Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Herkese merhaba, umarım keyif alırsınız. Düşüncelerinizi bekliyorum.
OY VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN.
Bazen bir yere giderken önünüze birçok yol çıkar ve siz birini seçmek zorunda kalırsınız. İki ya da yüzlerce olasılık fark etmez. Geride kalacak yollar olur ve siz seçtiğinizden ilerlersiniz. Karar vermek her zaman zordur. Aldığınız kararlar başlangıçta olabilir, son da olabilir. Yine de kendi tercihlerimin sonuçlarından ziyade atıldığım yoldaki bilinmezlik daha cazip gelir.
Kararım şuydu; casusluk yaptığım tarafı değiştirmek. Daha doğrusu çalıştığım adamlara yanlış bilgiler vermek ve beş arkadaşıma yardım etmek. Benden asla şüphe duymazlardı. Uygar da ihanet etmezdi çünkü bunu bana söyleyen oydu. Kendi hayatı da biterdi.
Kafeden çıktıktan sonra eve yürürken çalıştığım insanları aradım. Telefonu kimin açacağını bilmiyordum. Açan erkekti. Patron ile konuşmam gerektiğini söyledim. İlk defa uzatmadan bağladılar. Patron dediğimiz kişinin yüzünü hiçbirimiz görmemiştik, hakkında bir bilgimiz yoktu. İşleri aracılar yardımı ile gönderirdi. Bizim her ne kadar bilgimiz yoksa onun bizim hakkımızda bir o kadar bilgisi vardı. İşi bırakmak istediğinizi söylerseniz ölürsünüz, hata yaparsanız ölürsünüz. Bahsettiğim basit ölümler değil...
Patronla konuşurken gerilmiştim. Uygar ile konuşmamdan haberi yoktu. Öğrenirse neler olacağını düşünmek bile istemiyordum. İstediğim şeyin bana bir iş sağlaması olduğunu söyledim. Paraya ihtiyacım vardı ayrıca bana iş sağlaması demek tanıdığı kişilerin yanında çalışmam demekti ve onlara daha yakın olmam demekti. Patron halledeceğini söyleyip Uygar ile haber göndereceğini söyledi. Uygar'ı duyunca yüzüm ekşimişti.
Kapıda Özgür ve Tufan ile karşılaştım. Özgür tamamen iyileşmişti.
Selamlaştıktan sonra Özgür "bu gece oyun gecemiz var." Dedi.
Kaşlarımı çatarak "o ne? "diye sordum.
"Haftada bir toplanarak bir şeyler yaparız" dedi. "Bu gece oyun oynayacağız." Ben de eğer müsait olursam katılacağımı söyledikten sonra evime çıktım.
Derin bir nefes aldım. Kendimi güvende hissettiğim tek yer işte bu evdi. Şu birkaç günde olanları hala sindirememiştim. Üstümü bile değiştirmeden kendimi yatağa attım, birkaç saat uyumaya ihtiyacım vardı.
Uyandığımda kan ter içindeydim. Kâbus görmüştüm. Babam beni de öldürmeye gelmişti. Bilinç altımın ne kadar berbat olduğunu söylememe gerek var mı? İstemsizce sağıma soluma bakındıktan sonra telefonumu aldım, Uygar aramıştı. Bilerek cevap vermediğimi düşünüp mesaj atmıştı.
Patronun bana ayarladığı iş baristalıktı. Gözlerimi devirdim. Başka iş mi kalmamıştı? Neyse, şimdilik idare edebilirdim. Ayrıca Uygar mesajın sonuna dip not tarzı bir şey eklemişti. "İntikam almak istediğin kişiler buraya çokça gelir, haberin olsun." İşte bunu sevmiştim. Biraz keyfim yerine gelmişti.
Saat gece on olmak üzereydi. Sabah, Özgür ile Tufan'ın beni oyun oynamaya çağırdıklarını anımsadım. Üstümü değiştirip, eşofmanlarımı giyerek evden çıktım. Geç kalmadığımı umuyordum. Can'ın evinde toplanmamışlardı, çünkü kapının önünde ayakkabı yoktu. Tek tek katlardan inerek kimin evinde toplandıklarını bulmaya çalıştım. Oğuz'un evinde toplanmışlardı. İçerden kahkaha seslerini duyuyordum. Kapıyı çaldım. Açan Tufan oldu, elinde üzerinde içecekler olan tepsi vardı. "Gelmişsin" dedi. Gülerek "kaçıramazdım." Dedim.
"Sen de mutfakta tezgâhın üzerinde duran mısırları al yanımıza gel" dedi. Mutfağa girdiğimde darmadağın olduğunu gördüm. Şaşkınlıkla etrafa baktım. Nasıl bu kadar dağılmış olabilirdi? Mısırlar, tezgâhta kaybolmak üzereydi ama onları kurtardım. Salona geçtiğimde geldiğimi fark etmediler bile çünkü maç izliyorlardı. Çoğu erkeğin aşkı maçlardır ve ben maçlardan anlamam. Bir an da hepsi "gooool" diye bağırınca elimdeki mısırları yere düşürdüm. İşte, o an kısa bir beş saniyelik sessizlik, hepsinin bana dönüp bakması, yerdeki mısırlar... Neyse ki artık geldiğimi fark etmişlerdi. Ben de gülümsedim. Onlar gülümsemiyordu...
Özgür, "maç izlerken her zaman mısır yerdik." Dedi. Üzgün gözlerle yere bakıyordu.
"Abartmayın isterseniz, yine yaparım ne olacak." Dedim. Kendimi kötü hissediyordum.
Oğuz, "bu gece seni öldürmemiz gerekiyor" dedi.
Ciddi olup olmadığını anlamak için şok olmuş şekilde yüzüne bakıyordum.
Diğerleri hep bir ağızdan "haklı" diye bağırdı.
Bunlar bir mısır için mi bu hale gelmişti ve beni gerçekten öldürürler miydi?
Yarım saniye sonra hepsi aynı anda gülmeye başladı. Derin bir nefes aldım, nefesimi tuttuğumun farkında bile değildim.
Deniz, Can'a "abi, gördün mü Mine'nin yüzünün halini?" diye sordu. Can gülerek "çok komikti" dedi.
"Öf, susun be" diye bağırdım. Ayrıca "komik değildi" dedim.
Tufan, "buradan bakılınca komikti" dedi.
Atlamasa şaşardım.
"Sizi güldürebildiğime sevindim öyleyse"
Eğilip, mısırları toplamaya başladım, gıcık arkadaşlarım da yardım ettiler."
Arkadaşlarım mı? Kendi kendime güldüm. Artık onları arkadaşlarım gibi görüyordum. Ve bu beni mutlu etmişti.
"Tekrar mısır yapacak mıyız?" Diye sordum.
Can, imalı imalı "yemiş kadar olduk dedi.
Can'a sadece kısa bir bakış attım. İçimden geçen ise "zıkkımın kökünü ye" demekti. Bu kısa fiyaskodan sonra hep beraber oturmuştuk. Neyse ki maç bitmişti. Yoksa "mısır olayına" devam ederlerdi.
"Deniz, "ee şimdi ne yapalım?" diye sordu.
Oğuz, "doğruluk mu cesaret mi oynayalım" dedi.
Yüzümü buruşturarak "hayır" dedim. Hiç hoşlanmazdım.
Can, "öyleyse oynuyoruz." Dedi. Tekrar güldüler.
"Öyleyse ben yokum" dedim.
Tufan, "başka zaman olsa reddedebilirdin" dedi "ama bugün mısırlarımızı döktün ve mısır bizim için kutsaldır. Bu yüzden cezalısın."
Gözlerimi devirdim. "Ne mısırmış arkadaş, iyi oynayalım" dedim.
Görürsünüz siz.
Ortadaki masayı kenara çekerek çember şeklinde oturduk. Özgür, ortaya şişeyi koydu. Deniz bana dönerek "unutmadan" dedi. "Bir kuralımız var"
"Ne kuralı?" diye sordum.
"Hiçbir soruya pas diyemezsin, cevap vermeme hakkın yok."
Şimdiden sıkılmıştım... "sorun yok, başlayalım" dedim.
Özgür, şişeyi çevirdi. Deniz ile Oğuz eşleşti.
Deniz, Oğuz'a doğruluk mu cesaret mi diye sordu.
Oğuz, doğruluğu tercih etti. "Deniz "hımm, bir düşüneyim." Dedi.
Deniz, o meşhur klasik soruyla başladı. "Hiç âşık oldun mu?"
Oğuz, "evet, oldum" dedi.
Deniz, "bak, bilmiyordum bunu." Dedi.
"Kime oldun? Oğuz, gülerek "soru hakkın bitti." Dedi.
Şişeyi tekrar çevirdi. Bu sefer Tufan ile ben eşleşmiştim.
Tufan, doğruluğu seçti. Klasik soruları devam ettirdim.
"En pişman olduğun şey ne?" diye sordum. Bir an da tüm grubun yüzü düşmüştü. Hepsi Tufan'a bakıyordu. "Tufan, sevdiğim kadını kurtaramamak." Dedi.
Bunu sinirli ve gerçekten acı bir şekilde söylemişti.
Şişeyi, hızlı bir şekilde çevirerek ortamın gerilmesine izin vermedi. Bu sefer eşleşenler Can ve Özgür oldu. Özgür, cesareti seçti.
Herkes ooo diye bağırdı.
Can, "iğrenç bir şey isteyeceğim şimdi." Dedi.
Özgür "abi yapma gözünü seveyim" dedi. Can, "Çiğ yumurta iç" dedi.
Hepimiz "ıyyy" diye bağırdık. Gerçekten iğrenç.
Özgür ise hiç istifini bozmadan mutfağa gitti. Elinde bardağa dökmüş yumurta ile geri döndü. Hepimize bakara tek nefeste içti. Yüzümü ekşittim. Özgür, tekrar yerine geçerek "basitti abi bu" dedi. "Çiğ yumurtayı severim."
NE, NEE NE!...
Deniz," böyle tuhaf fantezilerin varsa anlatabilirsin." Dedi.
Güldük.
Can, "ne kadar midesiz olduğunu ölçmek istemiştim sadece." Dedi.
Özgür, şişeyi tekrar çevirdi. Bu sefer Can ile ben eşleştim. Az önceki cesaret vakasından sonra doğruluk demeyi tercih ettim. Can, sanki dünden hazırmış gibi anında sordu.
"Bize hiç yalan söyledin mi?"
Donup kalmıştım. Can benim kim olduğumu biliyor muydu yoksa benden şüphe mi duymaya başlamıştı.
"Evet" dedim. "Söyledim."
Tüm herkesin gözü üzerimdeydi. Bakışlarındaki kırgınlığı görüyordum. Baştan beri yalan söylüyordum hatta... Neyse ki kimse bir şey dememişti en azından sözlü olarak.
Şişe çevirme sırası bendeydi ki yorgun olduğumu ve artık bir işte çalışacağımı, uyumam gerektiğini söyleyerek ayaklandım. Aslında bunu yapmamın tek sebebi diğer eşleşme yine bana denk gelirse biri ne yalan söylediğimi sorardı elbet. Buna bugün cevap veremezdim. Benimle birlikte Can da ayaklanmıştı. O da işlerinin olduğunu söyledi. Diğerleri de biraz daha takılacaklarını söylediler. Özür dileyerek başka zaman telafisini yapacağımı söyledim. Neyse ki gerçekten anlayışlıydılar. Can ile birlikte ayrıldık evden. Yukarı çıkarken Can, eğer hemen uyumayacaksam çatıda bir bira içelim mi diye sordu. Gerçekten de uyumayacaktım. Ben çatıya çıkarken o da biraları alıp geleceğini söyledi.
Derin bir nefes aldım. Gerçekten çatıları çok severdim. Güven veriyordu. Kimse görmezdi ve kimse ulaşamazdı. Etrafa bakarken Can da gelmişti. Getirdiği biralardan birini vermişti. Beraber gökyüzünü izliyorduk.
"Hava bugün çok güzel değil mi?" diye sordu.
"Evet" dedim.
Gerçekten güzeldi. Ilık bir rüzgâr esiyordu.
Can dedim; "dün için özür dilerim."
"Özür dilenecek bir şey yapmadın."
"Rezil bir haldeydim. Daha ne olsun?"
Gülümseyerek "Sarhoşken olur böyle şeyler." Dedi.
"Ayrıca bu konuyu açmadığın için de teşekkür ederim." Dedim.
"Unut dünü, ben unuttum çünkü." Ayrıca "her zaman güçlü kalamazsın ve biz de kalamayız."
Minnet dolu gözlerle baktım.
"Ne işi buldun?" diye sordu.
"Arkadaşımın barında baristalık yapacağım."
Gülerek "biz de ziyaret ederiz artık" dedi.
Cehennemin içinde olduğumu bilmiyordu. Bir şey söylemedim.
"Ben artık gideyim, bira içinde teşekkürler."
Merdivenlere yönelmişken "dikkat et kendine! "diye bağırdı.
Can'ın bu sözleri, yanımda olması neden beni iyi hissettiriyordu? O kadar çok güvenim kırılmıştı ki insanlar tarafından ve hala ihanete uğramaya devam ederken, kendi yalnızlığımda boğuluyorken Can'a güvenebilir miydim? Bu korkuyu aşabilir miydim? Ya o da diğerleri gibiyse. Bazen her şeyi bildiğini rol yaptığını düşünüyordum. Ama bu saatten sonra kaybedecek neyim vardı ki?
BÖLÜM SONU