ZAMANSIZ SEVGİ

Od Derunimeyus

781K 29K 7.9K

"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmada... Více

Tanıtım
GİRİŞ
1.KÂBUS
2.İLLÜZYON
3.KARA DELİK
4.UMUTSUZLUĞUN ÇATLAKLARINDAN FİLİZLENEN UMUT
5.ZAMANIN ÇATLAYAN BEL KEMİĞİ
6.ÖZGÜRLÜĞÜN ESİRİ
7. DÜŞEN MASKELER
8.MAĞLUBİYETTEN DOĞAN GALİBİYET
9.YALAN TEMELLERE İNŞA EDİLMİŞ ÇÜRÜK BİR HAYAT
10.KARANLIĞA ESİR EDEN YILDIZLAR
11. SARSICI İDDİA
12.AYRILAN YOLLAR
13. AYNI KAN
14.GEÇMİŞİN YANGINI GELECEĞİ TUTUŞTURUR
15.YARALAYAN OLMAK
16.GEÇMİŞE YOLCULUK
17.NEFRETLE SAVAŞAN SEVGİNİN GETİRDİĞİ YIKIM
18.ALTANAVLA, BAŞLANGIÇ VE SON
19.ACIYI KUCAKLAYAN GÖĞE İTİRAF
20.SEÇİLMİŞ
21. BİLİNMEDEN YAPILAN TERCİH
22.ZAMANIN KALBİ
23.KURŞUN
24. İMKANSIZLIKTAN İMKANA
25.AŞKIN ÖNÜNDEKİ GURUR
26. KATİL
27.GÜÇ
28.BİLİNMEZLER ALEMİ
29. ASRAL
30.İHANETİN SIZISI
32.İKİ YÜZLÜLÜĞÜN ACISI
33.GELECEĞİN GÖBEK BAĞI GEÇMİŞ
34.AZRAİLİN KESKİN SOLUĞU
35.YILLARIN GÜNAHI
36.ANNE SÖZÜ
37.SON ŞANS,GÖK'ÜN AFFI
38.GÜÇ BİRLİĞİ, SON SAVAŞ
39. GERÇEKLEŞEN HAYALLER
40. NEFRETİN KIRILMA NOKTASI
41.İLK UYANIŞ-SORGULAMA

31.GEÇMİŞİN İZİ;BUGÜN

3.9K 186 73
Od Derunimeyus


Isabel LaRosa- Eyes don't lie

Conan Gray – People watching

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum💜 Keyifli  okumalar! :)


İhanet.

Ben her ne kadar adına cümleler, noktasız paragraflar yazarsam yazayım; her okuyanın aklında yalnızca kendi geçmişini bulacağı kelime...

Her inanın ihaneti farklı olacağı gibi, yaşadığı da farklıydı.

İlla bir başkasına gerek var mıydı ki bunun için?

Hepimiz bir noktada eski bize en büyük ihaneti gerçekleştirerek bugünkü kişi olmadık mı zaten?

Ben oldum.

Masum bildiğim benliğimin sırtına, en keskin bıçağı saplayarak, ölüsünün üzerine basıp geçtim.

Ben yaptım bunu kendime.

Her seferinde, her an, her zaman...

Belki sebep başkalarıydı, belki en yakınlarımdı, belki de yüzünü bir saniyeden az az gördüğüm bir yabancı... Ama sonuç, her defasında bendim.

Çünkü artık biliyordum ki, her eksiklik, iyi veya kötü, insanın ta kendisiydi.

Ben her şeyimle, sevabım ve günahımla bir bütündüm.

Eksikliklerimin de bende bütün olduğunu, insanın yoksun olduklarıyla tamamlandığını artık biliyorum.

Ancak insan daima bir arayış içindedir. Tam olduğumu düşündüğüm her an bile, illa bir eksiklik bulacağım kendimde.

Çünkü arayışı biterse, biter insan.

Yüreğime binen ağırlık, aldığım her solukta kendini hissettirmeye devam ederken; içimdeki harabenin kalıntılarını dışıma yansıtmadan ilerledim. Gerimde, o masada bıraktığım güvenin yerini intikam ateşinin ilk kibritini çakan hırsa, ilk defa müsaade ettim.

Kendimi de içine atacağım bir yangının, ilk kıvılcımları başlamıştı artık. Geri dönmeye niyetim yoktu. Bir karışıklığın aksine, gideceğim yol belirgindi zihnimin içinde. Yol da, sonu da görünürdü...

Tesisin dışına çıkarak geniş bahçeye ilk adımımı attığımda kısılan bakışlarım etrafta gezindi. Bitmek bilmeyen içimdeki savaşın yanında, birde başlamakta olan gerçek bir savaşta kapıdaydı. İki taraftan da köşeye sıkışmış hissediyordum kendimi.

Yalnız kalmamak için yanında yer edinmeye çalıştığım, ailem dediğim insanların her defasında beni o çemberden dışarı itmesiyse; gücümün harıydı. İçimde biriken kin de, hırs da, öfke de nefes aldırmıyordu artık gün yüzüne çıkmak isteyen tarafıma.

Her geçen gün, mutluluğa erişmek isteyen kanatlarım biraz daha budanıyordu. En sonundaysa, körelecekti.

Esen rüzgarla yanan gözlerimi sıkıca yumarak içime çektiğim derin bir nefesin hemen ardından geri açtım. Ağlamaya bile mi hali olmazdı bir insanın?

Parmaklarımın ucunda belki de saniyeler içinde kaşımda duranların tüm yaşamlarını sona erdirebilecek bir güç vardı ancak ben, daha kendime bile iyi gelemiyordum.

Gücün büyüklüğü, kontrolden çıktıkça insan yakınında kimseyi bulamıyordu. İyilik maskelerini yüzlerine geçirerek sahte sevgileriyle yanımda duran herkes, şimdi karşımdaki yerini almış, en ufak anımda saldırmak için hazırda bekliyordu.

Etrafta gezinen yorgunluğun yük bindirdiği bakışlarım, onu gördü.

Aynı anda, düştü omuzlarım yenilmişlikle.

Tesisin arka tarafını gören bir banka oturmuş, bakışlarını diktiği yerden ayırmıyordu.

Ona doğru çevrilen bedenim, Algan'a attığı her adımda biraz daha güçsüzleşiyordu. Zorunda olduğum, dudaklarım arasından çıkan her söz en çok onu yaralardı biliyordum. Ancak yine de, bir önemi yoktu.

Onun önünü engellemeyeceği şekilde sona giden yolunu değiştirmek benim elimdeydi.

Yapmam gereken bir tercih vardı. Yapmıştım. Yollarımızı değiştirmiştim.

O yüzden, yaptığım, söylediğim hiçbir şeyin önemi yoktu benim için. Yürüdüğüm sonun, önemi yoktu artık. Çünkü her fedakarlık, içinde bir bitişi de barındırırdı.

Adımların yanını bulduğunda, benim geldiğimi bilmesine rağmen gözlerini baktığı tesisin duvarından çekmedi bir an olsun. İki yana açtığı dizleri, kızaran elaları ve sıktığından daha da keskin bir hal alan ifadesine yerleşen o ağrına gidenler...

Dirseklerini dizlerine yaslamış öylece duran Algan'ın dikkat kesildiği yere değen gözlerim, gördüklerimde sertçe yutkunmama neden oldu.

O an, daha da titredi ona ihanet eden kelimelerim.

'Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.'

Atatürk'ün imzasının hemen üzerinde yer alan sözleri, tesisin duvarına oldukça büyük şekilde işlenmişti.

Aradan geçen yüzyıllarla yok olmayan kurduğu cumhuriyetin devamıyla; kendisini, düşüncelerini da yaşatmaya devam ediyordu zihinlerde. Daha önce görmediğim bu yer, yüzüme şaşkınlığın izlerini bırakırken, Algan'ın sesiyle gözlerim onun duvardan ayrılmayan gözlerini buldu.

"Bir gün... Bir gün bile geçmedi aklımdan ihanet." Başını iki yana ağırca sallarken, sözleri derin bir soluk alarak gözlerimi ondan kaçırmama neden oldu.

"Her şeyimle mücadele ettim bu ülke için. Benim kimliğim, seçtiğim yer burası olduktan sonra; bir önemi var mı ki doğduğum yerin?" Kısık sesindeki yorgunluk kendini hissettirirken, gözleri, sonsuzluğunu belli edercesine 3057 yılının duvarlarına kazınmış sözler üzerinde gezindi defalarca.

"Yolum, onun yolundan ayrılmadı bir an olsun... " Ardında oldukça derin bir kırgınlık barındıran alaylı bir gülümseme yükseldi dudaklarından.

"Ama şimdi ülkesine ihanet eden bir hainim gözlerinde. Ne kadar kolay değil mi hemen kendilerine bir kurban bulmaları? Yaptıklarıma anında kör olmak ne kadar basit..."

Silinene gülüşüyle dişlerini sıkıca birbirine bastırdığında, gözleri beni buldu. O an, orada başlayan yangına yakından şahit olmuştum. Baktığı herkesi, her şeyi küle çevirebilecek bir yangındı bu...

"Önce uzaklaştırmamı kabul edecekler. Sonra üniformamı, silahımı... Üzerime kayıtlı ne varsa, uğruna ömrümü feda ettiğim her şeyi bir bir alacaklar elimden. Ondan sonra da kendi ellerimle yükselttiğim tesisten, yöneticilik konumundan istifamı isteyecekler. Ülkeyi uzay ve havacılık alanında en üstlere çekmemi umursamadan, uzay mühendisliği alanında geliştirdiğim, bulduğum her şeyden ismimi silecekler." Giderek daha da kızaran gözlerinde bir buğu oluştuğunda, gözlerini kapatarak başını hafifçe iki yana salladı.

Yeniden benimle buluşan elalarında, her sözünde zoruna gidenleri daha net hissediyordum. "Ve ben, bunların hepsini yapmak zorunda kalacağım çünkü başka çarem yok. Yirmi yedi yılımı feda ettiğim hiçbir şeye çarem yok..."

Onu ilk defa böylesine bir yıkımın içinde görmüyordum fakat elindeki her şeyi kaybetmenin eşiğinde dolanışına; ilk defa şahit oluyordum.

İlk gördüğüm, beni onu hatırlamayışımdı. Gözlerindeki bu denk kırgınlığı ilk defa, o zaman görmüştüm. Fakat şimdi ela gözlerinde aynı hislere yeniden şahit olmak, içimde bir yerleri paramparça ediyordu.

Nasıl bir tepki vereceğimi veya destek olacağımı bilmiyordum. İçeride sarfettiğim o sözlerden sonra özellikle...

Adımlarım tam karşısında durduğunda, bir elim omzunu buldu. Araladığım dudaklarım arasından çıkacak her söz, karnıma yasladığı alnı ve belime sardığı kollarıyla önemini yitirdi bir bir. Yeniden kapanan dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdığımda, diğer elimin karıncalanan parmakları kumral saçlarına karıştı temkinli şekilde.

Başını yukarı doğru kaldıran Algan alttan bakışlarını yüzüme diktiğinde, orada gördüğüm güven, yutkunmama neden oldu sertçe.

"Ama sen burada olunca, her şeyin üstesinden gelebilirmişim gibi hissediyorum Hera."

Titreyen dudaklarım ağırca iki yana doğru kıvrıldığında gözlerimi kapatıp açtım yavaşça. "Geleceksin de..."

Ama bensiz...

Çünkü benim sana ne kadar çok ihtiyacım olursa olsun, bilirim sen her türlü, kendi başına da güçlüsün.

Ömrümün çoğunu korkaklığım ve yalnızlığımın gölgesi altında geçirmiştim ancak şimdi, karanlığa girmenin vakti gelmişti. Çünkü gölgem, karanlıkta peşimi bırakırdı.

Elalarının çatlaklarında filizlenen kırılganlık, dudaklarında ki kıvrımlara dolduğunda birkaç saniyenin ardından o izde silindi. Düz hale gelen ifadesiyle, aklına bir şey düşmüş gibi gözlerini yeniden kapatarak alnını karnıma bastırdığında parmaklarım tutamları arasında gezinmeye devam etti.

Yutkunuş sesi kulaklarıma dolarken, anında başka bir sıkıntıyla dolduğunu anlayan yanım kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Bir sorun mu var?"

Sorumla başını iki yana salladıktan sonra geri çekerek yeniden göz göze gelmemizi sağladığında kısık bir sesle mırıldandığı kelimeler doldu kulaklarıma. "Sorun değil de... Sana söylemem gereken bir şey var."

Merak ve endişenin yuva edindiği gözlerim onun elalarına karışırken, gözlerini benden kaçırması daha da çatılmasına neden oldu kaşlarımın.

"Atalante... Öz annem değil."

Kaşlarım ağırca havalanırken, merakın yerini alan şaşkınlıkla sessiz kalmaya devam ettim. Ne söylemesi gerektiğini bilmeyen zihnimde bir boşluk meydana geldiğinde, kelimelerini sürdürdü bana sarılan ellerini daha da sıkılaştırarak.

Sesli bir soluk bıraktığında, dilinin ucundaki kelimelerin ona ne denli ağır geldiğine şahit oldum. "Annem, Elay... Yıllar önce..." Sertçe yutkunduğunda, oldukça kısık bir sesle fısıldadı.

"Öldürüldü."

Durduğum yerde ağırlaştığını hissettiğim bedenim öylece kalırken, saçlarında gezinen ellerim de duraksadı.

"Ne?"

Bir inanılmazlığın esir aldığı tek bir soru sözcüğü dudaklarım arasından büyük bir afallamayla döküldüğünde, tutsak kaldığım hareketsizlikte kıpırdayamadan onun acı içinde kıvranan yüzünde sabit kaldı bakışlarım.

"Daha çocuktum. Ama her şey o kadar net ki aklımda." Bir elini bedenimden uzaklaştırarak işaret parmağını şakağına vurdu birkaç defa ardı ardına.

"Buradan atamıyorum Hera." Çaresizliğin pençesine sürgün edilen sesindeki tını, gözlerine de sürdü kara lekesini.

Elini ağırca geri indirirken, omzunda asılı kalan elimi kavradı sıkı sıkı parmakları desteğimi istercesine. Onun sessiz isteğini yanıtsız bırakmayarak parmaklarımı eline sardığımda, araladığı geçmişin kapısını biraz daha ittirerek beni de davet etti içeri.

"Annem Yunan'dı ama ailesi de kendisi de Türkiye'yi çok seviyorlardı." Dudakları hafif bir tebessüme ev sahipliği yaptı acının rengine bürünen elalarının aksine. "Bu yüzden adını Elay koymuşlar."

Kısa bir duraksamayla gözleri yeniden gözlerime tutunduğunda, dudaklarındaki gülümseme ağırca silindi. Yerini, geçmişin yük bindiren tozları aldı. "Babam yıllar önce görev için Yunanistan'a gidince, annemle orada tanışmışlar. Bir süre sonrada evlilik kararı almışlar ama Türkiye'ye döndüklerinde, hiçbir şey bekledikleri gibi olmamış tabii... Aileleri karşı çıkmış ilk önce. Sonrada meclis üyeleri..." Alaylı bir gülüş yükseldi dudaklarından.

"Yüce soylarına başka bir ırk karıştırmak yok oluşmuş... Saçma sapan, körü körüne inandıkları şeyler yüzünden hiçbiri onay vermemiş ilk başta evliliklerine."

Sıktığı dişleriyle yüzü kasılarak gerilirken, kanımda gezinen intikamın hırsı daha da kazdı kuyusunu. Dip, çok derindi. Fazlasıyla...

İkimizin de tam olarak aynı yerden vurulduğunu bilmiyordum. Geleceği bilemezdim fakat geçmiş, iplerimizi sıkı sıkı birbirine dolamıştı benzer yerde.

Buz kesen ellerimdeki sıcaklık giderek daha da azalırken, içimde tenimin aksine harlanan yangının alevleri boğazım dek yükselmişlerdi. Meclis üyelerinin içinde bulunan, anneannem, babaannem ve dedelerim... Zamanında kendi çocuklarının evliliklerine de tıpkı böyle şiddetle karşı çıkmışlardı. Sebepse yalnızca iki şehrin birbirine düşmanlık beslemesiydi ancak şimdi, hepsi bir olmuşlardı.

Hem de tek bir hedef uğruna...

"Babam yine de vazgeçmemiş, annem için şehrin yöneticiliğini bırakmayı göze alıp Yunanistan'a gitmişler. Orada evlenip kendilerine bir hayat kurduklarından sonra da ben doğmuşum. Tabii bir süre benden kimsenin haberi olmaması için çok uğraşmışlar. Eğer duyarlarsa öldürülmemden korktukları için..." Kan donduran ve insanın mantığının almayacağı şekilde devam eden saçmalıklar silsilesinin, böylesi korkunç bir seviyeye gelmesi, bu yılda inanılacak gibi değildi.

Yıl kaç olursa olsun, insan var olduğu sürece, zihniyeti de değişmiyordu anlaşılan.

"Çocukluğumun büyük bir kısmı orada geçti. Bu yüzden ilk öğrendiğim dil Yunanca oldu." Yeniden sesli bir soluk bıraktığında, elleri arasında sıkı sıkı tuttuğu elimi dudaklarına yaklaştırarak tenimin üzerine bastırdı. Yeniden uzaklaştırdığında, diğer elinin baskısı belimde yerini korumaya devam ederken sözlerini sürdürdü kaldığı yerden.

"Tabii bir yere kadar saklayabildiler. Birgün, benim varlığımdan haberleri oldu hepsinin. Annemle babam haklı olarak çok korktular. Hâlâ ilk günkü gibi aklımda o gözlerindeki ifade... Ama kendileri için değildi, benim içindi bu korku." Zihnine kazınan o an aklına yeniden düşmüş olacak ki, gözlerini kapatıp bir süre öylece durdu.

Birkaç dakikayı sessizlik içinde ona müsaade ederek geçirdiğimde, yeniden aralanan elalarında dolanan sıkıntıya şahit oldum. Geçmişin kirli elleri dört bir yandan tuttukları ruhunu, o bataklığa çekmek için uğraşıyorlardı.

Herkes acıdan kendi payına düşeni alıyordu hayatta ancak bazılarımızınki kıyaslanamayacak kadar ağır görünüyordu göze.

Empati dahi yapmaya korktuğumuz, gözlerimizi kapadığımızda önümüze düşen görüntülerin uykularımızı kapatacağı kadar dehşete kapıldığımız o rahatsız edici hayatları; başkaları yaşıyordu. Gerçekten, yaşıyorlardı.

Dünyanın adaletsizliği de burada başlıyordu.

"İlk ve tek çocuk... Babamın soyundan gelen, soyadlarının devamını sağlayacak tek kişi..." Başını iki yana sallarken gülercesine bir soluk bıraktı bu olanları hâlâ sindiremiyormuş gibi.

"Onları tesise geri götürdüklerinde, tek bir şart sundular burada yaşayabilmeleri için. Benim tamamen tesisin gerektiği şekilde, istedikleri gibi onların himayesi altında yetiştirilecek olmam..." Yeniden güldüğünde, acısını maskelemeye çalıştığını anlamıştım. Bu denli yakınımda can çekişirken, hiçbir şey yapamamak çok ağır geldi o an.

Acısına dokunamıyordu sızlayan yaralı parmaklarım.

"Anlayacağın bir kurban seçtiler kendilerine. Bedeli de benim payıma düştü." Dalgın çıkan sesindeki sızlayan her kelime acısını belli edercesine çıkıyordu dudakları arasından.

"Annemle babamın başka çaresi olmadığı için kabul etmek zorunda kaldılar. Haklılardı da, onlara bunun için bir gün bile kızmadım... Yoksa canım tehlikeye girecekti. Bunun yerine de istedikleri gibi yetiştirilmemi kabul ettiler. Çocukluğumdan bu yaşıma kadar da bu topraklara adadım kendimi. Her bir yaşımı, aldığım her nefesi, her şeyimi, her şeyimle..." Kesik bir soluk bıraktığında, soluğunu kesenin canını yaktığı noktaya gelmiş olmasından kaynaklandığını düşündüm.

Bilmediğim gerçekleri bir bir ortaya döken Algan'ın, yaşadıklarının bu denli olduğunu bilmiyordum. Tahmin dahi edemeyeceğim kadar acıya batan ruhu hâlâ debeleniyordu bir soluk alabilmek adına o bataklıkta.

"Sonra bir gün... Suikast düzenlendi evimize. O gece, annem... Babamla benim için kendini feda etti." Ömrümde, gözlerinin dolduğuna ilk defa şahit olduğum Algan'ın gözkapakları bulutlarını taşıdığı elalarını örterken, sığınacak bir liman arar gibi başını yeniden bana yasladı.

"Daha çocuktum... Olanları anlayamayacak kadar çocuktum. Annemi gerimde bırakmamam gerektiğini bilemeyecek kadar çocuktum. Beni zorla götüren babama karşı çıkmaya gücümün yetemeyeceği kadar çocuktum." Onu kendi tarafına tüm gücüyle çeken suçluluğa dizleri üzerinde çoktan teslim olmuş hali karşısında, bir şeyler söylemek adına aralanan dudaklarımı, kısık çıkan sesiyle birbirine bastırdım sıkıca mühürlemek istercesine.

"Hiçbir çocuk, annesinin ölmeden önceki son bakışlarını aklında, son nefesini verene dek taşımayı hak etmez... Hiçbir çocuk böyle bir yükü hak etmez Hera."

Saçlarında buz tutan parmaklarım, çektiği acının alevleriyle çözülürken; her bir telinde geçmişin yükünü taşıyan adamın, yüklerini biraz olsun hafifletmek istedim fakat biliyordum ki bu mümkün değildi.

O bakışları, gözlerinin önünden ben bile silemezdim. Biliyordum. Bu düşünce çok iyi niyetli olurdu, unutmuş gibi yapardı fakat gerçeği değiştirmeye ikimizin de gücü yetmezdi.

Göğsümün tam ortasında hissettiğim sızı aldığım soluğu sekteye uğratırken, annesinin beklenmedik kaybının sonrasında babasının bir başkasıyla evlenmiş olmasının ağırlığı benim içime oturdu. Sızı giderek arttırdı şiddetini, daha da kuvvetli vurdu kalbim tenimin altından.

"Çok... Canım yanıyor." Soluğu kesilmiş gibi başını geri çektiğinde, kısılan bakışlarında aradığı yanıtı bende bulabilecekmiş gibi dokundu gözlerindeki yangın gözlerime. "Tesis kuralı, yöneticilerinde yakınlarının da öldükleri an izleri yok edilir başkalarının eline ulaşmaması için. Bir fotoğraf... Yalnızca o kaldı elimde. Ben yirmi yedi yaşıma kadar bir gün olsun unutmadım annemi, yemin ederim. Bana öğrettiklerini de, söylediklerini de... Ama..."

Hafifçe buruşturduğu yüzüyle duraksadı. Geçmişin harladığı içindeki sönmeyen yangının alevleri kelimelerini küle çeviriyordu her seferinde.

"Sesini unuttum Hera. Hatırlayamıyorum. O kadar askeri sınavdan sonra hafızam o kadar köreldi ki... Sesini aklımdan bile sildiler. Oysaki bir orada kalmıştı zaten..."

Sonlara doğru daha da güçsüzleşen sesi karşısında, sıkıca birbirine bastırdığım dişlerim ve kasılan bedenimin hüküm sürdüğü sessizliği bozmamak için verdiğim mücadele de eş zamanlı güçsüzleşiyordu. Onun gözyaşlarını çalmak istemiyordum yalnızca.

"Bazen düşünüyorum da... Annem, kızıyor mudur bunun için bana? Artık elimde kalan o fotoğrafında, gözlerine bile bakamıyorum utancımdan. İnsan hiç annesinin sesini unutur mu Hera?"

Sert bir yutkunma boğazımdaki yanmayı dindirmek yerine daha da tahriş ettiğinde, bana bir yanıt, tek bir yanıt için yalvarırcasına bakan gözleri karşısında sonunda ilk tepkiyi verdi bedenim benden bağımsız.

Başımı ağırca aşağı yukarı sallarken, nemini kirpiklerimde bırakan yaşları biraz daha tutabilmek için savaştım kendimle.

"Unutur." Kısık sesimdeki pürüz, gözpınarlarımdan boğazıma kayıp giden dökemediğim yaşlarımdandı en çokta.

"Ben de unuttum."

Neredeyse kıracak güçte sıktığım dişlerimle kesik bir soluk alarak sesimdeki ağırlığı onun omuzlarına bindirmemek için kısıkça devam ettim. "Zada o gün tesiste babamdan kalan sesli mesajı ilk açtığında tanımadım..." Başım ağırca yana doğru düşerken, kuruyan dudaklarımı ıslatarak sesli bir soluk çektim yangından geriye küllerini bırakan ciğerlerime.

"Kendi babamın sesini tanıyamadım bile."

Gerçekleri gözlerime dolduran acımasızlıkları geride bırakmaya çalışarak gülümsediğimde, parmaklarım saçlarında gezinmeye devam ediyordu. "Bunun için bize kızacaklarını sanmıyorum. Onlardan ayrılan biz değildik; bizi onlardan ayırdılar. Olan bu... Hem kaybettik, hem de unuttuk."

Paylaştığımız ortak yarayı, aynı yerden sarmaya çalışıyorduk ikimizde.

İki yara, bir yara bandı... Hangimizinkinin üzerini kapatacağıysa meçhul.

Olan olmuştu. Biz acımızla geride kalanlardık. Bizi bu acıyla bırakanlar ise, aynı körleşmiş zihinleri içerisinde mahkum yaşamaya devam ediyorlardı. Düşüncelerinin kör kuytularında ölmeden hemen önce, son soluklarını ömürleri boyunca sahip olamadıkları gün yüzünün aydınlığına attıkları ilk adımda vereceklerdi.

Olması gereken buydu.

Gözleri, kocaman bir pişmanlık ve yaptıklarının ağır vicdan yükü altında kapanacaktı.

İşte asıl karanlık, buydu.

Henüz idraka erişememiş beyinlerin yaptıklarını yanına bırakırdı dünya belki ancak bazıları vardır ki, o idrakı yaşayabilmeleri için kendilerini tümüyle feda ederlerdi.

Algan, onların kendilerine seçtikleri bir kurbandı. Annesi ve babasının olmayan suçlarının cezasını çekmişti ve hâlâ da en ağır şekilde çekmeye devam ediyordu.

Bense feda edendim. Tümüyle. Soluğunun son damlasına dek, feda eden. Bütünüyle, bütünümle.

İnsan yine de alıkoyamazdı kendini bir canın sağ olsun demekten. Sadece o, onun canı sağ olsun; gerisinin bir önemi yoktu.

Onun nefesinin kesildiği her an, kendi soluklarımla onu yaşatacak kadar sağ olsun hem de...

Belimde duran elini uzaklaştırarak yüzümü kavradığında, kendini taşıran damlanın birini yarı yolda izini bırakmasına dahi izin vermeden yakalayarak sildi. Birleşik durmaya devam ellerimizle, bu defa avucuma bastırdığı dudaklarını bir süre orada tuttu.

Tenime işleyen derin busesi, yaramın asıl noktası orasıymış gibi dudaklarıyla sardığında, elimi uzaklaştırarak parmaklarıyla öptüğü yerin görünmez bandın üzerinden geçti hafifçe.

Aniden esen oldukça soğuk, üşüten rüzgar ve acımıza ortak olmak ister gibi kendini siyahlara bürüyen gökle gözlerimiz arasındaki bağ daha da sıkı ilmekler atarak sarıldı birbirine.

Daha sert esen rüzgarla benden kopan elaları ağırca gökyüzünü buldu. "Küçükken şimşeklerden korktuğumu bildiğinden yanımda uyurdu annem. Ne derse desin geçmezdi korkum. Ama gelmedi. O gün, annemi gerimizde bıraktığımız gün çok şimşek çaktı ama annem yanıma hiç gelmedi. Ne o gün, ne de ondan sonraki günler... On yedi yıldır annem gelmedi."

Başını iki yana salladığı sırada gözlerindeki yorgunluğu gün yüzüne çıkaran elalarından bakan tükenmiş ruhuyla göz göze geldim.

"Yirmi yedi yaşındayım. Annem gelmedi." Alışkın bir tavırla silkti omzunu. "Gelmeyeceğini biliyorum ama ben hâlâ bekliyorum. Bıkmadan, yorulmadan dilediğim tek imkansızlık bu..."

Asla gerçekleşmeyecek isteğin imkansızlığına tutunmuş yedi yaşındaki bir adamın, yirmi yedisindeki dileğiydi bu. Belki otuz yedisinde, belki kırk yedisinde de...

Gelmeyecek olanın yerini doldurmak mümkün olmadığı sürece, beklemek boynun borcuydu.

Ağırca oturduğu yerden kalkan Algan'ın elimden ayrılmayan eli biraz daha sıkılaştığında, gökyüzünden ayrılan gözleri bana tutundu. Gözbebeklerine dahi işleyen, her an bir şimşeğin sesini duyacak olmanın korkusu benim de içime işledi hissini.

Onunla ilgili bildiğim geçmişe dair tek bilgi, gök gürültüsünden son derece rahatsız olduğuydu. Şimdiyse beklemediğim bu sebebi öğrenmek, hiçbir ağrılık bırakmadı üzerimde. Onunla ilgili hiçbir şeyin bana yük olmayacağını biliyordum.

Yalnızca, o korkuyu paylaşırken buldum kendimi onunla.

Elini sıkan parmaklarımla kendine gelir gibi gözlerini kapatıp açması üzerine dudaklarım aralandı. "Gidelim mi?"

Daha da kötüleşeceğinin haberini veren hava giderek kararıp soğuk rüzgarlarının şiddetini arttırırken, sorumla beraber başını salladı ağırca ve hareketlenerek hemen yanındaki benimle beraber ilerlemeye başladı.

Ona uyum sağlayan adımlar, her ilerleyişinde bedenimi daha da dibe çekiyordu sanki. Kendi yalnızlığımdan dem vurmaktan geri durmazken, onun bunu bana dahi anlatmayacak kadar içine çekilmesiydi tek ağrıma giden.

Hak etmiyordu hiçbirini.

Ne öncekileri ne de şimdi olanları... Hiçbirini, hak etmiyordu Algan.

Ellerinden alınan annesinin ardından, şimdi de hayatını devam ettirebilmek için kendini adadığı şeyleri bir bir almak istiyorlardı ondan.

Kolay olanı buydu.

Çünkü insanoğlu, daima gücünün yettiğini seçerdi kendine kurban.

Bedelini, daima elinin altındakine ödetirdi.

Meclis üyelerinin, Zada'nın ve onun kendisine kurduğu bütünüyle samimiyetsiz tamamen çıkar ilişkisi üzerine kurulu ailesi, Atalante'nin... Hepsinin birleştirdiğine emin olduğum güçleri, yalnızca ona yetiyordu.

Yıllardır yok edemedikleri Algan'ın gücünü elinden almak için mükemmel bir fırsat doğmuştu ellerine.

Ancak hesaba katamadıklarıysa, benim elime doğan gücün hepsini yok edebileceği gerçeğiydi.

Ben, benden alınanları geri kazanamazdım. Biliyordum. Bu saatten sonra aldıkları ailemi geri getirmemin hiçbir imkanı yoktu. Bunu denemenin bile boyutlara, evrene verebileceği zararı tahmin ediyordum. Ben, tamamen kaybedendim.

Fakat Algan'dan gözlerimin önünde, elinde son kalanları da almalarına müsaade edemezdim. Tam bu noktada, aştıkları bir sınır vardı. Kendilerini kusursuz bir planın içinde, kusursuz bir ilerleyişte sanıyorlardı. Amacım böyle sanmaya devam etmeleriydi.

Çünkü onlar hakkında en iyi öğrendiğim şey, yüzyıllardır değişmeyen tek şeye sahip olmaları; insanoğlunun gözünü kör eden sonsuz güç isteğinin getirisi bencil hırs...

Hırs. Öyle bir köreltirdi ki mantığı, öyle bir adım attırırdı ki gözü kapalı insana... Bastıkları zemine dahi bakma gereksinimi duymadan, gözlerini ileride duran hedeflerinden bir an olsun ayırmazlardı.

Hedeflerinde güç vardı. Tüm evrenin, sınırsız gücü...

Ancak bastıkları zeminde de benim olduğumu göremeyecek kadar kararmıştı gözleri.

Parmaklarının ucunun tam da o aydınlık hedefe değmek üzere olduğu an, öyle bir yıkılacaktı ki yolları... Değil düşmek, kendi sonlarını kendileri getirecekleri kadar yok edecektim.

Amacım, hayata bakış açım değişmişti artık. Yaşatmaya yetmeyen gücümü, öldürmeye yettirecektim.

Algan'ın yolunu yapamıyorsam eğer, diğerlerinin yolunu yıkmaktan geri durmazdım. Bundan bir an bile vazgeçmeyecek yanım, yeminini kendi kanımla yazdığım satırların altına imzasını en belirgin şekilde atmıştı.

Tesisten içeri attığımız adımla anında yanımıza gelen Kain, Algan'a selam vererek hazır ol konumuna geçti. "Komutanım, meclis üyeleri gittiler. Diğer askerlerle beraber vereceğiniz emri bekliyoruz."

Derin bir soluğu içine çekerek anında duruşunu dikleştiren Algan'ın, bir anda gözlerinden sildiği az önceki yorgunluğa ve sakladığı geçmişin yüklerine hayretle baktım. Bu denli iyi saklıyor olabilirdi, karşısındaki kimse onu anlamıyor da olabilirdi ancak benim anlamam gerekirdi.

Benim, onun gözlerinin ardına sakladığı her yarayı görmem gerekirdi. Tıpkı onun, benim ruhumdakilerin yerlerini tek tek ezbere bildiği gibi...

"Buradan sonra yapacağınız bir şey kalmadı artık." Boşta kalan eli Kain'in omzunu hafifçe sıktığında, gözlerini açıp kapadı.

"Mahkemeden çıkacak son karara kadar en ufak bir harekette bulunmamız yasak. O yüzden kesin karara kadar hepiniz izinlisiniz. İsteyen tesisteki odalarında kalmaya devam edebilir, isteyen de evine geri dönebilir. Son durumdan herkesi haberdar edeceğim."

Gözlerini karşısındaki Algan'dan çekerek eğdiği başını sallayan Kain, emri aldığını belli eden hareketinin ardından ağır adımlarıyla arkasını dönerek uzaklaşmaya başladı. Herkesin farkında olduğu gerçek, ve komutandan öte dost olarak gördükleri adamın suçlanışı; onların da zoruna gidiyordu.

Göz göre göre haksız yere yaptıklarınaysa, diğerleri göz yummaya devam ediyorlardı.

Meclis üyeleri ülkede adaleti sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir grupken, şimdi temsil ettikleri tek şey, darbe almış adaletin kendi taraflarına ağır basan terazisiydi.

Bedenimi yanımdaki Algan'a doğru yönelttiğimde, başım yana doğru eğildi. "Ne yapacaksın?"

Sorum karşısında, onu tanımıyormuşum gibi omzunu silkti. "Hiçbir şey... Bekleyeceğim."

Tek kaşım yukarı doğru kalkarken, vurgu dolu bir şekilde döküldü ismi dudaklarımdan. "Algan..."

Verdiği sesli solukla omuzları düşerken, hafifçe boğazını temizleyerek yeniden önüne döndü ve peşinden beni de ilerletmeye başladı. Hızlı adımlarına yetişmeye çabalarken, yanından geçtiğimiz tüm askerlerin beklenti dolu gözleri ona değiyordu. Verdiği son emri onlara çoktan tek bir mesajla toplu olarak iletmiş olan Kain'e rağmen, hâlâ bir emrini bekledikleri bakışlarından dahi okunuyordu hepsinin.

Odasının bulunduğu kata geldiğimizde, panele kartını okutarak kapının açılmasını sağladı. İçeri devam eden sessizlikle girdiğimizde, zihnimde hâlâ onun ne yapmayı düşündüğü dönüyordu. Zaten gözler yeterince üzerindeyken, iyice kendisini ateşe atmasına engel olmam gerektiğinin farkındaydım. Ve onu, sırf engellememem için beni işin içine dahil etmeyeceği kadar iyi tanıyordum.

Odanın ortasına geldiğimiz anda elimden ayrılan eliyle, hızla bir yere doğru ilerlemeye başladı. Karşımdaki düz duvarın bir köşesine kartını bastırarak beklediğinde, çatılan kaşlarımla ne yaptığını izliyordum.

Birkaç saniye sonunda, duvara yasladığı dikdörtgen kartın çevresini saran ince bir ışık çizgisi yanıp sönerek kaybolduğunda, sol alt köşede, dümdüz duran duvarda kare bir boşluk meydana geldi. İlk defa gördüğüm bu yere şaşkınlık içinde bakmaya devam ederken, Algan oldukça hızlı hareketlerle boşluğun içine uzattığı eliyle bir şeyler aramaya koyuldu.

Anlamsız bakışlarım üzerinde dolanırken, sonunda aradığı şeyi bulmuş olacak ki elindekilerle yeniden boşluğun düz duvar haline gelmesini sağladı. Eğildiği yerden kalkmadan hemen önce, cebine attığı şeyin ne olduğunu göremezken, doğrulmasıyla parmakları arasından sarkan diğer nesneye değdi gözlerim.

Zaman kolyesiydi.

Sorgu dolu şekilde sessizlikle yanıma gelmesini beklemeye devam ederken, hiçbir şey söylemeden önce kolyeyi boynuma taktı. Ne yaptığını anlayamadığım Algan'ın gözlerinde ısrarla sabit kalan bakışlarıma, sonunda çevirebildi elalarını.

"Evine gitmen gerekiyor."

Kaşlarım çatılırken, bir ucu boynumdan sarkan kolyeye birde yüzüne baktım. "Onu zaten biliyorum da... Bu neden?"

Gitmem gerektiğinin farkındaydım, burada durmam onun açısından daha zor olacaktı. Ancak kendi kolyesi, benim de onunla beraber zamanda yolculuk yapmama olanak sağlıyordu. Üstelik bana verdiği hiçbir zaman kolyesini de bende tutmamıştı bunca zamandır.

"Lazım olacak." Sonunda daima soru işareti bırakan tavırlarıyla kaşlarım çatılırken, başımı iki yana salladım şüpheyle.

"Kim için?" Devam eden sessizliği karşısında, kolyenin ucundaki zaman ayarını yapmaya başlaması üzerine parmaklarım bileğine dolandı.

"Sen gelmiyor musun? Neden bir tuhaf davranıyorsun şimdi böyle?"

Zihnimde bıraktığı soru işaretleriyle beraber kendi kendimi yemek istemiyordum ondan uzakta. Onsuz kendi zamanıma gidecek olmak bir anda anlamsızca rahatsız olmama neden olurken, bileğine doladığım parmaklarımı eliyle ger çekti.

Daha ne olduğunu anlayamadan hızlı bir şekilde elime dudaklarını bastırıp sıkıca tuttu. "Geliyorum."

Kısa cevapları edindiğim şüpheyi daha da aşındırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Aniden değişen tavrının tek sebebini ise, bir şey yapacağına yoruyordu zihnim. Üstelik bunun da, kimsenin hoşuna gitmeyeceği kanısındaydım nedense.

"Algan..." Ona seslenişimle bana değmeyen gözleri karşısında çenesini buldu parmaklarım. Bana bakması için başını yukarı doğru kaldırdığımda, sonunda göz göze gelebilmiştik.

Fakat gözlerini kaçırmasını beklemiyordum.

"Ne oluyor? Ne geçiyor yine o güzel aklından?" Oldukça net şekilde dışa vurduğum ima dolu sözlerimi anladığında, derin bir soluk bıraktı.

"Bir şey geçtiği yok. Kolye, senin yanından ayırmaman gereken tek şey Hera." Yüzünü yüzüme doğru eğdiğinde, oldukça ciddileşen tavrı karşısında daha da arttı zihnimde dolanan soru işaretleri.

"Ne olursa olsun, kolyeyi boynundan çıkarma." Tek kaşı ağırca yukarı doğru kalktığında, biraz daha eğdiği başıyla kulağıma yaklaştı oldukça önemli bir sır verecekmiş gibi.

"Üzerinde hiçbir şey yokken bile, tek şey o kolye olursa sevinirim." Oldukça kısık çıkan kelimeleriyle dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, aniden sertçe omzuna geçirdim elimi.

"Dağıtma konuyu, terbiyesiz! Aklın fikrin nerede senin? Evimi mi izliyorsun sen ya?" Ani yükselişimle sırıtan yüzü, son cümlemle ciddileşti.

"O kadar da değil." Kısa bir duraksamanın üzerinden dudakları yeniden kıvrıldı. "Özel hayata saygılıyız neticede."

Az önceki kelimelerinden sonra, dalga geçer gibi dile getirdikleri karşısında yeniden çatıldı kaşlarım. "Sen geç dalganı, gidiyorum ben." Diyerek kolyeye dokunduğumda, ters bir bakış attım yüzüne.

"Hem de yüzyıllarca geriye, terk ediyorum seni. Zor bulursun daha da."

Kendi boynundaki kolyeye dokunduktan hemen sonra yukarı doğru havalanan kaşlarıyla, beni ciddiye almamaya devam etti. "Ooo ciddiyiz birde..." Ardından sırıttı yine. "Seni bir dinozor çağına gönderelim, hem daha zor bulurum o zaman seni. İnan ölürüm de kahrımdan, ister misin?"

İrileşen gözlerimle etrafımıza yayılan ışıkların sisi arasından yüzüne baktım. "Saçmalama." Aynı şekilde yüzüme bakmaya devam etmesiyle, etrafıma kısaca bakındıktan sonra ciddi duran ifadesine yeniden döndüm. "Şaka yapıyorsun değil mi?"

Dudağını büken Algan omzunu silktiğinde, giderek daha da yoğunlaşan ışıkla, bedeni gözlerimin önünden silinmeden hemen önce sesi doldu kulaklarıma. "İyi eğlenceler hayatım! Hayatta kalmaya bak."

Aniden içine hapsolduğum ışık huzmesinin baş döndürücü girdabına kapıldığımdan gözlerimi sıkıca kapatırken, saniyelerin ardından korkuyla hızla geri açtım. Aceleci şekilde çevremde gezinen gözlerim, evimin olduğu sokağın biraz aşağısında bulunduğumu anlamam üzerine, fazlasıyla derin bir soluk çektim içime.

Karşıma çevrilen gözlerimle, sırıtarak beni izleyen Algan'la karşılaştığımda, beklemeden bu defa daha sert vurdum koluna. "Bunun şakası mı olur ya?!"

Serzenişim karşısında uzun zamandır duymadığım gülmesini işittiğimde, belimden tutarak bedenimi kendisine doğru çekti. Şakağıma bastırdığı dudaklarını geri çektiğinde, eğdiği başıyla kısık gözleri gözlerimi buldu. "Sevgiliye şiddeti bırakmazsan eğer gönderirim seni eski çağa, taşı taşa vurarak ateş yakarsın sonra."

Kınayıcı bir bakışla eğlenir haline bakarken, dilimi damağıma vurdum ardı ardına. "Laflara bak laflara..." Boynumdaki kolyeyi işaret ederek devam ettim. "Yunan çağına gider bulurum bir Yunan heykeli, görürsün."

Tehdidimle tek kaşı ağırca yukarı doğru kalktığında, kibirli bir gülümsemeyle üstten bir bakış attı yüzüme. "Yalnız... Senin sevgilinde yarı Yunan heykeli sayılır." Yüzüme doğru eğildiğinde başını yana yatırdı ağır bir yavaşlıkla.

"Bu durumda, benim de bir Yunan tanrıçası falan mı bulmam gerekiyor?"

Devamlı etkisiz bıraktığı sözlerim ve onu sinirlendirememenin vermiş olduğu huysuzlukla tersçe baktım yüzüne. "İyi, git bul. Terbiyesiz! Bizim neyimiz var pardon?"

Yüksek sesli bir kahkahayla geriye doğru çekildiğinde, giderek daha da çatılan kaşlarımı görmüş olacak ki sonunda kendini durdurmak istercesine dişini dudağına geçirdi. "Güzelim, ben bulmuşum zaten. Hem de Hera olanını... daha ne yani, hiç..."

Güler gibi bir soluk vererek elimi omzuna koydum. "Şakacı günündesin bugün herhalde." Ardından ardı ardına vurdum omzuna hafifçe.

"Dikkat et de açmayayım sana bir boyut."

Yüzünde beklemediğim şekilde oldukça geniş bir gülümseme oluşan Algan, ağır ağır başını salladı aşağı yukarı. "Tehdit, şiddet..." Eliyle yüzümü kavradığında, afallayacağım şekilde dudaklarını alnıma bastırarak geri çekildi.

"Bak bir kere daha aşık oldum şuan. Var ya kızım, sen benim tam ruh eşimsin."

Keyifli ve oldukça eğlenen haliyle sesli bir soluk bırakarak başımı iki yana sallarken, kısıkça mırıldandım. "Üzüm üzüme baka baka o daha çok ama..."

Kaşları hafifçe çatılırken, anlamsızca duraksadı.

"O ne demek?" Başı yana doğru eğildiğinde, sahici bir sorgulayan tavırla baktı yüzüme. "Üzüm... Ne alaka? Ne üzümü?"

"Kuru üzüm." Kendi esprime kendim gülerken, onun bana bakmaya devam eden tuhaf bakışları karşısında, ciddi olduğunu anladığımdan bende duraksadım.

O böyle durunca, komik sandığım şakam iğrenç geldi kulağıma.

Hafifçe boğazımı temizleyerek kendimi toparladığımda, durumu ifade etmek istercesine hafifçe tebessüm ettim bu haline. "Atasözü..." Açıklamamla anladığını belirtircesine başını sallayarak, kısıkça mırıldandı.

"Çok karışık geliyor çoğu, anlayamıyorum bazen." Hafifçe buruşturduğu yüzü gülmeme neden olurken, sesli bir soluk bıraktı.

"Gitmem gerekiyor artık. Tesiste işler karışacağı için burada kalman daha güvenli olacak." Kısa bir an duraksadığında, gözleri kısıldı.

"Seni korumaya devam etmek için askerler çevrende olacak." Buna gerek olmadığını söylemek adına dudaklarım aralanmıştı ki, anında ne diyeceğimi bilir gibi hızla devam etti. "Biliyorum, sen kendini koruyabilirsin. Emin ol buna bizzat şahitte oldum..."

Sona doğru sesinde hiçbir ima barındırmamasına rağmen, o gün, o yerde, kontrolsüz gücümden kaynaklı ona da zarar verdiğim gözlerimin önüne düşünce mahcup bir bakışla kuşandı gözlerim.

"Ama yine de etrafında olmalarının bir zararı yok." Sözleriyle ağırca başımı sallayarak onu onayladığımda, yanıt vermeyeceğini bile bile yeniden açtım aynı konuyu.

"Ne yapacaksın Algan?"

Sorumun asıl noktasını bilmesine rağmen, omzunu silkerek konuyu başka bir yöne çekti umursamazlıktan gelerek. "Gece resmine bakıp ağlayacağım."

Gözlerimi devirdiğimde, işaret parmağıyla burnumun ucuna vurdu. "Devirme gözlerini."

Anında kaşlarım havalandı. "Sende dalga geçme o zaman benimle."

Yeniden silkti omzuyla yüzünde tuhaf karşılayacağım serseri bir gülümseme oluştu ilk önce. Hemen ardından parmaklarını saçları arasından geçirdi. "Sanma ki ben sensiz de yaşayabiliyorum, her gece resmini öpüp de uyuyorum."

Ona doğru attığım bir adımla, başını biraz daha eğmek zorunda kalırken yüzümü yüzüne yaklaştırarak gözlerine yakından baktım. "Kimlerle vakit geçiriyorsun sen bu zamanda Algan? Arka sokaklara çok uğrama lütfen."

Sözlerime gülerken, işaret parmağını alnıma yaslayarak başımı geriye ittirdi. "Romantikliğe alerjin olması benim suçum değil."

İmalı bir bakış attım yüzüne. "Senin romantiklik anlayışın duvar yazısı sözleriyse bu benim suçum değil asıl bence." Sırf biraz olsun damarına basabilmek için sahte bir ima barındıran sözlerimle, istediğim yine olmadı. Dudakları yine bir gülümsemeyle kıvrıldı iki yana.

İşaret parmağı bu defa boynuma inerek tişörtümün altındaki diğer kolyenin zincirine dolandığında, hafif bir hamleyle kendisine doğru çekmesi sonucu adımlarım ona yaklaştı. Diğer eli belimi sardığında, parmağını doladığı kolyeyi bırakmadan gözlerime çıkardı kısılan elalarını.

"Benim romantiklik anlayışım tam olarak bu güzelim." Diyerek kolyenin ucuna takılı, ismimi verdiği gezegenden yapılma olan taşı işaret etti.

Tamam... Bu defa üzerine diyecek bir sözüm yoktu.

Birbirine bastırdığım dudaklarımla sessizleştiğimde, bu halim onu güldürdü ancak alaylı bir tebessüm değildi bu. Daha çok şefkatini ve sevgisini hissettiriyordu...

"Ama sana olan hislerimi ifade etmem için inan bu da yetersiz." Parmağını kolyenin zincirinden çekerek elini yüzüme yerleştirdiğinde, ellerim iki yandan kollarına tutundu.

"Sevgimi tam anlamıyla gösterebileceğim somut bir ölçü henüz yok sevgilim, üzgünüm."

Keşfettiği gezegene Hera ismini verdikten sonra bu sözleri dile getirmesi karşısında, ne söylemem gerektiğini bilemedim. Gerçi, ne söylesem yetmeyecekti de...

Başını yana eğerek dudaklarını bu defa yanağıma bastırdığında, temasını kesmeden dudağımın hemen kenarına dek sürdü izini. Tam o noktada, daha baskılı şekilde öperek geri çekildiğinde fazlasıyla güzel bir gülümseme sundu dudakları gözlerim önüne.

"Biraz mesafe koyarsak araya yalnız..." Sessiz sokağın ortasında aniden duyduğum tanıdık sesle irkildiğimde, benim aksime oldukça sakin duran Algan düzleşen ifadesiyle bakışlarını gerimde bir noktaya çevirdi.

Yüzündeki sırıtmayla elleri cebinde, ne ara bu denli yaklaştığını anlayamadığım Hakan, arkasındaki duvara yaslanmış dururken, gözleriyse üzerimizdeydi.

Algan aniden soğuklukla bezenen bakışlarıyla az önceki sıcaklığını yok ederken, dümdüz bir ifadeyle gözlerine baktığı Hakan yaslandığı duvardan ayrılarak gözlerini bana çevirdi. "Seni arıyordum ben de..." Tek kaşı ağırca yukarı kalktığında, yapmacık bir tebessümle Algan'a kısa bir an çevirdiği gözleri imayla yeniden beni buldu.

"Sevgilinizden kopabilirseniz eğer, yerler silinmek için sizi bekler Hera Hanım." Alaylı sözleriyle ona attığım uyarıcı bakışlarıma aldırmadan omzunu silkmesi üzerine derin bir soluk çektim içime.

Derdinin yerler olmadığını elbette biliyordum. Muhtemelen yine hoşuna gitmeyecek bir hamlede bulunmuş olmam sonucu, azarını yiyecektim. Veya asıl konu, gittiğim geçmişti. Acil bir şekilde onunla konuşmamız gerektiğini anladığımdan, gözlerimi karşımda duran Algan'a çevirerek genişçe gülümsedim.

"Çok bekletme beni olur mu? Özlerim, bir bakmışsın yanına geleyim derken yine boyutları birbirine katmışım, bağları koparmışım... Sonra yine dikmekle falan uğraşırsın, hiç gerek yok yani." Bana çevrilen gözleriyle, kollarına tutunan ellerimle destek alıp hafifçe ayaklarım üzerinde yükseldiğimde, yanağına bastırdığım dudaklarımı geri çektim.

"O yüzden sen gel. Ama bekletme sakın." Yinelediğim sözlerimle, sonunda buzlarının çatlakları arasından sıcaklığını yaydı yeniden elaları.

İçimin ısındığını hissettiğim bakışları gülümsememi daha da genişlettiğinde, derin bir iç çekerek saçlarımın üzerine bastırdı bu defa dudaklarını. Kısa bir sürenin sonunda geri çekildiğinde, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak konuştu.

"Sözüm olsun o halde." Göz kırptıktan hemen sonra geri çekildiğinde, başıyla gitmemi işaret etmesi üzerine el sallayarak, her ne kadar benim için zorda olsa, sırtımı ona çevirdim.

Adımlarım durduğu yerde beni beklemeye devam eden Hakan'ın yanına yöneldiğinde, omzumun gerisinden baktığımda onun da benim aksi yönümde ilerlemeye başladığını gördüm. Cebime yerleştirdiğim ellerimle, düşen yüzüme engel olamazken, sonunda yanına vardığım Hakan tek gözünü kırparak başını iki yana salladı.

"Nasılsın?"

Dudaklarımda sorusuyla kıvrımlarında ima barınan bir tebessüm belirdiğinde başım kaşlarım yukarı doğru yükseldi hafifçe. "İyiyim en güzel anılarımın katili Hakan. Sen nasılsın? Keyfin pek yerinde anladığım kadarıyla."

Sırıtması sözlerimle daha da genişlediğinde, başını aşağı yukarı salladı bu defa. "Off sorma sorma, bir keyifliyim... İnanır mısın, senin yerine yerleri ben bile temizleyebilirim şuan."

Alay dolu sesiyle yan yana ilerlemeye başladığımızda, kısa bir bakış attım yüzüne. "Hayırdır, nedir bu keyfinizin sebebi?" Ardından kinayeyle devam ettim. "Yerleri benim yerime silecek kadar hem de..."

Yanıma doğru yaklaşarak etrafa kısa bir göz gezdirdiğinde, bu haline şaşırsam da sessiz kaldım. Ellerini ceketinin cebine yerleştirerek koluyla kolumu dürttüğünde, başımı iki yana sallamam üzerine kısık sesle fısıldadı.

"Geçen gün restoranda konuştuğum kız vardı ya, numarasını verdi bugün."

Sabır çekercesine bir soluk bıraktığımda, iflah olmazsın bakışlarıma karşı yalnızca gülmekle yetindi. "Bunun için mi geldin en güzel anımın içine ettin? Ben sana aynısını yapsam bir gecenin mesaisini kitlersin üstüme."

Dişlerini gösterecek bir gülümsemeyle elini omzuma attığında, çatılan kaşlarımı önemsemeden başını hafifçe bana doğru eğdi. "Oy ben sana kıyamam, senin yüzün ondan mı düşük deminden beri? Ayrıca ayıp ediyorsun, tabii ki de gelip öyle bir anımı bozsan sana bir gecenin mesaisini kitlemem."

Omzumda duran elini koluma vurdu teselli vermek istercesine. "En az üç gece kitlerdim. E o da senin o güzel hatırına."

Çatılan kaşlarımla kolumla koluna vurduğumda gülerek elini omzumdan çekti. "Aman şimdi aşmayalım sınırımızı da, manitanın keskin nişancı askerlerine kurban gitmek istemem bu genç yaşımda."

Sözleriyle gülerek başımı iki yana sallarken, geçtiğimiz sokaklara restoranın olduğu yere varmıştık çoktan. Açtığı kapıdan içeri girdiğimizde, son olanlar doldu zihnime hızla. En evimdeyken nasıl bir anda geçmişe gidip, sonrasında da tesiste gözlerimi açtığımı merak ediyordum.

Hakan, henüz öğle vaktinden olsa gerek birkaç kişinin olduğu mekanda, insanlardan oldukça uzakta kalan bir masaya geçerek oturduğunda, hemen karşısındaki sandalyeyi çekerek bedenimi bıraktım. Sorgu dolu bakışlarım üzerinde gezinirken, ne soracağımı bildiğinden anlatma moduna geçtiğinde, dirseklerini aramızda kalan masaya yaslayarak etrafı taradı ilk önce.

Ardından beni bulan gözleriyle, direkt yanıtını aradığım sözler döküldü aramıza kısık tuttuğu sesiyle. "Evdeyken, aslında olacağı önceden sezmiştim. Ama yaşanacakları sana söylemem elbette imkansız olduğu için yalnızca bekledim."

"Neden imkansız bu? Yani bildiğin bir şeyi söylemen..." Sorumla sesli bir soluk bıraktı.

"Çünkü insanların kaderini önemsiz görünecek kadar ufakta olsa değiştirmem, sonrasında yaşanılacakları birbiri ardına etkiler. Bu da kadere yön vermek olur ve bu, kesinlikle yapacağımız en büyük suçlardan biri. İnsanların yaşaması gerekenleri değiştiremem Hera. Seçimleri hakkında ipucu dahi vermem, geleceği etkiler."

Haklı olduğu açıklaması karşısında ağırca başımı onay vererek salladığımda kaldığı yerden devam etti. "İlk önce bilincin gitti. Sonra da bedenin tamamen kayboldu ortadan. O an kontrol etmek için yalnızca sadıklara verilen zaman haritanı inceledim. Tam da tahmin ettiğim gibi, Göktük dönemindeydin. Sana yardım çağrısında bulunan atalarının yanında..."

Parmakları masanın üzerine sırasıyla vurduğunda, daldığım yerden irkilerek yeniden ona odaklandım. "Sonrası birkaç saat sürdü."

Anında bir şaşkınlık nidası yükseldi engelleyemediğim şekilde dudaklarım arasından. "Birkaç saat mi?!" Kendimi kontrol etmeye zorlayarak etrafıma bakındığımda, kimsenin bu tarafa dönmediğini görmem üzerine bu defa ona doğru eğilerek kısıkça devam ettim.

"Onca yaşadığım şey...Ben... Ben birde..." Devamını getiremediğim sözcükler ağırlığını dilimin üzerine bırakırken, benim eksik kaldığım yeri tamamlayan karşımda, keskin bakışlarını yüzüme dikmiş olan Hakan oldu.

"Öldürdün."

"Şunu sesli söyleme lütfen." Hızla gözlerimi kaçırarak mırıldandığımda, oturduğu sandalyede geriye doğru yaslanarak kollarını göğsünde birleştirdi yukarı kalkan tek kaşıyla.

"Bunda pişmanlık duyacağın bir şey yok. Yapman gerekeni oradaki benliğin bildiği için yaptın. Hepsi bu..."

Sözleriyle sertçe yutkunurken, huzursuzluk içinde kıpırdanarak masanın üzerine bir araya getirdiğim ellerimi sıkıca birbirine kenetledim. Biraz daha ona doğru eğildiğimde, merakım hakimdi yüzümde. "Benlik derken ne demek istiyorsun? Yani, o zamandakiyle bu zamandaki ben, düşünce yapım açısından farklı mı oluyor birbirinden?"

Sorularımla başını sallayarak cümlelerimi onayladı. "Aynen öyle. Zihnin, bulunduğu ortama adapte olduğu için bedeninde de aslında kendi boyutunda sahip olmadığın bazı davranışlar ortaya çıkabilir. Savaşman gerektiğini senden önce bilinçaltın kavrar. İşte tam da bu yüzden, aslında sahip olduğun ancak hiç harekete geçirmediğin özelliklerini aktif hale getirip sana kazandırır." Başı yana doğru eğilirken omzunu kaldırıp indirdi.

"Tabii buraya geri döndüğünde, kazandığın şeyler oradaki varlığında kalır. Burada yeni yeteneklerini kullanabilmen mümkün değil. Artık orada bir enerjin var senin Hera. O zamanda bıraktığın bir varoluş var. Konuştuğun hatta göz göze dahi geldiğin insanların zihinlerinde hâlâ devam ediyorsun aslında. Bu da senin enerjinin, her ne kadar geçmiş zaman olsa da, her an aynı anın içinde yaşanmaya devam ettiği için, orada canlı olduğunun kanıtı diyebiliriz."

Sindirmem gereken kelimeleri soyut kavramlar olduğundan idrak açısından beni zorlamaya başlamıştı. Yorgun zihnim cümlelerini mantık süzgecinden geçirmeye devam ederken, yeniden sesini duymamla odağımı ona vermeye çalıştım.

"Burada geçen birkaç saat, orada daha uzundu senin için. Bu zaman akışında da benim sorumlu olduğum boyuttan, başka bir sadığın sorumluluğu altındaki zamana geçiş yaptığın için o koruyucuyla görüşmem gerekti. Aslında hepimiz biliyorduk gerçekleşeceği ancak elbette bazı farklılıklar, nadirde olsa meydana gelebiliyor. Bir sorun çıkmaması için iletişim halindeydik." Kısa bir duraksamanın ardından, öne doğru eğildi hafifçe.

"Oldu da zaten... Beklemediğimiz şey, senin Algan'ın tesisine gitmendi. Geri, evine dönmek yerine orada açtın gözlerini."

Kaşlarım karışan kafamla çatılırken, onun düşüncelerini anlamış gibi kısıldı gözlerim şüpheyle. "Seni rahatsız eden şeyde bu..."

Mırıldandığım sözlerle gözlerini benden kaçırdığında, kaşlarım arasındaki çukur daha da derinleşti. "Sen de..." Kelimeler boğazıma takılarak soluğumu kısa bir an kestiğinde, göğsüme vuran kalbimin sancısını hissettim. Sert bir yutkunuş boğazımdan geçip gittiğinde, gözlerimde belirginleşen hislerin keskinliği, çoktan kılıçlarını çekmişlerdi.

"Ondan şüpheleniyorsun." Oldukça net kurduğum cümle, dilimden döküldüğü gibi kulaklarıma ulaştığında kendi söylediğime inanamadım.

Her geçen saniye onun devam eden sessizliğinin aksine benim düştüğüm dehşet çukuru biraz daha derinleşirken, parmaklarıyla ensesini sıkıp bıraktı çıkmazda savaşırmış gibi.

"Bak, bu kesin bir şey değil. Henüz benim bile emin olmadığım şeyi sana kesinlikle söylemem doğru olmaz Hera. Ama bir şey var. Anlıyor musun beni? Bir gariplik var, sadıkların bile bir sonuca dayandıramadığı bir pürüz..." Toparlamak istediği kelimelerle bu defa parmakları saçları arasından kayıp geçtiğinde, başımı iki yana salladım.

"Saçmalama Hakan. Algan'dan bahsediyoruz burada, farkındasın değil mi? Bunun düşüncesi bile yanlış. Çok yanlış hem de..." Ne yapacağımı bilemeyen tavrımla nefes almak istercesine geriye yaslanarak parmaklarımla boynumu ovaladım.

O ise katı düşüncem karşısında kısılan gözleriyle baktı yüzüme. "O halde neden gözlerini ilk açtığın anda kendini tesisteki bir odanın içinde, bedenine bağlanmış kablolarla buldun?"

Oturduğum yerden kalkmak için hareketlendiğimde, buna müsaade etmeden aniden koluma sarılan parmakları sakin bir dokunuşla bedenimi geri oturttu sandalyeye. Bu defa kaşları çatılan oydu.

"Sakin ol lütfen. Ve bana şöyle bakmayı kes. Düşmanın değilim senin Hera. Sadece düşünmeni istedim senden. Senin kötülüğünü isteyecek hiçbir şey yapmam. Yalnızca sakinleş."

Sıktığım dişlerimle kendime hakim olmak ister gibi titreyen ellerimi bacaklarım üzerinde birbirine sardığımda, masanın üzerine diktiğim bakışlarımı yüzüne çevirmedim. Israrla ona bakmayışım karşısında sesli ancak sıkıntı dolu bir soluk bıraktı.

"Beyin frekanslarını izliyorlardı." Sakin bir tınıda çıkan sesiyle, gözlerim direnişinden vazgeçerek onu bulduğunda vurgu dolu şekilde çıkan sesimle hızla konuştum.

"O sadece güvende olduğumdan emin olmak istedi."

"Ya da senin böyle düşünmeni istedi."

Beklemeden verdiği yanıt karşısında, masaya yasladığım dirseklerimle başımı ellerim arasına aldım. Saçlarım arasında asılı kalan parmaklarımla kafamı eğdiğimde, sıkıca yumdum gözlerimi duymak istemediğim sözlerinden kaçamayacağımı bilirken.

Veya gerçek olmalarından...

Herkes... Etrafımda olan, olmayan herkes gerdikleri yaydaki okun hedefine onu Algan'ı koymuştu.

Neden tüm düşünce yolları ona çıkıyordu hepsinin zihninde? Yoksa ben mi şüphe dahi duymayacak kadar fazla güveniyordum?

Zihnimi istila eden yersiz düşünceler birbiri ardında koşarken, mantığımla savaşan duygularım arasında büyük bir mücadele başlamıştı. Güveniyordum. Daha ötesi olur muydu ki hiç bunun?

"Seni anlamaya çalışıyorum Hera. Ve inan bana, senin açından bakınca fazlasıyla haklı görünüyorsun ama Algan'a farklı pencerelerden bakmak, seni ihanet eden yapmaz. Sadece düşün. Tüm bunları senin güvenliğin için yaptığını varsayarsak eğer..." Durmasıyla bakışlarım onu bulduğunda, aslında daha fazla güvenimi parçalarına ayıracak bir şeyler söylememesi adına yalvarıyordu bakışlarım.

Anladı da. Çok iyi gördü o yalvarışlarımı ancak devam etmekten bir an olsun vazgeçmedi.

"Senin geçmişe gittiğini ve dönüş anını nereden bilebilirdi Hera? Senin için ayarladığı, gözlerini açtığın o odaya geleceğini nereden bilebilirdi söyle bana buradaki mantıklı sebebi?"

Oldukça sakin bir tonda, bazı şeyleri anlamamı ister gibi çıkan sesiyle, her ne kadar yutkunmak istesem de yutamadım bu defa o sözlerini.

"Vardır... İlla vardır mantıklı bir nedeni. Algan beni kullanmaz Hakan. Asla yapmaz. Biliyorum ben onu."

Biliyordum. Tanıyordum.

Kendi kanımdan olanların ihanetini atlatırdım ancak onunki geçmezdi. Bu yaralanmaya benzemezdi. Onun bende açacağı en ufak bir kesik bile, yaralanmaya benzemezdi. Öldürürdü.

Bir sözü, bir bakışı, bir nefreti...

"Yapmaz ki..." Kısık sesle mırıldandığıma daha çok kendimi inandırmak istercesine konuştuğumda, karşımda sessizliğe gömülen Hakan; ne yapacağını bilemeyen ifadesiyle yalnızca sözlerini sindirmemi bekliyordu.

"Kendinden başka hiç kimseye güvenmemen gerektiğini sen de öğreneceksin bir gün elbet. Gölgen Hera... Gölgene dahi güvenmeyeceksin çünkü o bile yön değiştirir; karanlıkta kaybolur."

Kelimelerinin ardında gizlenen asıl sözcükler, birer birer derin kesiklerini güvenimin üzerine bırakırken tek yapabildiğim sessizce acıyı kabullenmekti.

Kendinden başka hiç kimseye güvenmemek...

Halbuki ben, kendimden bile daha çok ona güveniyordum.

Sarsılmaz, incelmez dediğim aramızdaki düğümlenen sıkı ilmekleri çözmeye girişen birçok görünmez el vardı şimdi. Ama biliyordum ki, o düğümleri bizden başka kimse açamazdı. Ancak, ikimizden biri ipin ucunu bırakırsa aradaki bağ, önemini yitirirdi.

Hakan'a sinirlenmemin yersiz olduğunu bildiğimden hiçbir şey söylemeden, kendi zihnimin sesine mahkum oldum bir süre daha. Kime inanacağımı bilmiyor değildim çünkü inandığım tek kişi oydu bu kalabalığın içinde. Hafızamı kaybettiğim an, onun için oldukça iyi bir fırsat olabilecekken, tek amacı her şeyi hatırlamamdı. Nasıl canının yandığına, acı çektiğine şahit oluyordum her dakika. Onu zihnimden silmekle en büyük yarayı açmışken, birde şimdi ihanet eden konumuna koyup da saramayacağım bir yara açamazdım.

Bu defa, tutmazdı yara bandı.

"O zaman, gücünden hiçbirimizin haberi yoktu."

Sesini işittiğim Hakan'la aniden başımı kaldırdığımda, bilir ifadesine şahit olan gözlerimden ilk önce bir şaşkınlık hemen ardından da öfke geçti.

"Aklımı okuma."

Hafifçe güldüğünde, sinirime aldırmadan sakinlikle konuştu. "Madem sen düşünmek istemiyorsun, o halde senin için de bunu ben yapabilirim. Şimdi, sana göre o an, hafızanı kaybettiğin de, Algan için bir fırsattı. Evet, Algan seni çok seviyor olabilir. Kendi canını verecek kadar da olabilir bu..." Yaslandığı yerden doğrularak yeniden öne doğru eğildiğinde, canımı yakacağını anladığım kelimeleri daha dile gelmeden gözlerinde bıraktı hissini.

"Hatta... Sırf beyin frekanslarını takip edebilmek için, sen geri döndüğünde aslında seni o odada bir saate yakın süre uyutması da iyi niyetindendir belki ha? Ne dersin?"

Zihnime en büyük darbesini indiren sözleri karşısında bir soğukluk tüm tenime yayıldığında, keskin bir bıçak ilk çiziğini attı aramızdaki bağa.

"Ben..." Toparlayamadığım sözcüklerle bir süre duraksadığımda, aslında bomboş olan zihnimden kaynaklı düzgün bir cümle dahi kuramadığımı fark ettim.

"Ben bir saat orada hapsoldum yani? Öyle mi?" Zorlukla bir araya getirdiğim kelimelerle sonunda konuşabildiğimde, titreyen sesime dahi aldırmadan fısıltımı ona duyurdum.

Ağırca başını sallayarak beni onayladı. "Daha erken döndün. Boyutlar arası yıpranmaya uğradığın için geçmişten gelir gelmez gözünü 3057 yılında açmış gibi hissedebilirsin. Ama aslında olan, sen ilk geçmişten geldiğinde, bedenin 3057 yılına, o odaya gelmesine rağmen gözlerin bir saat daha kapalı kaldı. Bilincini kapattılar Hera. Ve emin ol, onlar senin aksine gayet de bilinçliydi bunu yaparken."

Her cümlesinde, bir kesik daha atıldı güven bağına...

İnceldi, inceldi, inceldi... Fakat kopmadı.

Kopmadı çünkü son kalanı sıkı sıkı tutmaya devam ediyordum parmaklarım arasında her şeye rağmen. Bir umut dedim içimden... Bir umut, bir açıklaması mutlaka vardır. Mantıklı bir nedeni, muhakkak vardır.

"Bu yüzden farkında değilsin olan bitenin şimdi. O süre boyunca da bağlı olduğun makinelerden beyninin bu boyut değişikliğine, oraya gitmene, bunu nasıl yapabildiğine ve daha birçok şeye nasıl tepki gösterdiğini kaydettiler. Olan biteni gördüm çünkü sen, benim zamanımdan biri olarak oradaydın. Seni kontrol etme hakkım vardı. Hatta sen nereye, hangi boyuta gidersen git, gözüm daima üzerinde olur fakat sana burada da, başka bir yerde de müdahale edemem."

Sesli bir soluk bırakarak eliyle alnını ovaladı sertçe. Yanan gözlerimi dışarı çevirdiğimde, dünyanın olağan akışı içerisinde hayata devam edişini izledim bir müddet. Hayatımın çoğunluğu, bu normal akışa dahil olarak geçmişti. Şimdiyse, istediğim ancak beraberinde büyük sorunları getiren bambaşka bir hayata batıyordum her geçen gün, biraz daha.

İstemiştim. Tüm bu düzenin içinde, onunla düzensiz olmayı... Onun benimkine fazlasıyla ters olan hayatına dahil olmayı, kendim kabul etmiştim. Birbirine bastırdığım dudaklarımı araladığımda, karşımdaki Hakan benden önce davrandı.

"Sana bunları söylememem gerekirdi. Ama senin önünü görebilmen çoğu kişinin hayatını etkileyecek bir durum Hera. Sahip olduğun bu güce erişmek ya da yok etmek isteyen herkesin gözü üzerinde olacaktır. Tam da bu yüzden, en azından biraz olsun gözünün önündeki sisi kaldırabilmek de benim görevim." Açıklamasıyla sertçe yutkunarak başımı salladım.

"Algan'la konuşmam gerekiyor."

Sözlerime bu defa başını sallayan o oldu. "Nasıl istersen..."

Yorgun baktığından emin olduğum gözlerimi sıkıca kapatıp açtım bir kez daha. Kendi içimde verdiğim savaş o denli yoğun ve yıpratıcıydı ki, elimde kalan parçaları da korumak için tüm benliğim tükenmeye başlamıştı.

Her şeye, herkese rağmen onu bir defa bile olsa dinlemem gerekiyordu.

İlla ki bir sebebi olacağından emindim. Biliyordum. Algan, ne olursa olsun, beni böyle bir şey için kullanmazdı.

Bir ağlama isteği oldukça yoğun şekilde gözpınarlarımı baskıladığında, kendimi tutarak buna engel oldum. Ne yeri ne sırasıydı... Fakat zihnimde dönüp duran cümleler, mantığa ulaşmadıkça bu isteğim artıyordu. Ne zordu insanın güvendiği biriyle sınanması hayatta...

Nedeni, niyesi daima bir boşluktan ibaret kalıyordu. Belki gücüm için, belki başka bir şey... Ama sevgisi bu işin neresindeydi peki? Hisler yalan söylese, bakışlar da söyler miydi?

Gözler, kalbin aynasıydı derler ya hani... İşte ben yıllardır onun gözlerinde kendi yansımamı görüyordum.

"Hera..." Hakan'ın seslenişiyle düşüncelerimin sesi kısıldığında, bakışlarım onu buldu yavaşça.

"Bak ben, onu direkt olarak suçlamıyorum. Sadece... Bilmiyorum işte. Kimseye canını emanet edecek kadar güvenmemelisin, özellikle böyle bir durumun içindeyken... Hiç kimsenin, senin düşüncelerini manipüle edip başka yerlere çekmesine izin vermemelisin. Anlıyor musun beni?"

Onu anlamam için gözlerime sabitlenen bakışlarıyla başımı salladım. "Anladım..." Kısık sesim, uysal bir çocuğunkinden farksızken, derin bir soluk bırakan Hakan oturduğu yerden ayaklandı.

"Güzel... O halde sen bugün izin yap. Yarın uğrarsın." Teklifiyle dilimi damağıma vurarak reddettim.

"Yok. Zaten yeterince kaytardım." Bakışları değiştiğinde yine beni azarlayacağını anladığımdan hızla devam ettim pürüzlü sesimle, boğazımı hafifçe temizleyip sesimi bulduğumda.

"Eve gidip yalnız kalmak istemiyorum. Burası emin ol benim için daha iyi şuan..." Bir süre inanamadığını belirtircesine kısık gözlerle yüzümü izlerken, inanması için hafifçe tebessüm ettim.

En sonunda başını yana doğru eğerek dudağını büktü. "Eh... İyi madem. Sen bilirsin prenses."

Dalga geçen sesiyle gözlerimi devirdiğimde, eliyle hızla saçlarımı karıştırarak beni yine sinir etti. Ters bakışlarıma aldırmadan sırıtarak birde göz kırptığında, yüzümü buruşturarak taklidini yaptım.

"Sin bilirsin prinsis."

Aniden tek kaşı yukarı kalktığında, üzerime doğru adımladığını gördüğüm an değişen yüzümle arkamı dönerek mutfak kısmına doğru koşarcasına yürümeye başladım. Bu kaçışımla her ne kadar arkamdan güldüğünü duysam da daha geriye dönmedim. Hiç uğraşasım yoktu.

Kesinlikle bir doksan boyundan, benden neredeyse on tane olan bedeninden değildi yoksa...

Girdiğim mutfakta, götürülmek üzere hazırlanan siparişleri ellerim arasına alarak sıkıca tuttum titreyen parmaklarımdan kayıp düşmemeleri adına. Sert bir solukla bırakarak kendimi toparlamaya çalışsam da, onun hakkındaki suçlamalar hafif karşılanacak düzeyde değildi.

Üstelik şimdi, Hakan'ın bile bu düşüncede olması...

Gerekirse onun için tüm dünyayı karşıma alırım dediğim o noktaya gelmiştim tam olarak. Dört bir yandan ona yöneltilen okların tam da karşısında durduğumun kimse farkında değildi. Algan bile...

Ellerimdeki tabakları söylenen masadaki müşterilere doğru götürmek üzere hareketlendiğimde, her attığım adımda düşüncelerim daha da yakışıyordu yakama görünmez elleriyle. Benimle çelişen yanımın sesinden kurtulmak mümkün değildi.

Kain, Romos, Atena, Ares... Hepsi biliyordu olan biteni. Sahiden, içlerinden belki de kendimi en yakın hissettiğim Kain bile, bana bunu yapabilir miydi?

İnsanoğlu... Diye fısıldadı yakamdaki ellerini çekmek bilmeyen iç sesim beni sarsarak.

İnsanoğlu bu. Yapmaz dediğin ne varsa yapar. En beklemediğin kişi, en beklemediğin anda...

Fakat diğer yanım şiddetle karşı çıkıyordu buna. Birlikte geçen onca zaman, paylaştığımız her şey... Tüm bunlar bir yana, bana kendi geçmişinin acısını açan, en büyük korkusunu dile getirip ruhundaki yaranın yerini direkt gösteren birinden ihanet beklemek haksızlık olmaz mıydı?

Herkes benim karşımda durup sırf benim yanımda diye onu da hedef aldığında da, tüm insanlığı tehlikeye atacak boyutta birçok şey sebep olduğumda da; o benim yanımdaydı. Her anımda, herkes, abimde dahil, bir bir sırtını bana döndüğünde, üvey annesi dahi benim yok oluşum için uğraştığında...

Tüm bunlara ağır basan, bana olan inancıyken, şimdi ona sırtımı dönmemi bekleyemezdi kimse benden.

Dolduğunu hissettiğim gözlerimle başımı iki yana sallayarak yutkunduğumda, çoktan siparişleri bırakacağım masaya gelmiştim. Hafif bir tebessümle tabakları masaya yerleştirdikten sonra kısık sesle bir 'afiyet olsun' mırıldanarak yanlarından ayrıldım.

Başka bir müşterinin seslenişiyle adımlarım o tarafı bulurken, restoranın içindeki televizyondan yankılanan ses alanım olduğundan dikkatimi çekmişti. İlerlemeye devam ederken, bir kulağımda kadın sunucunun içeride yankılanan kısık sesiydi.

"Şimdi, sizlere önemli bir son dakika haberi aktaracağız sevgili izleyiciler. Gelen bilgilere göre, İstanbul'da tarihi bir bölgedeki kazı araştırmaları sırasında, oldukça beklenmedik bir esere rastlanmış. Yetkililerde şaşırmış durumda."

Duyduklarımla kaşlarım hafifçe havalanırken, yanına vardığım müşterinin isteklerini elimdeki adisyona not almaya başladım.

"Yetkililerin söylediklerine bakılırsa, Göktürk dönemine ait bu eserin, nasıl bu bölgedeki kazılarda ortaya çıktığı henüz bilinmiyor. Onların dediklerine göre, bu oldukça şaşırtıcı bir durum."

Elimdeki kalem, kağıdın üzerine yazmayı durdurduğunda kaşlarım ağırca çatıldı. Bedenimi bir titreme esir alırken, sonbaharda bir ağacın kuru dalına takılmış, rüzgarda savrulmak üzere olan zayıf bir yapraktan hiçbir farkım yoktu.

Bakışlarım hızla solumda, yukarıya sabitlenmiş televizyonun ekranını bulurken bir şeyler söyleyen müşterinin sözlerini dahi algılayamıyordu zihnim.

"Eser şuanda incelenmeye devam ediyor. Profesör doktor Nurettin Cemal'in aktardıklarına bakılırsa, taşa işlenmiş bir kadın resminin altında Göktürk alfabesiyle bir yazı yazılmış. Sahiden çok heyecan verici olmalı. Birazdan ekranlarınıza da getireceğiz ilk görüntüyü."

Bedenimi tamamen ekrana doğru çevirdiğimde, bir sorun olduğunu fark eden ilerideki Hakan'ın bu tarafa doğru çatılan kaşlarıyla geldiği sırada, bir bana birde konuşmaya devam eden müşteriye baktığını gördüm. Fakat göğsümden çıkarak ayaklarımın dibine düşmeye meyilli kalbim ve endişe uçurumunun kıyısında dolanan zihnim her şeye kulaklarını tıkamış, yalnızca kadının sesini duyuyordu.

"İlk araştırmalar sonucu, taşın üzerindeki yazı da 'Hayatımızı kurtaran, Tanrı'nın kutsadığı seçilmiş Asral'a...' Yazdığı anlaşılıyor. Evet şuan sizin de gördüğünüz gibi, anlaşılan hayatlarını kurtaran bu geçmişteki kahraman, bir kadın savaşçı. Bu sahiden inanılmaz!"

İki yanıma düşen ellerim kontrolüm dışında titrerken, bakışlarımın kitlendiği ekranda gördüğüm taşa işlenmiş o yüz, soluğumu kesti.

Bendim.

Benim, silik simamdı.

Asral... Bendim.

Geçmişte, yüzyıllar öncesinde, kalıcı olarak izimi bırakmıştım bugüne. 



Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

40.7K 4K 27
İki hırsız, birbirlerinden habersiz aynı anda aynı evi soymaya çalışırlar. Taekook + Nammin
178K 8.7K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
2.5M 76.1K 19
Paranormal #2 Kartal'ın aklında, neden bu kızı daha önce görmemiş olduğu soruları dönüyordu. "Gözleri..." "Değişik, evet." "Değişik değil, eşsiz...
176K 10.1K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...