Kod Adı: Bela •chanbaek•

By meliicornie

68.4K 7.3K 29.6K

"Bir şey olur diye korktum, askerliğim yanar diye korktum komutanım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktığında beni k... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11🐣
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29🐥
30
31 🐥
32
33
34
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45 🐤
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55 (FİNAL)
56 (İNCE SATIRLAR...)

35

1K 127 431
By meliicornie

"Komutanım!" Bana seslenildiğini duyana kadar boş duvara bakıp daldığımı bile fark etmemiştim. Sesin geldiği yere döndüm, Sehun kısa bir asker selamı verdi. "Sizi arıyordum. Eğitime gelmediniz."

Birden şaşırmış ve eğitim saatini nasıl kaçırdığımı düşünmeye başlamış ama bir fikir bulamamıştım. Zaten hastanede olanlardan sonra hiçbir şeye mantıklı bir cevap bulamıyordum.

Doktorun söylediği şeyler aklımdan çıkmıyordu: "Ellerin çok kötü yaralanmış. Bacağından aldığımız dokularla düzeltmeye çalıştık ancak sinirlerin de oldukça zarar görmüştü. Uzun süre veya bir daha hiç kullanamayabilirsin."

Kelimeler sadece zihnimde dolanıyordu, çünkü bu gerçeği kaldıramamıştım. Askerdim ben! Elsiz asker mi olurdu?! Silah tutamayan subay mı olurdu?! Dövüşemeyen bir binbaşı mı olurdu?!

Doktorun söylediklerinden sonra kendimi ağlamaktan alıkoyamamıştım, hatta içeri birkaç saat boyunca kimseyi almamalarını söylemiştim. Baekhyun bile girememişti. Hâlâ daha kimseyle konuşasım yoktu, üzerimdeki üniformaya bakınca kendimden utanıyordum.

Bu durumu şu anlık kimseye söylememiştim, söylemeyi de düşünmüyordum. Bana acıyarak bakmalarını istemiyordum, askerliğimi kaybettiğimi düşünmelerini istemiyordum. Zaten şimdiden yeterince rezil olmuş ve Baekhyun'un yardımına muhtaç kalmıştım. Ne kadar sorun olmadığını söylese de bu büyük bir sorundu. Zırt pırt onu rahatsız etmek gibi bir hakkım yoktu ve olsa bile ben bundan hoşnutluk duymazdım.

"Geliyorum birazdan." Suratıma boş boş bakan Sehun'a sonunda cevap verebildiğimde başını aşağı yukarı salladı ve yanımdan ayrıldı.

Pencereden dışarı bakıp derin bir nefes alırken gözlerimi kapamıştım. Son birkaç günde yaşadığım hiçbir şeyi hazmedemiyordum. Hazmetmek de istemiyordum...

Birkaç dakika sonra arka bahçede grubumun yanına gittiğimde sıra olmuş beni bekliyorlardı. Geldiğimi gören Taehyung, konuşan arkadaşlarına dönmüş ve "Dikkat!" diye bağırmıştı.

Hepsi hazır ola geçtiğinde bir süre sessiz kalıp onları izledim. Yüzlerinde bir sürü yara vardı, Jongin'in sol eli alçıdaydı, Jinyoung zaten karnından vurulmuştu ve bu yüzden biraz yamuk duruyordu.

"Rahat," dedim. "Ellerim sargıda olduğu için dövüş hareketi gösteremeyeceğim. Hem Jongin'inki de alçıda. Bu yüzden ayak çalışalım bu sıralar."

Sehun bir adım öne çıktı. "Jongin tekme atamaz. Bacağı da yaralı."

"Jongin ve Jinyoung, siz yanıma gelin." Onlar dediğimi yaptıktan sonra sırada kalan beş kişiye baktım. "Sadece siz çalışacaksınız." Yanımdaki iki askere döndüm. "Siz de spor salonuna gidip kendinizi zorlamadan basit hareketlerle çalışın."

"Emredersiniz!" İkisi bahçeden ayrıldığında sıradakilere bakıp Baekhyun'a ortaya gelmesini söyledim.

"Sonunda Byun'un rahat edebileceği bir dövüş dersi." dediğimde hepsi kıkırdadı.

Baekhyun'un karşısına geçip birkaç farklı tekme tekniği göstermesini söylemiştim. Yıllardır çeşitli dövüş sanatlarıyla ilgilendiği için hepimizden iyi tekme attığından şüphem yoktu.

Baekhyun profesyonel bir şekilde tekmelerini gösteriyor, sonra adeta ağır çekimde tekrar yapıyor ve arkadaşlarına dönüp püf noktalarını anlatıyordu. Bir anlığına varlığımı unutmuştum, onlar da unutmuş gibiydi. Baek bu öğretme işinde o kadar iyiydi ki ileride müthiş bir komutan olacağından emindim.

Güzel anı bozmamak için çaktırmadan biraz daha geriledim ve Baekhyun'un diğerlerine teker teker gösterişini izlemeye başladım. Onu izlemenin hoşuma gittiğinin farkındaydım ama aşık aşık gülümsediğimi önümden geçen Kyungsoo belli etmişti.

"Chanyeol sevgiyle gülüyor, ilk defa görenler beğensin." Sırıtarak söyledikten sonra ona vuracağımı anlayıp hızla kaçmıştı. Bir ara arkasına dönüp bana el hareketi yapmış ve gülerek binaya girmişti. Bayılıyordu beni sinir etmeye, geri zekalı.

Ertesi gün

Yemekhanedeki amcaya tepsime bir şeyler koymasını rica etmiştim. Ellerimi şu anlık kullanamadığımı öğrendiği için sadece yemek koymakla kalmamış, masama kadar getirmişti. Başımı saygıyla eğip teşekkür ettikten sonra çatalı iki avucumun arasına aldım. Yavaş da olsa çatalı tavuğa batırmaya başarabilmiş ve ağzıma doğru götürmüştüm.

Ağzımdaki lokmayı çiğnerken kapıdan gelen seslerle gözlerimi devirdim. Askeriyede bir gün tartışma çıkmasa dişimi kırardım.

"Şaka mı yapıyorsun? Komutanların yemekhanesine giremezsin." Kapıdaki görevli asker konuştuğunda hangi rütbesiz aptalın buraya gelecek kadar cesur olduğunu sorguladım kendi kendime.

"Benimle giriyor. Çekil kapıdan. " Minseok'un sesiyle o tarafa döndüğümde Baekhyun'u görmemle gözlerimi büyültmüş, inanamaz gibi ona bakmıştım. Bu çocuk cidden yürek yemiş falan olmalıydı.

Komutanların arasında onunla beraber görünmek istemediğim için saklanacak bir yer aradım ama yemekhanede en fazla nereye saklanabilirdim ki? Baekhyun'dan saklanarak kurtulamayacağımı anladıktan sonra ayağa kalkıp kapıya doğru döndüm, gitmek için birkaç adım attığımda içeri giren Junmyeon'la olduğum yerde kalmış ve asker selamı vermiştim. Gözleriyle kalktığım masamı işaret ettiğinde içimden küfürler yağdırdım.

Baekhyun cidden yemek yemem için Binbaşı Minseok ve Yarbay Junmyeon'la konuşacak kadar cesur ve zeki miydi? Bu veledin cesareti beni her geçen gün daha da hayrete düşürüyordu.

Mecburen masama tekrar oturduğumda Baekhyun da yanıma oturmuş ve kimseyi umursamadan çatalı eline alıp tepsideki pilav kasesini önüne çekmişti. Çubuklara sıkıştırdığı yemekleri teker teker dudaklarıma uzatmış, bıkmadan ve bir kere bile üflemeden tepsideki her şeyi yedirmişti. Son olarak su içmeme de yardım etmiş ve tepsiyi kirlilerin durduğu yere götürmüştü.

Yemek boyunca komutanların bize değen bakışlarını görmezden gelmeye çalışsam da başarısız olmuştum. Eğer ellerim sağlam olsaydı gidip karşımdaki masada oturan tüm komutanlara güzel bir yumruk geçirirdim. Sinirle ayağa kalkıp Baek'in gelmesini bekledim, yemekhaneden beraber çıktık ve odama girdiğimizde ona döndüm.

Masumca bana bakarken onunla ciddi ciddi konuşmak çok zordu. Yutkundum. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes alışverişi yaptım.

"Baekhyun, bak. Teşekkür ederim ama bana yardım etmeyi kes. Ayrıca Junmyeon Komutan'ı falan neden çağırıyorsun? Bunu yapamazsın."

Onunla böyle konuşmamı beklemiyor olacak ki bir anda şaşırdı, sonra bozuntuya vermemeye çalışıp lafa girdi. "Böyle düşünüp gideceğini bildiğim için çağırdım ve tam da tahmin ettiğim gibi gitmeyi denedin."

"Komutanlar arasında böyle olmamızı istemiyorum Baekhyun. Bunu sana en başından söylemiştim." Sakin bir şekilde konuştuğumda derin bir nefes aldı. Üzerine yürümek istememiştim ama ona doğru attığım iki büyük adım tam olarak öyle durmuştu. Baek üzgün bakışlarını yüzümde gezdirdi. Sonra da biraz gerileyip aramızdaki mesafeyi eski haline getirdi. "Çok," dedim. "Çok dikkat çekmeye başladın artık."

Başını yere eğdi, konuşmam bittikten sonra tekrar gözlerime baktı. "Yanlış anlaşılacak bir şey yapmadım ki... Sana dokunmadım, sarılmadım, saygısızca bir şey demedim. Sadece yemene yardım etmeye gelen bir askerdim."

"Sorun da bu zaten!" Birden kendime hakim olamayıp bağırdığımda yüzündeki o ifadeden kalbinin kırıldığını çok net anladım. "Neden o asker sensin de Dongyoung değil, Sehun değil? Neden Chanyeol'ü düşünen sensin de başka bir asker değil?" Cevap vermediğinde tekrar araladım dudaklarımı. "Bir daha ben istemiyorsam yardım falan etme, tamam mı?"

Tahmin ettiğim gibi kırılmıştı ve bunu her zamanki dürüstlüğüyle, lafı eveleyip gevelemeden söyledi. "Chanyeol. Son günler neden bu kadar agresifsin bilmiyorum ama kalbimi fazla kırıyorsun." Gözleri hemencecik doldu, bununla birlikte başımı geriye atıp ofladım. "Hissedemiyorsan ellerin olurum, duyamıyorsan kulakların olurum, göremiyorsan gözlerin olurum... Sevgiliysek en azından bunu yapmam gerekir, değil mi?"

"İstersem yaparsın Baekhyun. Herhangi bir yardım istemediğimi söyledim sana." Beni anlamaması sürekli aynı şeyleri tekrarlamama sebep oluyordu.

Bu sefer sinirle yürüyen oydu, bana yaklaştı ve sabrı kalmamış gibi konuştu. "Sen orada bana yardım etmek için bu hâle getirdin ellerini!" Bağırdı hiç çekinmeden. "Ben neden sana yardım etmeyecekmişim?!"

"Çünkü ben senin komutanınım! Her şeyi yaparım! Anla şunu artık! Benim yaptığım normal bir şey!"

Baekhyun'a öyle bağırmıştım ki kapının önündeki Jongdae telsizden "Her şey yolunda mı, komutanım?" diye beni teyit etme gereği duymuştu.

Ettiğimiz ilk ciddi kavga olduğunu düşünüyordum. Çünkü inanamaz gibi bana baktıktan sonra yaşlarını daha fazla tutamadı ve yanaklarından akmasına izin verdi.

"Bence bunu komutanlığa bağlamamız saçma olurdu," dedi şimdiden kızaran gözlerini sinirle bana çevirirken. "Çünkü sıra bana gelene kadar altı askerine zarar verdiler ama sen sadece benim için feda ettin kendini." Küçük bir adım daha atıp bana yaklaştı ve kısık sesle konuştu. "Sadece komutanım olarak mı yaptın bunu? O zaman neden Jongin bıçaklanırken koparmadın ellerini? Jisung suratına sopa yerken neden kanatmadın bileklerini? Sadece komutanımsan neden herkese karşı soğukkanlılığını korudun ama beni görünce metal kelepçeden kurtulacak kadar delirdin?"

Tam konuşacakken benden önce davranıp lafı ağzıma tıktı. "Anlamıyorum. Beni sevmeyi mi yediremiyorsun kendine? Ya da sevilmek için çok salak olduğumu düşünüp kendine mi kızıyorsun? Veya korkaksındır. Sevdiğini, sevgili olduğumuzu kabullenemeyecek kadar korkaksındır."

Söyledikleri göğsümde bir ağırlık oluştururken duygularımı da incitmişti. Sandığı gibi şeyler düşünmüyordum, ellerimi kullanamayacak olmanın korkusundan hâlâ çıkamamıştım ve kimseye anlatamadığım için sadece kendimi yiyordum. Bu da yetmiyormuş gibi Baekhyun sürekli yanımda olmak istiyordu, bunun ikimize zarar vereceğinden haberi bile yoktu. Tüm bunlar da bazen dışa vurup yanlış kişiye patlamamı sağlıyordu.

"Ben sadece sevgilime yardım etmek istedim, anladın mı?" Cevap veremediğim için tekrar konuşmuştu. Sonra da yüzüme bakmadan kapının yanına gitti ve dışarı çıkmadan hemen önce sesini duyurdu tekrar. "Sen komutanlık yapmaya devam et."

Dört gün sonra

"Kıpırdat bakalım parmaklarını." Askeri doktor revirde ellerimin sargısını açmıştı. Hastaneden sonra açıldığı ilk gün olduğu için biraz gergindim.

Tüm gücümle ellerimi oynatmak için çabaladım ama sadece sağ işaret parmağım çok az kıpırdamıştı ve yüzük parmaklarımın ikisi de hafifçe titriyordu. Sevinsem mi üzülsem mi bilemediğim için doktora çevirdim bakışlarımı.

Elinde küçük metal çubuk gibi bir şeyle tüm parmaklarıma teker teker dokundu ve hissedip hissetmediğimi sordu. Birkaç tanesini hissederken diğerlerinde herhangi bir kuvvet fark etmemiştim.

"Kesin bir şey söylemek zor..." dedi ve derin bir nefes verdi. "Zamanla düzelebilir ama birkaç parmağın kullanışsız da kalabilir. Üzgünüm Chanyeol."

Ben de üzgünüm...

"Sorun değil, yapabileceğimiz bir şey yok ne de olsa..." dedim.

Dolaptan küçük bir makine çıkardı, sıcak hava üflüyordu. "Biraz bunun önünde tut, kan dolaşımın güzelce sağlansın." dedi ve parmaklarımı acıtmayacak şekilde kıpırdatmaya başladı. Dediğine göre daha iyi hissettirecek bazı masaj hareketleri yapıyordu. Ardından parmaklarımı sarmak için bir paket sargı bezi çıkardı.

Sarmadan önce kenarda duran kağıtlara bir şey yazdı. Sanırım benim dosyamdı ve sonuçlarım, ilerlemelerim kaydediliyordu. Kimsenin görmesini istemediğim için dosyayı hemen ceplesem çok iyi olurdu.

Doktor, elimi güzelce sarıp haftaya yeniden gelmemi söyledi. Onu buradan yollamak için aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Ah, bana bir kahve getirebilir misin? Burada bekleyeyim, sonra da biraz sohbet ederiz."

"Tabii, olur." dedikten sonra gülümseyerek çıktı.

O gider gitmez bir şekilde dosyayı açmış ve elimi kullanamadığımı belirten sayfaları ordan çekip almış, hemen ardından da hızla revirden çıkmıştım. Doktorla tekrar karşılaşmaktan çekinmiyordum. Sonuçta ben meşgul bir binbaşıydım, her an acil bir çağrı almış olabilirdim.

Odama gelip kağıtları masamın üzerine bıraktım. Sandalyemde oturup biraz dinlendikten sonra karnımın guruldamasıyla yemekhaneye gitmeyi düşünmüştüm. Birkaç gündür adam akıllı yemek yiyemiyordum, yemiyordum, yemek istemiyordum. Çünkü Baekhyun benimle konuşmuyordu ve onu kırdığımı bilmek bana kötü hissettiriyordu.

Adımlarımı kafeteryaya çevirdim ve bir kahve sipariş ettim. Ellerimi hâlâ tam olarak kullanamadığım için pipet istemiş ve böylece ellerime gerek kalmadan sadece kafamı eğerek kahveyi içmeye başlamıştım.

Dakikalar sonra Baekhyun bir şey demeden karşıma oturmuş, elindeki keki önüme koymuştu. Kollarını göğsünde bağlarken sessizliğini koruyordu ama gözlerinden her şeyi anlıyordum. Yemezsem beni döveceğini söylüyordu.

"Nasıl açayım paketi?" dediğimde keki önüne alıp jelatinini açmış ve kekten küçük bir parça koparıp ağzıma uzatmıştı. Bir süre böyle devam etti, son lokmayı uzattığında -etrafta kimse olmadığı için- kekle beraber parmaklarını da yemiştim(!) Sonra da "Ohh..." diye memnunca bir ses çıkardım.

Baekhyun da eline bulaşan çikolataları temizlemek amacıyla parmaklarını dudaklarına götürdü ve dili yardımıyla kısaca temizledi.

"Ben yapardım."

Masanın altından bacağıma sertçe vurdu. "Komutanlık yap sen."

"Başlamayalım yine." Masada ona yaklaştım. "Hem güzel bir haberim var. Birkaç parmağımı oynatabiliyorum."

"Tebrikler." dedi fazla umursamadan. "Malzeme odasına gidiyorum." Oturduğu yerden kalkıp yanımdan geçti. Kısacası "peşimden gelmezsen seni öldürürüm" diyordu.

Dikkat çekmemek adına ondan birkaç dakika sonra kafeteryadan çıkmış ve sağlık malzemelerinin olduğu depoya gitmiştim. Kapıyı sessizce açıp içeri girdiğimde Baekhyun oturduğu yerden kalktı ve bana doğru yürüdü.

Hiçbir şey demeden ellerini bir anda ceketimin düğmelerine götürmesiyle gözlerimi büyülttüm. Haşin bir şekilde ilk düğmemi açtığında bir adım geriye gittim ve fısıldadım. "Ne yapıyorsun?"

"Buraya gel." dedikten sonra üzerime doğru bir adım daha atıp ellerini tekrar düğmelerine götürdü. Alt dudağını yaladı, beyaz parmakları sertçe geziyordu ceketimde. Onu engellemek amacıyla ellerimi kaldırdım ve sessizce konuştum tekrar.

"Şimdi mi?"

"Evet."

Tekrar bir adım geriye gittim ve anlamazca fısıldadım. "Burada mı?!" Elimle yukarıyı gösterdim. "Üst kattaki odada bugün bir toplantı var, biliyorsun, değil mi?"

"Bundan bize ne?" Üstüme doğru birkaç adım atıp sırtımı duvarla buluşturduktan sonra kalan düğmelerimi de açtı, ceketi üzerimden sıyırdı ve atletimi de çıkardı.

Tam olarak ateşli bir öpüşmenin geleceğini düşünürken Baekhyun beklememi söyleyip rafların yanına gitti ve elinde kremle geri döndü. Bedenime yaklaşıp eline sıktığı kremi vücudumda görünen yara izlerine sürmeye başladığında, tüm bu olanları daha fazla ne kadar yanlış anlayabileceğimi sorguladım... O birkaç dakika zihnimi meşgul eden tek şey "Dirty mind! Dirty mind!" diye fesat düşüncelerimle dalga geçen şarkıydı.

"Sırtına da bakayım." Sesiyle birlikte düşüncelerimden ayrıldım ve arkamı döndüm.

Soğuk krem sırtımda gezindikten kısa süre sonra kendi varlığını bile unutturmuştu. Baekhyun yavaşça popoma vurdu. "Bitti."

Ona döndükten sonra dudaklarına minik bir öpücük bırakıp teşekkür ettim. O da birazcık ayakları ucunda kalkıp yanağımdan öpmüştü.

"Affettin mi?"

Cevap vermeden kolumdan tuttu ve sedyelerin yanına götürüp birine oturttu beni. Kendisi de karşıma oturdu. "Hayır. Öpücük çaldım sadece senden."

"Bir daha çal." Yanağımı ona doğru uzattığımda bu sefer dudakları yerine elini hissetmiştim. Hafifçe vurmuştu.

"Çok konuşma."

"Peki, peki..." Aramızda bir sessizlik başladı ve bir süre devam etti. Hangimizin dayanamayıp bir şeyler diyeceğini merak ederken Baek söze girdi.

"Gönlümü alsana. Odun." Kollarını göğsünde bağlayıp bakışlarını benden ayırdı. "Herkesin sevgilisi neler yapıyor neler?.."

"İyi bir sevgili olmadığım için üzgünüm Baekhyun." Sedyeden kalkıp onun yanına oturdum ve burnunun ucundan öptüm. "Ve bu sıralar iyi bir ruh halinde de değilim. Bu yüzden toparlandığımda her şeyi telafi edeceğim, tamam mı?"

"Tch," diye bir ses çıkardı. "İkna olmadım. Jongin trip attığında Sehun ona çok özel davranıyor." demesiyle kahkahayı basmıştım.

"Onlara mı özeniyorsun?" Gülümsedikten sonra saçlarını sevmek istedim ama sargılarımdan dolayı elimi kafasının üstüne koyabilmiştim sadece. "Sehun kadar yeterli olamadığım için üzgünüm."

Bir gün böyle bir şey diyeceğimi söyleseler götümle gülerdim, şu anda da bu hâle geldiğim için kendimle dalga geçiyordum zaten. Bu tarz bir cümleyi bana Baekhyun'dan başka kim kurdurabilir diye düşünüp durdum. Hiç kimse, hiç kimse için kendimi bu kadar küçük düşürmezdim.

Elimi başından çekip önüme döndüm, gülümsememi sürdürdüm. Baek hâlâ sessizdi.

"Sanırım birilerini mutlu etmekte oldukça kötüyüm. Askerlik, duygularımı köreltmiş." dedim.

"Öyle demek istemedim Chanyeol." Bir elini omzuma koyduğunda ona döndüm.

"Yanlış bir şey yok ki, doğru söylüyorsun Baekhyun. Pek romantiklik anlayışım yok ve sevecen olmadığım doğrudur. Ama vaktim varsa tüm gün saçlarını okşayabilirim mesela. Sana sarıldığımı unutup tekrar sarılacak kadar severim seni. Öyle çok büyük şeyler yapamam ama Japonya'da olsaydık tüm sakuraları toplamaya çalışırdım senin için."

Baekhyun güldü güzel bir şekilde. "Romantikmişsin işte."

Başımı iki yana salladım. "Hayallerindeki kadar değilimdir." Ayağa kalktım. "Neyse, odama gidiyorum. Görüşürüz."

Sevimli bir şekilde el salladıktan sonra öpücük attı. Gülümseyerek odadan ayrıldım ve adımlarımı merdivenlere yönelttim. Hayatımda hiç olmadığı kadar yavaş çıktım basamakları bu sefer.

Baekhyun için ben mi fazla yetersizdim, yoksa o mu böyle bir şey düşünmeme sebep olduğu için fazla vicdansızdı?

Byun Baekhyun

Ertesi gün

Öğlen yemeği saatinde yemekhanede hızlı hızlı yiyip arkadaşlarıma veda etmiş ve kafeteryaya inmiştim. Chanyeol için kahve ve kek alıp tekrar ana binaya yöneldim, odasının önüne geldiğimde Üsteğmen Jongdae, içeride olmadığını ama ben gelirsem girebileceğimi söylediğini iletti.

Üsteğmeni başımla selamlayıp Chanyeol'ün odasına girdim. İçeri girebileceğimi söylediyse yakında gelir diye düşündüm, bu yüzden kahvesini masaya bıraktım. Keki de masaya koyduktan sonra tam cam kenarına ilerleyecektim ki gördüğüm kağıtla duraksadım.

Üst üste duran iki kağıt yırtılmıştı, sol üst köşesinde bir hastane ismi görünüyordu. Operasyondan sonra gittiğimiz hastaneydi. Eğilip masanın altındaki çöp kutusuna baktım, yarısı boştu. Chanyeol çöpe atmak istese atabilirdi. Ya bilerek atmamışı ya da acele bir işi çıktığı için atmayı unutup odasından ayrılmıştı.

Ellerimi tereddütle kağıtlara götürdüm, önünü çevirip yırtık parçaları alt alta koydum. Bunlar Chanyeol'ün hastane raporları olmalıydı ama bildiğim kadarıyla bir dosya içinde kalıp doktorda durmaları gerekiyordu. Chanyeol bunları neden alsındı?

Merakıma yenik düşüp okumaya başladığımda kaşlarımı çattım. "Ne zaman düzeleceği tahmin edilemez." yazıyordu elleri hakkında, "Ömür boyu veya belli bir süre hareketsiz kalabilir." yazıyordu. Ellerim benden habersiz açık ağzıma gitti, inanamaz gibi kağıtlara bakmayı sürdürürken gözlerimden akan yaşları tutamadım.

Kuzeyli itin teki parmaklarımı kesmek üzereyken ona "Lütfen bir şey yapar mısın?" demiştim. Elimi kaybedeceğim diye korkup ondan yardım istemiştim ve o, kendi ellerini kaybetmişti. Korku tüm bedenimi sararken bir adım geriledim.

Okuduğum şeyleri idrak etmeye çalışırken derin bir nefes aldım. Ben ne yapmıştım? Kendi ellerime zarar gelmesin diye en değerlimin ellerini mi harcamıştım? Mesleğimi bırakmamak için sevgilimi mesleksiz mi bırakmıştım?

Alt dudağımı ısırdım çaresizce. Chanyeol günlerdir bu yüzden deli gibiydi. Bu yüzden bu kadar mutsuz, sinirli, huzursuz, agresifti. Bu yüzden her şeye fazla tepki veriyordu, bu yüzden benim yardımımı istemiyordu. Chanyeol belki de benden içten içe nefret ediyordu.

Avuç içlerimi masaya dayadım, sanki destek almasam düşecektim...

Birden açılan kapıyla bakışlarımı o yöne çevirdim. Chanyeol gülümseyerek içeri girmiş, beni görünce ciddileşip hemen yanıma gelmişti.

"Ne oldu güzelim?" dedi yumuşak bir sesle. "Neden ağlıyorsun? Kim ağlattı seni?"

Gözlerim istemsizce sargılı ellerine kaydı ve daha çok ağlamaya başladım. Benden bir cevap alamayan Chanyeol ise masaya bakmış, birleştirip okuduğum hastane raporunu görünce derin bir nefes verip onları almış ve üst üste koyup bir kere daha yırtıp yere atmıştı.

"Baekhyun, ağlamayı kes." dedi ama bu sefer kendi gözleri dolmuştu.

Kollarını açtı, kalçası masanın kenarına dayalıyken bacaklarını da araladı. Onu fazla bekletmeden vücudunda oluşturduğu boşlukta yerimi aldım, sıkıca sarılıp başımı göğsüne yasladım.

Chanyeol kollarını sırtıma doladı, yavaşça sıvazlarken "Şşşt..." dedi beni susturmak istercesine. "Ağlama bir tanem."

"Ama," dedim hıçkırıklarımın arasında. "Benim yüzümden kalıcı-"

"Değil, Baekhyun." deyip duraksadı. "Geçecek, ben inanıyorum." dedi fakat sesi, dünyada duyduğum en umutsuz insanın sesiydi. Sadece üzülmemem için boş boş konuşuyordu.

Bedenine daha çok yapıştığımda masaya yasladığı kalçasını kaldırdı, yatağının yanına gidip kenarına oturdu ve kucağını gösterdi. "Gel güzelim."

Sargılı ellerinden birini uzattı, yavaşça tutup bacaklarının üstüne oturdum. Kollarımı boynuna doladım bu sefer. "Chanyeol... Bana neden söylemedin? Konunun bu kadar hassas olduğunu bilseydim-"

"Üzülme diye," dedi. Sırtımdaki ellerini hafifçe hareket ettirdi. "Böyle ağlama diye söylemedim Baekhyun. Gözyaşlarının sebebi olmak istemedim, kendini suçlamanı istemedim."

"Çok... Çok pişmanım..." Sözümün devamını beklemeden alnıma bir öpücük kondurdu.

"Ne için?" diye sordu.

"Senden yardım istediğim için." dedim. "Keşke benim ellerim zarar görseydi."

"Ya Baekhyun..." dedi kısık sesle. Gülerek söylemişti ama sesinden neredeyse ağlamak üzere olduğunu anladım. "Ben sana senin için ölürüm diyorum, sen bana ellerimden bahsediyorsun?" Boynundaki başımı çıkarıp gözlerine baktım, ağlamaya başladı. Ellerimi yüzüne yerleştirdim ve göz altlarını sildim narince. "Baekhyun," deyip duraksadı.

"Baekhyun," dedi tekrar. "Baekhyun..." Başını eğdi, sanki ona göre demesi çok zor olan bir şey demek için vakit kazanmaya çalışıyordu. "Bir binbaşı olarak bunu söylemek çok zor ama sikmişim askerliği." dedi ciddiyetle. Ama akan göz yaşları, bu sözlere inanmamamı söylüyordu. "Sen yanımdasın, bu yeter." Sırtımdaki ellerini çekti ve yanaklarında duran ellerimin üzerine koydu. "Sen buradasın sonuçta," dedi ve yaşları akarken gülümsemeye çalıştı. "Bırak, ellerim de olmayıversin."

🐈

Ağlamaktan ölmüşüm

Bu fic neden bu kadar duygusal

Bir haftadır bölüm atamadığım için üzgünüm. Biliyorsunuz ki YKS sonuçları açıklandı. Puanım gayet güzel geldi ama fazla yığılma olduğu için sıralamalar geride kaldı. Puanım 430'a yakın, benim bu puanla 7K 8K sıralamaya sahip olmam gerekirken şu an 17K küsür sıralamaya sahibim. Resmen önümde 10K yığılma var. 7 8K ile İstanbul'da bile okuyabilecekken 17K ile öğretmenlik okuyabileceğim adam akıllı bir üniversite yok. (Dilci olduğum için 17K beni zorluyor, diğer bölümlere göre gayet iyi bir sıralama)
Bu yüzden de biraz moralim bozuktu ve bölüm atamadım.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 83.6K 45
Herkesin zorba diye tanıdığı Jeon Jungkook yalnızca sevgilisine karşı hassas davranan bir aşıktı. - Taekook ve diğer Kore idollerini içerir.
99.6K 5K 12
Ben, Josang Holding'in CEO'su Kim Jong In'in müstakbel eşiyim. Hakkımızda bilmeniz gereken çok şey var. Eşimle aramızdaki o mükemmel bağ kıskanılası...
258K 25.4K 28
Bbijikseul: İki insan 6 dakika 45 saniye boyunca göz göze kalınca kalpleri hızla çarpmaya başlar aşk ikisinin de ruhunu ele geçirirmiş Hwanghyun: Ne...