. "Ha baya gidiyoruz?" dedi Levent şaşkınca. Sonra gülerek ekledi. "Beni kaçırıyor musunuz Nilay Hanım?"

Nilay gülümseyerek ona baktı. Başını onaylarcasına salladı. "Elimden geldiği kadarıyla."

"Nereye kaçırıyorsun peki?"

"İkimizin de olmak istediği bir yere."

***

Anıl parmaklarını masada tıkırdata tıkırdata oturuyordu. Günlerdir hala modu düzelmemişti. Yüzü bir türlü gülmüyordu. Çünkü Yaz'la hep soğuk konuşuyorlardı. Diğer gruplarda millete neşe saçan kız, Anıl'la özele geldi mi buzdolabına dönüşüyordu. Onu ancak buluşmaya ikna edebilmişti bugün. İstanbul'a geldiklerinden beri hiç görüşmemişlerdi. Aynı evde yaşayan bir ikili için üç gün görüşmemek bile iddialı bir hareketti.

Yaz ağır botlarını sürüye sürüye gelip direkt Anıl'ın karşısına çöktü. Anıl doğrulup ona bakarken atkısını ve beresini çıkardı. "Günaydın," dedi.

"Günaydın," diye mırıldandı Anıl da. İkisinin de ses tonu hala mutsuzdu.

Aslında ortada kimsenin suçu yoktu ama anlamsız bir gerginlik vardı. Yaz 'sevişsek rahatlayacağız' diye düşünüyordu içten içe. Zira bu konu büyüdükçe işler saçma bir hal alıyordu.

"Nasılsın? N'apıyorsun? Seninle aynı evde olmamak garip geliyor bana." Anıl bu sözlerinde dürüsttü. Her ne kadar ilk önce beyaz bayrak uzatan taraf olmak istemese de—çünkü o akşam kurban oldukları arkadaşlar Yaz'ın arkadaşlarıydı—kendini pek tutamıyordu. Yaz'ı görünce onu ne kadar çok özlediğini, artık onu görmeden bir gün geçirmenin bile ne kadar zor olduğunu anlamıştı.

"Pek bir şey yapmıyorum. Genelde Makarna'yla uğraşıyorum. Beni çok özlemiş, ben de onu çok özlemişim. Fena değilim, bildiğin gibiyim. Sen nasılsın?"

Anıl saklamayı beceremediği bir özlemle bakıyordu Yaz'a. Dayanamayıp masanın üstünden uzanarak onun ellerini tuttu. "Seni özlüyorum. Hem de deli gibi."

İşte! İnatçılığı buraya kadardı. Oysa yelkenleri suya indiren taraf olmayacağına dair kendine ne söz vermişti.

Yaz da kendini tutamıyordu. Yumuşayan bakışlarla ellerini tutan ellere baktı. Sonra o da dayanamayıp hafifçe Anıl'ın elini okşadı. "Ben de özledim," diye mırıldandı.

Anıl bunu duyar duymaz gülümsedi. Sandalyesini hemen Yaz'ınkinin yanına çekerek ona yaklaşmış oldu. Uzanıp yanağına bir öpücük kondurdu. Geldiğinden beri onu öpmemek için zor duruyordu zaten. Yaz da hemen yumuşamıştı. Dayanamayıp hafif hafif gülümsemeye başladı.

"Sana bir şey sormak istiyorum," diye lafa girdi Anıl onun ellerini tutmaya devam ederken. Her duygusunu okuyabilmek adına gözlerini onun gözlerinden ayırmıyordu. Yaz da pür dikkat dinlediğini belli edercesine onun gözlerinin içine baktı.

"Ben artık söylemek istiyorum. Herkese... Ankara'dayken susmak çok kolay ama şimdi evde aşırı bunalıyorum. Babam eskisinden çok daha fazla laf sokuyor, keza Ahu da! Ahu'nun sözleri öyle bir batıyor ki anlatamam. Hem artık saklamanın da bir anlamı yok. En fazla ne olabilir ki?! Can ve Başak'ta olduğu gibi başta bir iki şüphe ederler, sonra alışırlar. Onlara nasıl alıştılar görüyorsun."

Yaz ağır ağır onun ellerini okşamaya devam ederken derin bir nefes aldı. "Ben de istiyorum. Geçen Başak ne güzel Ebru teyzelere gitti, kıskanmadım diyemedim. Ben de öyle şeyler yapmak istiyorum."

Anıl hafifçe sırıttı. "Bizimkilerle mi tanışmak istiyorsun?" diye sordu. Hemen akabinde Yaz'dan omzuna bir darbe yedi tabii. Anıl hızlıca toparlandı. "O zaman adım adım söylemeye başlayalım, ne dersin? Ben sanırım ilk anneme söyleyebilirim."

"Benim ilk kızlara söylemem lazım. Herhangi birini önceliklendirerek söylersem kan çıkar."

Anıl oflayarak gözlerini devirdi. "O zaman söyleyelim gruptan gitsin."

"Telefondan mı? Yirmi iki kişinin olduğu grupta öyle pattadanak biz beraberiz mi diyeceğiz?"

"E tek tek gitmek olmaz diyorsun, toplu söylemeye de olmaz diyorsun. Ne yapacağız o zaman?"

"Kızların hepsine neden toplu söyleyemiyorum? Biz toplaşacağız onlarla yarın, o zaman söylerim."

"Kızların hepsine söylemek zaten herkese söylemekten farksız. Babam Ahu'dan öğrenirse bir de onunla uğraşmak zorunda kalırım. Önce annenlere söylesen sen de?"

Yaz düşünür gibi dudaklarınız büzüştürdü. Tam durumu kabullenecekken masadaki telefonu titremeye başladı. İkisinin de bakışları telefon ekranına kaydı.

Bahar arıyordu.

"Bak iyi insanlar!" dedi Anıl gülümseyerek. Arkasına yaslanıp Yaz'ın telefona yanıt vermesini bekledi.

"Efendim anniş?"

"Aşkım n'apıyorsun?"

"Dışarıdayım anne, yürüyüşe çıkmıştım. Sen n'apıyorsun? Ters bir durum yok değil mi?"

"Yok bebeğim, akşam Başak teyzenlere yemeğe gideceğiz, onu haber verecektim. Baban işten erken çıkabilirse eve uğrayıp seni alacak. Haberleşiriz."

"Aaa? Nereden çıktı şimdi bu? Babamın gelmesine gerek yok, ben kendim geçerim."

"Öyle çıktı işte. Çağatay davet etmiş. İyi oldu valla yemek yapma derdinden kurtulduk."

Yaz kıkırdadı. Anıl'a bakmaya devam ediyordu. "Tamam o zaman. Dediğim gibi ben kendim geçerim onlara. Belki erken giderim zaten. Orada buluşuruz."

"Tamamdır aşkım. Dikkat et, üşüme dışarılarda. Makarna'yı da getir getirebilirsen."

"Tamam anniş. Öptüm çok."

"Ben de bir tanem."

Yaz suratında muzip bir gülümsemeyle telefonu kapattığında Anıl merakla ona bakıyordu. "Eee?"

"Akşam size geliyormuşuz?"

Anıl şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Bu bilgi bende yok."

"Belki de yeni bir plandır. Baban çağırmış."

"Allah Allah! Gerçekten yeni bir plan olmalı. Sabah bize bir şey demedi çünkü."

Yaz yerinde hafifçe dans eder gibi kıpırdandı. "Bence başlangıç için çok ideal değil mi? Ahu hemen gruba yazacağı için herkes anında öğrenmiş olur böylelikle?"

Anıl başını öne eğerek güldü. "Neden beni şu kızlar kadar sevmiyormuşsun hissine kapılıyorum..." diye yarım bir cümle kurdu Yaz'a tebessüm ederken.

"A-aa! Ayıp ama! Onlar başka sen başkasın! Herkesin yeri ayrı."

Anıl trip atar gibi tepeden tepeden baktı. "Yine de insan bir yükselme, bir terfi bekliyor. Erkek arkadaş olup, kalbinde hala aynı yerde olamam?"

Yaz 'tamam artık seninle laf cambazlığı yapamayacağım' bakışı attı Anıl'a. Ama Anıl'ın bu sevilme açlığı hali bazen onu korkutmuyor değildi. Henüz psikolojide bir dönem okumuştu ama işleri biraz daha anlamaya başladığında Anıl'dan istemediği şeylerin gelmesinden biraz tırsıyordu. Şimdi böyle şakalaşmalar bilmem neler eğlenceliydi de, umuyordu ki işler sıkıntılı bir hal almazdı ileride.

***

Levent otobüsten inip neredeyse diz boyu kar olan alana doğru ilerledi. Nilay da sıkı sıkı sarınma işini tamamlamış, çantasından Levent'in asla yanına almayacağını bildiği için onun takması adına getirdiği bere eldiven ve atkıyı çıkardı. Levent'in peşinden koşturup "Lütfen bunları giyer misin? Bunlarsız olmaz!" dedi.

Levent sevinçten gözleri parlayarak Nilay'a döndü. Onun uzattığı siyah yün takıma bakarak "Senin için özenle hazırladığım saçlarımı bozacak ama bu?" dedi.

Nilay kıkırdadı. "Ben seni her halinle beğeniyorum. Ayrıca dış görünüş bende bir kıstas değil. Saçını istediğin kadar çirkinleştir, yine seni beğeniyor olacağım." Sözlerinin ardından kendi elleriyle Levent'i giydirdi. Zaten hafif hafif kar atıştırıyordu, hemen kafası beyazlamıştı. Montunun üstünü biraz açıp atkıyı da güzelce bağlarken Levent de eldivenleri giydi.

"Hayatımdaki en güzel doğum günüm bu. Önce Isırgan, sonra motor, şimdi de Kartepe sürprizi. Şu dünyada benden daha mutlu bir insan yoktur."

Nilay kendi sürprizinin Isırgan ve motor gibi bir sürprizin yanında çok sönük kaldığını biliyordu. Ama Levent'in gözlerindeki mutlulukta bir katkısının olduğunu bilmek bile çok güzeldi.

"Akşam dönüş biletimiz yedide ona göre."

"Külkedisine dönüşme saatimizi de belirlediğimize göre şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Levent hevesle.

"Sen ne istersen onu? Kartopu savaşı, kardan adam, kızak, yürüyüş... Doğum günü çocuğu sensin."

Levent muzipçe gülümsedi. "Seni öyle çok seviyorum ki, nasıl sana kartopu atacağım hiçbir fikrim yok."

Nilay da sırıttı. "Desene çok eğleneceğiz ve savaşın kazananı çoktan belli."

Öğle molası vermek adına bir restoranda mola verdiler. Nilay birkaç saatin sonunda kapalı bir alana girince resmen rahatlamıştı. O kadar uzun süredir Levent'le dışarıda kudurmuşlardı ancak restorana girince ne kadar üşüdüğünü fark edebilmişti. Hafta içi olmasına rağmen sömestr dönemi olduğu için içerisi kalabalık sayılırdı. Yine de kendilerine iki kişilik bir masa bulup kuruldular. Soyunup dökünmek Levent'e de iyi gelmişti. Hızlıca menüye bakıp karışık pizza, bir de kızartma sepeti siparişi verdiler. Levent böyle ortamlarda bira içmeyi severdi, özellikle de bu tarz yemeklerle ama hiç riske atmayıp Nilay'la beraber ice tea söyledi.

"Sana açık çek veriyorum, bugün her şey benden. İstediğini söyle!" dedi Nilay.

"Yok! O kadar da değil. Zaten otobüs biletlerine bir ton para vermişsindir. Bir de atkı bere almışsın. Yeter işte. Suyunu çıkarmayalım."

"Olsun! Her gün doğum günün olmuyor ama... Bu kadarını yapmama izin ver. Hem... benim ilk kez bir erkek arkadaşım oluyor, ilk kez erkek arkadaşımın doğum günü oluyor. Yol yordam bilmesem de bu kadarı içimden geliyor."

Levent merakla kollarını masanın üstünde birleştirerek Nilay'a doğru eğildi. "Cidden ilk erkek arkadaşın mıyım ya? Daha önce konuştuğun, ne bileyim, flört ettiğin birileri de mi olmadı?"

Nilay biraz utangaçça tebessüm etti. Ellerini ovuşturarak ve gözlerini kaçırarak yanıtladı. "Yok. Zaten iki senedir aynı sınıftayız, olsa görmez, bilmez miydin?"

Levent tek kaşını kaldırdı. "Saklarsan bilemem ki. Misal şu an doğru dürüst kimse bizi bilmiyor?"

"Evet ama... anladın sen beni. Benim zaten özgüven baremim çok düşüktü sen düzeltene kadar. O yüzden ne ben kimseye kendimi gösterebildim, ne de beni gören oldu. O yüzden geçmişim oldukça temiz."

"Bence özgüvenini sen kendin düzelttin Nilay. Eğer düzeltmemiş olsaydın, öyle peşimden koşmazdın. Tüm zorluklara rağmen ısrar etmezdin bana."

Nilay dudaklarını büzüştürerek "Yaani..." diye mırıldandı. "Onda biraz da bıkmış olmamın da etkisi vardı. Neredeyse bir senedir keşke beni fark etsen diye Allah'a yalvarıyordum ve şansıma edebiyat ödevine beraber düştük. O olmasaydı ben seninle hayatta konuşamazdım."

Levent o zamanları ve ödevden öncesini düşündü. Ara ara Nilay'ın bakışlarını yakaladığı zamanlar oluyordu ama hiç bir sene öncesine kadar dayanan bir şey olacağına ihtimal vermemişti. Şaşkındı. "Yaklaşık bir sene derken?"

Nilay yutkunarak çekingence devam etti. "Geçen sene yapılan 19 Mayıs gösterilerini hatırlıyor musun?" Levent onaylarcasına başını salladı. Nilay devam etti. "İlk provalarda aslında seni benim eşim yapacaklardı. Listede adımızı öyle görmüştüm. Ve çok mutlu olmuştum. Tekli provalardan sonra iş eşlilere geldiğinde ne olduysa bu değişmişti. Sen Seda'yla eşleştin. Tüm tekli provalar boyunca ben seni izlemiştim. Zaten sessiz sakin ve ağırbaşlı görüntün çok kolay dikkat çekiyordu. Eh bir de inkar edilemez bir popülariten de vardı... Tüm bu sürecin en sonunda sen törene Seda'nın partneri olarak katıldın, ben de en nihayetinde partnersiz kaldım ve çiftli danslar kısmına çıkamadım bile. Sonrası da malum..."

Levent bunları bilmiyordu. Yani onun Nilay'dan hiç haberi olmamıştı. Tabii ki provalarda olduğunu biliyordu ama onunla eşleşme ihtimalinin farkında değildi. O zamanlar Seda'yla çıkıyordu.

Nilay bu moral bozucu atmosferi dağıtmak adına gülümsemeye çalıştı. "Neyse işte! Öyle ya da böyle bir şekilde bir araya geldik."

Levent doğrularak Nilay'ın gözlerinin içine baktı. "Bence artık okulda da rahat olmalıyız. Zaten beraber takılıyoruz ama saklıyormuş gibi davranmayalım."

"Benim için fark etmez. Özellikle gösterecek bir şey de yok ki. Konuşulursa inkar etmeyiz en fazla, olur biter."

Levent gülümseyerek başını onaylarcasına salladı. Camdan dışarı bakarak karşıdaki dev otelde gözlerini gezdirdi. "Keşke bir gece burada kalma şansımız olsaydı."

Nilay muzipçe gözleri parlarken Levent'e doğru eğildi. "Ona ailem izin vermez diye hiç niyet edemedim ben. Ama aklımdan da geçmedi değil. Yalan da söylemek istemedim, zaten izinleri gerekebilirdi. Bileti alırken bile reşit değiliz diye sıkıntı oldu. Otelde sanırım hiç şansımız olmazdı."

Levent mutsuzca yüzünü buruşturdu. "Zaten burası evlilik cüzdanı da istiyordur. Aynı odada hiç kalamazdık."

Bu fikir Nilay'ın hoşuna gidiyordu aslında. "Bir şekilde bu geceyi seninle beraber geçirmek isterdim ama. Keşke bir şansımız olsaydı."

Levent düşünceli bir biçimde Nilay'a baktı. Sonra aklına gelen ayrıntıyı ona söyledi. "Haftaya babam Uludağ'da çalmaya gidecek. İki gece üst üste başkasıyla çalacak. Muhtemelen annemi de götürür. Bize gelebilirsin."

"Tamam o zaman! Anlaştık!"

***

Ahu saçları uçuşarak neşeyle kapıyı açtığında Anıl da kalçasıyla itmek suretiyle onun yanında bitti. İkisi de birbirlerine sinir olarak ama aynı zamanda Kerem, Bahar ve Yaz üçlüsüne gülümseyerek onları karşıladılar. "Hoş geldiniz!" diye şakıdı resmen Ahu. Anıl da hemen güçlü bir sesle "Hoş geldiniz," dedi.

Kerem ve Bahar şaşkınca karşılarındaki ikiliye baktılar. Ahu'nun neşesi alışıldık bir şeydi de, Anıl'la böyle Bonnie ve Clyde gibi durmaları alışıldık değildi.

"Hoş bulduk? Bu ne güzel karşılama böyle!" dedi Bahar sorarcasına ayakkabılarını çıkarırken. Kerem soyunup dökünüp eve girerken Başak da mutfaktan "Hoş geldiniz!" diye bağırdı onlara. Çağatay da mutfaktan çıktı.

Onlar orada selamlaşırlarken Bahar inceler gibi Anıl'a bakıyordu. "E çünkü siz geldiniz, güzel karşılayalım istedik Bahar teyze," dedi Anıl. Bahar beğeniyle başını salladı. "Sanki haftada iki üç kez görüşmüyormuşuz gibi..." diye takıldı.

Anıl eğlenen bir sitemle baktı. "Ben Ankara'dayım ama."

Ahu hemen araya girdi. "Evet o yüzden ben şimdi Yazikomu senden çalacağım!" diyerek arkadaşını kendine çekip sıkı sıkı sarıldı. Yaz da Ahu da viyaklaya viyaklaya birbirlerine sarılırken Anıl bir an için Ahu'nun 'Yaz'ı senden çalacağım' söylemine takılır gibi oldu. Ama sonra kendi içinde 'yok canım, bir şey bildiği yok' sonucuna vardı. Sadece onlar beraber yaşıyorlar diye öyle demişti.

Yemekler hazır olduğu için hiç oyalanmadan salondaki büyükçe masada herkes yerini almıştı. Ahu aralarına oturunca Anıl sinir olsa da bir şey diyememişti. Genelde kendisinden başka herkes konuşuyordu her zamanki gibi. Arada Yaz'la Ankara'da beraber neler yaptıklarına dair sorular geliyor, günlerinin nasıl geçtiğini anlatıyordu o durumlarda.

Yaz'la konuşmuşlardı, bir şekilde bu akşam yeri geldiğinde lafa girerek söyleyeceklerdi. Aslında konuşmaya dair her işte Yaz daha iyiydi ve sırf bu yüzden Anıl bu süreci onun üstüne yıkmak istemişti ama Yaz 'sen hukukçu olacaksın, bence artık biraz sen konuş, hem sen yol yordam üslup daha iyi bilirsin bana göre' deyince Anıl da bir şey diyememişti. Bir açıdan haklıydı çünkü Yaz. Bugüne dek Anıl hep kaçınmıştı ama artık büyüklük edip konuşması gerekiyordu.

Da... Kerem amcanın yüzüne baka baka "Ben sizin kızınızla aynı evde kalıyorum ve biz sevişiyoruz," demeyi hiç istemiyordu. Bu adam güvenip kendi elleriyle kız emanet etmişti Anıl'a. Şimdi bunu demek çok zor geliyordu o yüzden. Bir de çok keyifliydi. Çağatay'la ikisinin anlamlı anlamsız şakaları havada uçuşuyordu. Anıl normalde bu ikiliye hayrandı çünkü araya gelip iş konuşurken o kadar komiklerdi ki, ölüyordu Anıl da onları dinlerken. Şu an en son istediği şey Kerem amcasıyla arasına soğukluk girmesiydi.

Tabak çanak sesleri dışında sesin olmadığı bir anda Yaz'la göz göze geldiler. Yaz çaktırmadan ona imalı bir biçimde kaş göz ederken birden Bahar "Eee Anıl! Hiç görüştüğün birileri yok mu ya? Yaz'ın anlattığına göre herkes İsviçre'ye birilerini getirmiş, bir siz iki sap kalmışsınız?" deyince Anıl kıpkırmızı kesildi. Ahu hemen "Dila da yalnızdı ama tabii onun sağı solu belli olmuyor," diye araya karıştı.

Anıl panikle genzini temizledi. Gergince Yaz'a bir bakış attığında, onun da kendisi kadar şaşkın olduğunu gördü. Bahar'dan bu çıkışı beklemediği anlaşılıyordu.

Ne diyeceğini bilemeyerek herkese kısa kısa baktı Anıl. Sonra 'ya şimdi ya hiç' diyerek lafa girmeye karar verdi.

"Aslında biri var," dedi bir anda. Ve bu cümlesinin akabinde masada oluşan sessizlik görülmeye, daha doğrusu duyulmaya değerdi. Ahu resmen ağzı beş karış açık bakıyordu Anıl'a. Aynı şok ifadesiyle Yaz'a dönüp "Şu yelloz görünümlü kızdan mı bahsediyor?" dedi.

Anıl gözlerini devirirken anne baba dörtlüsü heyecandan neredeyse Anıl'ın ağzının içine girmek üzereydiler. Bahar pür dikkat Yaz'a bakıyor, kızının her mimiğini takip ediyordu.

Anıl tam ağzını açmışken Ahu saçları savrularak ona geri döndü ve alayla gülerek "Hangi manyak seninle çıkar ya!" demek gibi bir gaflette bulundu. Anıl dehşet saçarak kardeşine döndü. Yaz elini alnına kapatmış, hüsranla başını eğmişti.

Başak araya girerek "Kızım bir sus da abin konuşsun. Lafı ağzına tıktın otuz kere," dedi. O zaman Anıl tekrar kendisini bekleyen dörtlüye döndü. Son kez göz ucuyla Yaz'ı kontrol etmek istedi ama o başını eğdiği için bu mümkün olmadı.

"Biz Yaz'la görüşüyoruz..." dedi Anıl tek nefeste hızlıca. Sonra daha kısık bir sesle ekledi. "O anlamda."

Ahu "Ne?!" diye çığlığı basarak Yaz'a döndü ve aynı anda Çağatay ve Bahar ayağa kalkarak iki ellerini havada çarpıştırdılar. Çağatay hızla sağındaki Kerem'e döndü. "Çıkar kardeşim, çıkar çıkar çıkar. Hadi!"

Anıl ve Yaz ne olduğunu anlamayarak şok içinde babalarına annelerine bakarlarken Başak "Aşkım saçmalama! Ayıp ediyorsun ve çocukları korkutuyorsun, oturur musunuz Allah aşkına... Bahar?" diye iki yanındaki insanları da sakinleştirmeye çalıştı. Kerem biraz şaşkın gözlerle Yaz'a bakarken "Kızım bu doğru mu? Ne ara, nasıl? Sen geldin ağladın zırladın bağırdın nefret ediyorum bu çocuktan diye?" dedi.

Ahu sitemle bakan gözlerini arkadaşından çekip Kerem'e çevirerek "Teşekkürler Kerem amca! Sonunda biri mantıklı bir sorgulama yapıyor!" dedi.

Yaz oturduğu yerde ıkınır sıkınır gibi kıvranırken biraz kızarmıştı. "O zaman öyleydi, sonra..." diye geveledi. Başak keyifle Yaz'a bakarken "Eee sonra?" diye sordu. Onun hoşuna gittiği belliydi.

"Biri artık Bahar'la bana paramızı verebilir mi? Ben bu bahse boşuna girmedim, ilk saniyeden beri bunu biliyordum. Ayrıca Kerem, kaybettiğine göre bana söylemen gereken bir şey var. Herkesin önünde." Çağatay'ın konuya olan ilgisi tamamen başka yöndeydi. Anıl şok içinde babasına bakarken "Sen iddiaya mı girdin? Hem de bizim üstümüzden? Öz oğlun ve manevi kızın olabilecek biri üstünden?" dedi.

Çağatay alayla güldü. "Ne manevi kızı oğlum?!?! Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, manevi kız diyor. Yaz çoktan kızımız olmuş bizim peheeeey!" diyerek elini havada salladı. Başak artık "Ya sabır!" diye mırıldandı.

"Ben seni bu sene ilk kez Ankara'dan İstanbul'a geri geldiğinde anlamıştım zaten. Suratından belliydi bir şeyler olduğu. Bahar da anlamış Yaz'ı. Bu şaşkaloz Kerem anlamadı bi. Konduramadı bir türlü... Kerem artık bin liramı verip söylemen gereken cümleyi söyler misin?"

Kerem tam arkadaşını "Çağatay Allah aşkına bir saçmalama!" diye azarlarken Yaz gözlerini belerterek Çağatay amcasına döndü. "Bin lira mı? Gerçekten mi? Keşke ben de girseydim, bana niye demediniz? Anıl'ı daha önce kafalardım."

Anıl ağzı beş karış açık Yaz'a bakakaldı. "Aşkım ne diyorsun ya?! Çıldırdın mı?" diye sitem ederken Çağatay artık kahkaha atıyordu. Kerem asık bir yüzle Anıl'a bakarak "Aşkım ne oğlum? Sen hayırdır?" deyiverdi. Anıl utançtan kıpkırmızı kesilirken Bahar Kerem'i "Hayatım asıl sen hayırdır? Ne desin çocuk? Sevgiliyiz diyor," diyerek tatlı bir şekilde azarladı.

Çağatay gülüşleri durulduğunda tekrar iddia konusuna döndü. "Seni sonsuza dek bu evde tutarım, o cümleyi söylemeden bir yere gidemezsin."

Kerem omuzlarını düşürerek gözlerini devirdi. Bahar şarabından bir yudum aldıktan sonra sinsice güldü. "Kaybettin işte Mirza Bey, mızıkçılık etme. Gereğini yerine getir."

Çağatay iki parmağıyla 'hadi' dercesine bir hareket yaptı. Sonra dinlediğini belli eder gibi kulağını gösterdi. Kerem boş gözlerle ona baktı. Dümdüz ve sözlerine hiç de inanmadığı belli olan bir ses tonuyla konuştu. "Sen dünyanın en iyi avukatısın. Oldu mu?"

Çağatay iki elini yanlara açarak keyifle ağır ağır gülümsedi. 'İşte görüyorsunuz' dercesine başını hafifçe salladı. "İyi bir avukat, iyi gözlem yapar. Ve Kerem'in de dediği gibi, ben en iyisiyim."

"Tamam artık asıl konuya dönebilir miyiz peki? Farkındaysan burada çok büyük bir şey var ve hala iç yüzünü dinleyemedik?" dedi Başak artık kızgınca. Sonra Yaz ve Anıl'a baktı. "Anlatın nasıl oldu bu iş? Ne zamandır görüşüyorsunuz?"

Anıl alt dudağını kemirerek hafifçe gülümsedi. "Aslında eve çıktıktan sonra oldu. Aralık ayı gibiydi. Biz ilk ev partimizi veriyorduk. Öyle Yaz'la konuşurken bir anda itiraflaşıverdik. Sanırım çok fazla baş başa takılmak birbirimize daha farklı gözle bakmamıza neden oldu ve birbirimizi daha iyi tanıdık." Anıl çok sade ve üstü kapalı anlatmıştı. Yaz'ın Anıl'ı Yeşim'den kıskanarak tenhada kıstırdığını ve zorla öptüğünü söyleyememişti. Yaz da böyle bir şeyi direkt olarak herkese söyleyemezdi.

Ahu tekrar Yaz'a dönerek nispeten daha kısık bir sesle "Gerçekten mi? Anıl'da bizim göremediğimiz ne gördün ki?" diye sordu. "Psikolojiyi daha yarım dönemdir okuyorsun yani, nesini çözmüş ve keşfetmiş olabilirsin?"

Yaz arkadaşının sözlerine kendini tutamayıp gülerken Anıl "Yeter artık ama! Herkesin erkekler konusundaki damak zevki seninkiyle aynı değil. Bazıları it kopuk serseri tipler yerine daha efendi tipleri tercih edebiliyor," dedi. Ahu yine dehşet saçarak Anıl'a döndü. "Sen mi efendisin?"

"Hey hey hey! Misafir var ve yemek sofrasındayız!" diye bağırdı Çağatay ikiliye. Anıl hemen önüne dönerek kendini normale dönmeye zorladı. Kısa bir sessizlikten sonra Kerem "Ayrı odalarda kalıyorsunuz değil mi?" diye sorunca içtiği su Anıl'ın boğazına kaçtı. Öksürük krizine tutuluverdi bir anda. Yaz da hemen babasına sitem etti. "Babaaa! Nasıl soru bu?!"

Çağatay hala sırıtmaya devam ediyordu. Pür dikkat Anıl'a bakarken "Ayrı odalarda kalıyorlar. Merak etme," dedi. Anıl ok gibi bakışlarını babasına kaldırdı. Nasıl? Nasıl olabiliyordu bu? Nasıl her şeyi anlıyordu?

Anıl gittikçe kısılan ve zar zor konuştuğu bir sesle lafa girdi. "Merak edecek bir durum yok Kerem amca. Hem henüz her şey çok yeni. Eh malum, ben de pek hızlı sayılmam." Çağatay ve Ahu, Anıl'ın bu sözlerine kendilerini tutamayıp güldüler. Ahu yan gözle abisine bir bakış attı. "Buna diyecek bir sözüm yok."

Anıl çekingence Kerem'e bakarak devam etti. "Biz normal ev arkadaşıyız, gerçekten. Başka bir durum yok." İçinden devam etti. 'Maalesef yok. Evren de istemiyor zaten. O yüzden rahat ol Kerem amca'

Kerem duyduklarından çok da tatmin olmamış bir şekilde kızının gözlerinin içine baktı. "Tatlım bak sana güveniyorum. Lütfen akıllıca davran."

Anıl alınmış gibi Kerem amcasına bakıyordu. Çağatay gülümseyerek hafif hafif başını sallarken "İstemeye gelirken şu lacivert takımımı giyerim, bana çok yakışıyor o. Fotoğraflarda Kerem'den daha yakışıklı olurum... Acaba çocuğunuzun adını ne koyarsınız? İlk erkeğin adı Çağatay olsun, lütfen," dedi hayallere dalmış bir biçimde.

Başak "Öh artık!" demekten kendini alamadı kabalık olduğunu bildiği halde. Bahar kıkır kıkır gülüyordu. "Erkeğin adını inadına Başar koyun. Bahar ve Başak'ın karışımı gibi," dedi.

Yaz ellerini yüzüne kapatarak kendince bir isyan ederken Anıl artık sinirle gülerek "Gerçekten ama gerçekten çocuk noktasından çok çok çok uzağız," diye teminat verdi. "Yaz'ın dört senelik bir okulu, klinik psikolog olması için yüksek lisansı, benim stajım ve de askerliğim var. Ayrıca on sekiz yıldır tanışıyor olsak da daha iki aydır falan çıkıyor gibiyiz. Bir sakin olalım."

Başak kontrolü tekrar ele aldı ama ilişkiyle alakalı meraklı sorularına bir süre daha devam etti. Ahu bir ara Yaz'ın kulağına doğru "Bunu nasıl bize söylemezsin? Yemek bitiminde ifadeni alacağım, kaçarın yok," diye fısıldadı.

Yaz utangaçça arkadaşına bakarak "Başak'la Can'a çok sert tepkiler verilince korktuk aşkoşum. Yoksa söylemez miyim ben? İlk size söylerdim de işte!" diye fısıldadı o da.

Ahu güldü. "Cidden inanamıyorum. Anıl ve sen... Anıl biriyle çıkıyor. Üstelik de senin gibi delidolu biriyle."

"Sus sorma o konularda başlarda zorlanıyorduk, zamanla düzeldik. Yukarı çıkalım yemekten sonra, anlatacağım."

***

Kaan kapının çaldığını hiç duymamıştı. Duşta bir de müzik açmış olduğu için zaten duymasına imkan yoktu. Üstünde bornozla tuvaletten çıktığında kapının tıklatıldığını duyunca direkt oraya yöneldi. Dürbünden bakmadan önce "Kim o?" diye sordu. Aynı esnada dürbüne eğildi.

"Benim, açar mısın lütfen? Bir saattir kapıyı çalıyorum, kırmak üzereyim."

Kaan sinirle bir nefes alarak gözlerini devirdi. "Ne işin var senin burada?" diye söylendi.

"Kaan lütfen kapıyı açar mısın? Ayaklarım kopmak üzere."

Kaan sinirli bir hareketle kapıyı açıp Melisa'ya diklenir gibi baktı. "Ayakların koptuysa gitseydin! Ne işin var burada? Niye ısrarla kapımı çalıyorsun? Rahat bırak beni!"

Melisa hiç onu dinlemeden çat diye içeri girdi. Kendisiyle beraber parfüm kokusuna karışan ağır bir alkol kokusunu da beraberinde getirdi. Kaan delirmek üzereymiş gibi Melisa'ya bakakaldı. Melisa çantasını girişteki arkalıksız puf koltuğa bıraktı. Kabanını üstünden çıkarırken Kaan'a döndü. Başını yana yatırarak "Bunu daha fazla erteleyemezsin. Artık birlikte olacağız! Duydun mu beni!?" dedi ciddi bir şekilde. Sarhoş olduğu konuşma şeklinden belli oluyordu.

Kaan sinirden güldü. "Ya sen nasıl bir insansın? Yeter artık! Yeter! Ne olsun istiyorsun?! Babamla aram mahvolsun, bunu mu istiyorsun? Sanki her şey zaten mükemmelmiş gibi... Yeter artık düş yakamdan!" Gidip Melisa'nın çantasını montunu aldı ve ellerine tıkıştırırken Melisa sert hareketlerle buna engel oldu. Kollarını ısrarcı bir biçimde Kaan'ın boynuna dolayarak "Çok istiyorum seni," diye inledi. Öpmeye çalışırken bornozunun kuşağını açtı. Ondan gelen alkol kokusu yüzünden Kaan boğulur gibi oldu. Duvar ve Melisa arasında kapana kısılmış bir halde yüzünü ondan kaçırmaya çalıştı ve önünü kapatırken Melisa'yı itti. "Sen gerçekten delirmişsin! Kafayı yemişsin!"

"Senin yüzünden bu haldeyim! Benim bunu daha fazla erteleyecek gücüm yok. Seni deli gibi istiyorum. O kızıl sürtükten de, diğer sürtüklerden de deli gibi kıskanıyorum. Varlıklarına bile tahammül edemiyorum." Melisa sinir krizi geçirir gibi bağırırken bir yandan da ağlamaya başladı. Yalvararak tekrar Kaan'ın yakasına yapıştı. "Lütfen! Lütfen Kaan. Sadece bir gece... Biliyorum sen de vazgeçemeyeceksin. Kimsenin sana vermeyi beceremeyeceği her şeyi vereceğim. Seni öyle mutlu edeceğim ki sen kendi rızanla arayacaksın beni, sen isteyeceksin."

"Ben seninle ne yapacağım?.. İkimizden birisi bu işin sonunda katil olacak ama hangimiz?.. Neden laftan anlamıyorsun? Seni is-te-mi-yo-rum! Babam olmasaydı da istemezdim. Bu, bu kadar net! Hayır sen neden bana bu kadar kafayı taktın onu da anlamıyorum! Git illa derdin genç birini becermekse, kapında köle olacak binlerce adam var!"

Melisa Kaan'ın yüzünü okşamaya çalışmaya devam etti. "Ben seni istiyorum. Sadece seni. Hem senin gibi kimse yok ki! Senin gibi kimse hissettiremez bana, biliyorum. Hala o günü düşünüyorum..."

Kaan gergince yutkundu. Melisa'nın o gün diye bahsettiği gün üç sene önce bir geceydi. Bir parti akşamında, bir kulüpteyken ve ikisi de çok içkiliyken ne yazık ki Kaan onunla öpüşmek gibi bir hata yapmıştı. Melisa'dan bu yüzden de korkardı. Babasına o gece böyle bir şey olduğunu dese, adı gibi emindi ki babası onu harcardı, Melisa'yı değil.

Kaan endişeyle o günü düşünürken Melisa çoktan harekete geçmiş, bir elini Kaan'ın bornozundan içeri göğsüne doğru kaydırırken, dudaklarını onun boynuna gömmüştü. Kaan ona fiziksel bir zarar vermeden nasıl kurtulabileceğini bilmiyordu artık. Sert bir hareketle duvar ve Melisa arasından kaçarak odasına doğru koşturdu. Ne yazık ki kapıyı kapatamadan Melisa da yetişti. "Kaan kaçma, lütfen, sadece bir kez diyorum. Söz anlamayacak kimse. Güven bana."

"Hayır diyorum! Hayır! Öldürsen de olmayacak!"

"O zaman bana başka çare bırakmadın. O kıza her şeyi anlatacağım."

Kaan ilk kez mücadeleyi kesip boş boş Melisa'ya baktı. "Efendim? Anlamadım?"

"O kıza, Ahu muydu neydi... annenin kim olduğunu biliyor mu?"

Kaan içinden küfürler ederek gözlerini kapadı. Şu an karşısındaki kadını öldürmüyorsa, sebebi vicdanıydı. Annesine olan saygısındandı. Zavallı annesi onu iyi biri olarak yetiştirmeyi çok istemiş, o işi bile yarım kalmıştı. Şimdi o kadıncağızın ruhuna saygısızlık yapamazdı. Fakat Melisa daha önce hiç sınırları bu kadar zorlamamıştı.

"Hiçbir arkadaşın bilmiyor," diye fısıldadı Melisa onun dudaklarına doğru. "Tüm o görkemli hayatın arkasında nasıl bir sefalet olduğunu..."

Kaan hırstan bir anda nasıl yaptığını bilemeden Melisa'nın saçlarını kökünden kavrayarak başını acıtırcasına aşağı çekti. Melisa'nın dudaklarının arasından nefes verir gibi bir mızıldanma kaçtı. Sonra sinir bozucu gülümsemesi, Kaan'ın dişlerini daha çok sıkmasına, hatta çenesinin sinirden titremesine neden oldu.

"İşte olması gereken bu. Senin sevdiğin stilde... Ben istediğin her şeyi yapmaya hazırım."

Kaan sinir bozucu bir biçimde gülümsedi. "Hazırsın öyle mi?"

"Evet. Ne istersen, nasıl istersen."

"Peki," dedi Kaan. Sağ eliyle Melisa'yı saçlarından tutmaya devam ederken, sol eliyle bornozunun kuşağını çözdü. Melisa onun soyunduğunu düşünerek daha çok keyifle gülümsedi. Fakat Kaan onun arkasına geçip Melisa'nın iki elini birden profesyonel bir biçimde bağladı. Normalde bornoz kuşağı gevşek ve kolay açılabilir bir şeydi ama Kaan hızlı bir biçimde Melisa'nın iki elini birden kullanım dışı bırakacak şekilde karmaşık bir düğüm attı. Melisa, onun arkasından uzaklaştığını hissedince arkasını dönüp baktı. Kaan giyiniyordu.

"N'apıyorsun?" diyerek Kaan'a doğru döndü ve ellerini açmaya çalıştı ama ellerini kıpırdatamıyordu bile.

"O kadar aptalsın ki... Sana tahammül bile edemiyorum," dedi Kaan hızlıca üstüne bir şeyler geçirirken. Melisa sinirle onun üstüne doğru yürüdü ama elleri bağlı olduğu için hiçbir şey yapamıyordu. "Kaan saçmalama! Çöz beni!"

"Çözeceğim, merak etme. Ama işim bittiği zaman. Ben ne istersem dememiş miydin? Şimdi benim istediklerimi yapacağız."

Melisa sinirden ağlamaya başladığında Kaan çoktan giyinmişti. Onu bileklerinden tutarak "Yürü!" diye sürükledi. Kapının önünden onun montunu ve çantasını aldı. Melisa tam gaz onunla mücadele ediyordu. O debelendikçe ve tehditler savurdukça Kaan'ın daha da gözü dönüyordu. O bu kadar iyi bir insan değildi. Kendisine bu sabır nereden geliyordu anlamıyordu. Melisa tepindikçe Kaan da kontrolünü kaybediyordu. En nihayetinde onu omzuna attı ve o şekilde dışarı çıktı. Bütün apartmanı ayağa kaldırmadan asansöre binerek direkt otoparka indi. Melisa'yı arabaya atıp kemeri de bağladı. Anca ayaklarıyla tepindiğiyle kaldı Melisa.

Kaan kendi tarafına binerek direkt arabayı çalıştırdı. Melisa vücuduyla ona vurarak onu durdurmaya çalıştı. Sürekli ama sürekli bağırıyordu. Kaan'sa tüm dikkatini yola vermiş durumdaydı. Keşke komple vücudunu bağlasaydım diye düşünüyordu ama ne yazık ki aceleden ancak bunu yapabilmişti.

Melisa en nihayetinde yorulup durulduğunda nefes nefeseydi. Zaten alkollü olduğu için berbat bir haldeydi şu an. Ağlamaktan bütün makyajı akmış, bağırıp çağırmaktan genzi yırtılmıştı.

Kaan son hız babasının evine doğru arabayı sürdü. Telefonla evde güvenebileceği tek insan olan Ayşenur Hanım'ı aradı. Birkaç çalışın sonunda telefon açılır açılmaz, "Ayşenur abla, arka tarafın kapısını benim için açar mısın? Beni de bekle, yardımına ihtiyacım var. Beş dakikaya gelmiş olurum," dedi ve direkt telefonu kapattı.

"Bu yaptığını ödeteceğim..." dedi kısık bir sesle Melisa.

"Ödet bakalım. Git yedi cihana söyle Kaan aslında hizmetçiden peydahlanmış piçin teki diye! Duyur! S*kimde bile değil! Öldürsen s*kmeyeceğim seni! Anladın mı! Git babama da ne anlatıyorsan anlat! İstersen Kaan bana zorla sahip oldu de, yiyorsa de lan! Seninle uğraşacağıma bunlarla baş ederim daha iyi be! Allah'ın belası!"

Melisa burnunu çeke çeke ağlıyordu artık. "Kimse seni sevmeyecek. O kadar pislik, o kadar aşağılık birisin ki... asla sevilmeyeceksin. Gün gelecek benden gördüğün bu ilginin onda birine bile muhtaç olacaksın. Keşke reddetmeseydim onu diyeceksin! Yapayalnız öleceksin Kaan! Yapayalnız..."

***

Melisa'yı sinirden yarı baygın bir halde Ayşenur Hanım'ın da yardımıyla gizlice eve sokup odasına bıraktı. Bağladığı kuşağı çözüp alır almaz odadan çıktı ve Ayşenur Hanım'a sabaha kadar kapıyı kilitlemesini tembihledi. En azından ayılana kadar kilitli kalsa iyi olurdu. Ve babası yurtdışından dönene kadar Melisa'ya mümkün olduğunca göz kulak olmasını rica etti. Çok uzun zamandır bu evde ondan başka güvenecek kimsesi yoktu.

Onu bıraktığı gibi saate bile bakmadan soluğu Ahuların evinin önünde aldı. Motoru durdurup önce Ahu'ya mesaj attı. Uyumuş olma ihtimaline karşın biraz bekledikten sonra yanıt gelmeyince aradı. Ahu uykulu olmayan ama kısık bir sesle "Kaan?" diye şaşkınca açtı telefonu. "N'oldu? Bir sorun mu var?"

"Kapıya gelebilir misin? Sizin evin önündeyim."

"Ta-ta-tamam, geliyorum." Ahu şaşkınca yanıt verdikten sonra Kaan telefonu kapadı. İki dakika sonra Ahu kapıdan çıkmış, yağan kara karşın yeterince sıkı giyinmemiş bir halde koşturarak Kaan'ın arabasına attı kendini.

Kaan buraya çok kararlı gelmişti ama Ahu'nun kızıl saçlarındaki beyaz kar taneleri o kadar tatlı duruyordu ki, bir an için kararlılığına yenilir gibi oldu. Ama hemen toparlanmaya çalıştı. Tıpkı ilk zamanlarında olduğu gibi onun yüzüne direkt olarak bakmamaya gayret etti. Bu da Kaan'ın biçare stratejisiydi.

"Bir terslik yok değil mi? Saat oldukça geç..." Ahu hızlıca Kaan'ın üstünü süzdü. Bir yerlerden geliyor olamazdı. Üstelik bugün evde olacağını söylemişti.

"Fazla tutmayacağım. Kafanı da bulandırmayacağım. Zaten klişe sebeplerle buradayım," dedi Kaan dümdüz bir sesle. Ses tonu Ahu'ya ilk tanıştıklarındaki zamanları hatırlatmıştı. Soğuk, ilgisiz... sanki onun o sıcak tarafını hiç görmemişti. Sanki Kaan hep böyle biriydi. Yüzüne bile bakmıyordu.

Ahu korkudan içi titrerken dikkatle Kaan'a bakıyordu. Kaan'sa asla başını bir santim bile çevirmiyordu. Bir eli hala her an gitmeye hazır gibi direksiyonun üzerindeydi. Bakışları dümdüz, sokak lambasının altında, yağarken pamuk pamuk görünen karlardaydı.

"Bugün artık düşündüm ve bu işe son vermemiz gerektiğini anladım. Güldük eğlendik ama bu kadarı yeterli bence. Ben artık devam etmek istemiyorum."

Ahu duyduklarını anlamamış gibi Kaan'a bakmaya devam etti. Daha bugün gün içinde, hatta akşamüstü mesajlaşmışlardı. Bir anda ne olmuştu ki?

"Biriyle mi yattın?" diye sordu Ahu.

Kaan'ın direksiyonu tutan eli kasıldı. "Hayır. Sadece devam etmek istemiyorum, hepsi bu."

"Başkasıyla mı yatmak istiyorsun? Biri mi var?"

"Ne fark eder Ahu?! Bitirmek istiyorum işte o kadar! Ayrılmak istiyorum diyecek bir şey de yok, beraber değiliz ki ayrılalım! Artık seninle sevişmek istemiyorum. Bu kadar basit."

Ahu da yavaşça önüne döndü. O kadar şoktaydı ki ne tepki vermesi, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Afallamış bir halde etrafına bakınırken sanki kapı kolunu arıyormuş da bulamıyormuş gibi kapıya bakındı. "Peki," dedi elini kapı kolunun mandalına yerleştirirken. "Bir gün biter diyordum ama bu kadar hızlı da beklemiyordum. Ve bu şekilde kesinlikle beklemiyordum. Bir nedeni olur sanıyordum. Demek ki bu kadar kolay sıkılabilirmişsin. Yani çabuk... tamam." Kapıyı açtı. Bir ayağını dışarı atmıştı ki durdu. Son kez duyumsadığı kokuyu ciğerlerine doldurdu. Kaan'ın şampuanının kokusuydu bu. Ahu onun deodorantını, parfümünü, şampuanını, duş jelini, her şeyini çok iyi ayırt edebiliyordu. "İyi geceler," deyip arabadan tamamen indi. Arkasına bile bakmadan geldiği gibi eve yürüdü. Fakat Kaan arabadan indiği saniyeden itibaren gözlerini ondan ayırmadı. Eve girene dek arkasından baktı.

Hayatında ilk defa yanında huzurlu hissettiği bir şeyi bu kadar kolay kaybetmişti. Ama zaten baştan yanlıştı. Bunu her Allah'ın günü kendisine demişti. Ahu mükemmelliğin vücut bulmuş haliydi. Ve Kaan onu kirletmekten başka bir şey yapmıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

23.5K 2K 17
Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer benimle Yeniden tanış Ama kimse anlamasın bu tanışıklığın evvelini Gözün bile ısırmasın beni bir yerden Ç...
14K 2.4K 23
Ela, üniversiteye yeni başlamış genç bir kızdır. O yaşlarda her genç kızda olduğu gibi hayal dünyası fazlasıyla geniştir. En büyük hayali ise sonsuz...
70.4K 563 17
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için s...
181K 7.9K 37
-"Bizden olur mu dersin?" -"Çoktan olmadı mı zaten sevgilim?"