İLTER | (✓)

By seydnrk_

3.2K 3.2K 10.5K

★ Bu Hikâyenin Yaş Sınırı +16 √ Sezon 1 Tamamlanmış Olup Düzenlenerek Tekrar Yayınlanmaktadır. √ İlter... Esk... More

📣 DİKKAT!! 📣
〰️ Yaratıklar, Tanrılar ve Tanrıçalar 〰️
1 ⚔
2 ⚔
3 ⚔
4 ⚔
5 ⚔
6 ⚔
7 ⚔
8 ⚔
9 ⚔
10 ⚔
11 ⚔
12 ⚔
13 ⚔

14 ⚔

158 219 905
By seydnrk_

14/ABASI, O BİR BUK! | II. KISIM

“Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır.
Erişilmesi gereken nokta da tam olarak orasıdır.”

“FRANZ KAFKA”

•┈┈┈••✦KEYİFLİ OKUMALAR✦••┈┈┈•

Birileri nedensizce karşınıza çıkıyorsa, mutlaka bir sebebi vardır. Tıpkı her şeyin bir sebebi olduğu gibi… Bu dünya üzerinde her şeyin bir sebebi ve o sebebin de bir sonucu vardır. Nedensiz yere gülünmez, ağlanmaz, öfkelenilmez, koşulmaz, oturulmaz ya da susulmaz. Tıpkı bunlar gibi nedensiz yere kimsede kimsenin karşısına çıkmaz.

Abisinin korku ve telaş barındıran sesini işittiği vakit, oturduğu sandalyeden kalktı ve ofis benzeri olan odadan çıktı Bertuğ. Uzun koridoru arşınlayarak geçti ve abisinin yerde, kapının girişine oturduğunu ve kucağında da baygın, her yeri kan revan içerisinde olan bir kadın gördü. Korkmuş ve şaşkın bir hâlde yanlarına ilerledi.

“Abi! Bu kadın…”

“Şu an konuşmanın zamanı değil, Bertuğ! Yardım et bana da içeri taşıyalım kadını.”

Başını salladı ve kadını abisinin kucağından alarak, kucakladı ve büronun içerisinde bulunan diğer odaya taşıdı. Odanın içerisinde bulunan kanepeye, kadını sırtüstü yatırdılar. Barkan, mutfaktan sıcak su getirirken; kardeşi banyodan havlu ve ilk yardım çantasını getirdi. Kardeşinin elinden havluyu aldı. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olan suya batırdı ve sıktı. Kadının yüzünde bulunan kanları temizlemeye başladı.

“Acaba hastaneye mi götürsek?”

“Gitmek isteseydi, emin ol kendisi giderdi.” Abisinin söylediğiyle omzunu silkti. “Pekâlâ, öyle diyorsan.”
Kardeşine yüzünü çevirmeden konuştu. “Bertuğ, gizli odaya git. Oradan bir tane tişört ve eşofman getir. Kadına giydirelim ya da uyanınca bizzat kendisi giyinsin.”

Abisini başıyla onayladı ve kitaplıkla dolu olan odaya girdi. Gizli odanın kapısını açtı ve içeriye girdi. Giysi dolabına yöneldi ve oradan siyah bir tişört ve siyah bir eşofman alarak, gizli odadan çıktı. Barkan ustaca hareketlerle kadının yüzünde bulunan bütün kanı temizledi. O sırada gelen Bertuğ, abisinin el hareketlerini izliyordu.

“Şimdi birazdan uyanıp, bize saldırmasın sakın!”

Hâl oydu ki, bu kadını tanımıyorlardı. Böyle bir tavır sergileyebilir ve onlara zarar verebilirdi. Belki de bu kadın, onların felaketi olabilirdi! Belki bu kadın onları kandıracaktı. Hatta belki de birazdan uyanacak ve onlara doğaüstü bir yaratık olduğunu gösterecekti. Dünyaydı bu! Her an, her şey olabilirdi!

Kardeşinin tedirginliğini anlıyor, lakin böyle bir şeyin olabilmesine ihmal vermiyordu Barkan. Kendinden emin bir şekilde kardeşine döndürdü bakışlarını ve konuştu.

“Böyle bir şeyin olma ihtimali yok Bertuğ. Konuşup durma da yardım et bana. Kadının vücudunda bulunan diğer yaralara bakalım. Belki derin yaraları falan vardır. Kan kaybından ölüp gitmesin.”

Aklına gelen hinlikle yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu Bertuğ’un. Kaşlarını bir aşağı bir yukarı kaldırıp, indirerek, “Abi, yoksa sen…” dedi.
Yanakları kıpkırmızı olan Barkan, dişlerini sıkarak, “Saçma sapan konuşma Bertuğ! Ben sana yardım et diyorum, sen ne diyorsun!” dedikten sonra derin bir nefes alıp verdi. “Kadının kazağını sıyır da yaralarına bakalım! Boş boş konuşup durma da bir işe yara!”

“Tamam, abi yav, ne kızıyorsun ki hemen!” diye hayıflanarak, kadının kazağını büyük bir dikkatle yukarıya doğru sıyırmaya başladı Bertuğ.

“Yok! Böyle olmayacak! Makasla falan keselim. Zaten tişört falan getirdim. Böyle yaparsak, hem elim yanlış yerlere gidecek hem de kadının bedenine ondan izin almadan dokunmuş olacağım. Hadi bunu geçtim ki bu geçilecek bir şey değil; belki kadının derin bir yarası var ve ben ona yanlışlıkla dokunacağım. Eh, böyle olunca da canı daha çok yanacak!”

Hayret dolu hareleriyle kardeşine baktı. Söylemiş oldukları karşısında dudaklarını birbirine bastırdı.
“Sapık mısın, diye bir düşündüm şu anda. Ancak kararımı verdim ve şu son dediğine kesinlikle katıldım.” İşaret parmağıyla diğer odayı gösterdi. “Bana diğer odadan, masamın üçüncü çekmecesinden makası getirir misin?”

Bertuğ, diğer odaya geçti ve abisinin masasına ilerledi. Üçüncü çekmeceyi açtı. Eline önce siyah büyük makası aldı. Ancak bunun çok büyük olduğuna kanaat getirdi ve onun yanında bulunan koyu yeşil küçük makası alarak, odadan çıktı. Kadının bulunduğu odaya geçti.

Abisine makası verdiği sırada Barkan, “Sen daha iyi yaparsın,” dedi ve kardeşinin kesmesini istedi.
Bunun üzerine Bertuğ, ustaca hareketlerle kadının vücuduna değdirmemeye özen göstererek kazağı kesti. Kazağı iki yana açıp, geri çekildi. Kadının vücudunda bulunan yaralar açığa çıkmıştı. Şoke olmuş bir şekilde kalakaldı. “Bu kadın, bu yaralarla hâlâ yaşıyor mu gerçekten?”

Aklında bulunanları söylemeyi sonraya erteledi ve elinde bulunan havluyu tekrar ılık suya batırıp, çıkardı ve sıktı. Kadının vücudunda bulunan yaraları temizlemeye başladı.

“Acaba bu kadına ne oldu? Sanki biri ona kesici bir aletle saldırmış gibi. Hatta bütün hıncını almak istiyormuş gibi gözüküyor.”

“Kesinlikle haklısın. Biri bu kadından bütün öfkesini, kinini çıkarmak istemiş gibi.”

“Çok merak ediyorum, acaba ne oldu?” dedikten sonra abisine yardım etmek amacıyla ilk yardım çantasını açtı ve oksijenli suyu çıkardı. “Abi, deri yapıştırıcısı zımba mı yoksa cerrahi dikiş iğnesi ve ipliği mi?”

Abisi, “Zımba,” dediğinde Bertuğ, ilk yardım çantasından doku yapıştırıcısı zımbayı çıkardı ve kadının vücudundan kanları temizlemiş olan abisine verdi. Barkan ustaca hareketlerle kadının açık olan yaralarını doku yapıştırıcı zımba ile birleştirmeye başladı.

“Yav, ben hâlâ anlamadım! Bu kadına biz anestezi falanda yapmadık! Bu kadın nasıl acıyla uyanmadı?”

“Belki acı hissetmiyordur?” diyen Barkan omzunu silkti ve elinde bulunan zımbayı kardeşine uzattı.
Bertuğ abisinin elinden zımbayı alarak kaşlarını çattı. “O nasıl oluyor acaba abi?”

Barkan kadını yatırmış oldukları kanepenin önünden kalktı ve kardeşine çevirdi bedenini.
“Şöyle ki kardeşim, bir düşün, tamam mı? Sen ya da ben, bu kadının yerinde olmuş olsaydık eğer bu derin yaralarla buraya kadar bile gelemezdik. Çünkü bedeni adeta bir hayvanın pençeleri tarafından derin çiziklere uğramış gibi ve bu kadın kim bilir nereden geldi buraya. Şu anda hâlâ daha nefes alıyor.”

“Amma abartın abi ya!” Kardeşinin omzuna vurdu. “Kes sesini be! Haklı olduğumun sende bal gibi farkındasın! Sana bir şey daha söyleyeyim; bence bu kadın hiçbir şekilde acı hissetmiyor.”

“Acaba bunu nereden çıkardın?”

Kadının bedenini işaret ederek, “Kadının bedenini zımba ile birleştirdim ve kadın hâlâ uyanmadı! Hadi bunu geçtim ki bunu geçmemiz fazlasıyla mantıksız, neyse, bu kadın, çok fazla kan kaybettiği ya da vücudunda ve suratında bu kadar fazla yara bere olduğu için değil; yorgunluktan bayıldı,” dedi.

“Yav abi, niyeyse şaman olan benim, lakin her şeyi bilen de sensin! Böyle bir şey olamaz!” diyerek elinde bulunan ilk yardım çantasıyla birlikte odada bulunan banyoya ilerledi. Barkan kardeşinin arkasından gülerek, “Deneyim, diyoruz biz buna abiciğim, deneyim!” diye bağırdı.

Kadının yaralarına el atmış olan Barkan geri çekilmiş ve Bertuğ kadının kıyafetlerini dikkat ederek değiştirmişti. Kadın, üç saattir derin bir uyku hâlindeydi. Sadece bundan bir saat önce uyanmış ve “Neredeyim ben?” sorusunu sorduktan sonra cevabını dahi alamadan yine derin bir uykuya teslim olmuştu.

Bertuğ, dışarıdan söylemiş oldukları lahmacun ve ayranın geldiğini belirten kapı sesini duyduğunda hızla ayağa kalkmış ve odadan çıkarak, uzun koridoru aşıp kapıyı açmıştı. Kuryeden siparişleri aldıktan sonra, “İyi günler,” dedi ve kapıyı kapatarak, abisinin ve aynı zamanda kadının olduğu odaya gitti.

Odanın penceresinin önüne doğru yürüdü ve orada bulunan L koltuğun hemen önünde bulunan orta sehpaya ilerledi. Sehpanın üzerinde bulunanları, Barkan bir kenara kaldırdı ve kardeşinin elindekileri sehpanın üzerine koydu. Barkan ellerini yıkamak için banyoya ilerlerken Bertuğ, lahmacun paketlerini açmaya başladı. Daha sonra ise iki kardeş, yemeklerini midelerine indirmeye başladılar.

“Var ya, ben hayatımda böyle bir güzellik görmedim! Bir patates köfte bir de ha bu lahmacun! Dünyada beni delice mutluluğa sürükleyen başka bir şey yok!”

Kardeşinin söylemiş olduğuna gülümserken, konuşmak için ağzında bulunan lokmanın bitmesini bekledi. Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra, “Sen var ya, bu aralar acayip haklı konuşmaya başladın bak! Valla beni de şu lahmacundan başka mutlu eden bir şey yok!” dedi.
Abisine kahkaha attan Bertuğ, kadına döndürdü bakışlarını. Merakla öne doğru eğildi. “Abi, acaba kadını uyandırsak mı ki? Belki o da açtır?”

Kanepede yatan kadına yan gözle baktı Barkan. Omzunu silkerek, “Bırakalım, kendisi uyansın. Baksana, buradan fazlasıyla yorgun gözüküyor. Zaten kaç saattir uyuyor, uyanacaktır birazdan,” dedi. Abisine hayretle baktı. Bu adam asla bu kadar duygusal davranmaz kimseye, diye geçirdi içinden. Çünkü abisi, hiçbir zaman duygusal bir adam olmamıştı. Her daim sert mizaçlı ve duygudan yoksun hareket ederdi. Ama nedense, bu kadına karşı içinde duygusal yanının ağır bastığını hissediyordu.

Masada bulunan her şeyi silip süpüren iki kardeş, ortalığı toplamaya başlamıştı ki, kadının sessiz mırıltıları çalındı kulaklarına. Merakı her zaman üst düzeylerde olan Bertuğ, ayağa kalktı ve kadının yanına gitti. Kadının dudakları üzerine kulağını koydu ve kadının iki dudağı arasından çıkanları duyabilmek adına. Kadınının iki dudağı arasından, “Ak… Bel… Akbel,” diye sayıkladığını duydu. Kendisini çeken Bertuğ, sakin adımlarla ofis tarzı olan odaya geçti ve MacBook’u aldı. Tekrar abisinin olduğu odaya geçti. Bir yandan abisine laf yetiştiriyor bir yandan da MacBook’ta arama motoruna bir şeyler yazıyordu.

“Ne yapıyorsun Bertuğ?”

“Kadın Akbel, diye sayıklıyor. Bende arama motoruna, umut fakirin ekmeğidir, hesabı yazdım.”

“E-e, peki çıktı mı bir şeyler?” diye sordu ve kardeşinin yanına oturdu.

“Valla bulduğum sonuçlar, beni mutlu etti şahsen!” Barkan kardeşinin kendisine doğru çevirdiği MacBook’un ekranına baktı. Arama motorunda Akbel Çağatay yazısını gördü. Bertuğ, çıkan sonuçlardan ilkine tıkladı. Bu tıklamış olduğu sayfa, yerel bir gazeteye aitti. Kadınla ilgili yazanları okumaya başladı Bertuğ, sesli bir şekilde.

"...Akbel Ç. saatler gece on ikiyi gösterdiği sıralarda Ankara'nın en işlek semti olan Kızılay'da bir mekânda önce sorun çıkardı. Daha sonra ise, mekânın görevlileri onu dışarıya attı ve Akbel Ç. Kızılay meydanında insanlara saldırmaya, “Abası hepimizi öldürecek!” diye nida atmaya başladı. O kadından korkan sakinler, polisi aradılar. Ailesi, daha doğrusu babası, avukat olan Fatih Ç. kızının psikolojik sorunları olduğunu belirtti..."
Kadının ismini sayıklamış olduğu kişi ile ilgili yazılanları okuyan iki kardeşin gözleri, birbirini buldu.

Bertuğ, MacBook’u sehpaya koydu ve ellerini iki yana açtı. “Nasıl bir şeyin ortasına düştük biz abiciğim ya?” diye sitem etti. Ona karşılık olarak Barkan, “Bu kadın, Abası’yı nasıl gördü kardeşim?” diye sordu.

Sol işaret parmağını abisine uzattı. “Senin sormuş olduğun soru daha mantıklı, kabul ediyorum.”
MacBook’u eline aldı tekrardan ve bulunduğu başlıktan geriye çıkarak, daha sonraki başlıklara baktı. Bir başlığa tıkladı; bu başlık onu bir sosyal mesafe hesabına yönlendirdi.

O, sosyal medyada gezinirken Barkan, işaret parmağıyla bir fotoğrafı işaret ederek, “Şuna gel bir,” dedi, Bertuğ da abisinin göstermiş olduğu fotoğrafın üzerine tıkladı.

Fotoğrafta iki genç kadın vardı. Bir üniversite kampüsündelerdi. Birinin gözleri ela iken; diğerinin gözleri kahverengiydi. Birinin saçları omuzlarının altında koyu kahve tonlarındayken; diğerinin saçları küt ve kâküllüydü. Saçlarının rengi ise, koyu kırmızıydı. İkisinin boyları da, birbirine yakındı. İkisinin üstünde de mavi kot pantolon vardı. Tek fark, birinin üzerinde omzunun birini açıkta bırakan koyu yeşil bir badi varken; bir diğerinin üzerinde göbekte biten kısa siyah kazak vardı.

Bertuğ kafasını kaşıyarak, “Ben anlamadım, şimdi burada olan kadın hangisi?” diye sordu. “İkisi de birbirine çok benziyor!” Barkan kardeşine hayal kırıklığıyla baktı ve kardeşinin saçlarını, sol eliyle karıştırdı. “Nasıl anlamadın, oğlum? Saçlarından belli.” İşaret parmağıyla küt, kızıl saçlı kadını gösterdi. “Şu kızıl saçlı olan kadın, burada bulunan kadın işte!”

Fotoğrafa daha dikkatle baktıktan sonra abisinin haklı olduğunu anladı. İki kardeş, sosyal medya hesabında biraz daha gezdikten sonra anladılar ki; onlara mail atan kadın ile şu an burada bulunan kadın aynı kişiydi.

Barkan, eline diğer odadan not defterini aldı ve bu iki genç kadın ile ilgili kendince notlar çıkarmaya başladı. Bertuğ ise, daha detaylı bir şekilde Ankara’da bulunan doğaüstü olayları ve bu aileyi araştırmaya başladı.

Araştırmaya kendini fazlasıyla kaptıran iki kardeş, saat kavramını yitirmiş, olan biteni anlamaya çalışıyorlardı. Onlar çalışmaya gömülmüş bir hâldeyken, kadın gözlerini açmaya başlamıştı. Kadın, vücudundaki acıları yeni yeni hissediyordu. Kadının dudakları, hissetmiş olduğu acıyla aralandı ve boğazından acı dolu bir nida çıktı. Hızla başını gömmüş olduğu not kâğıdından ayırarak, uyanan kadına dikti çekik kahverengi gözlerini Barkan. Kardeşi ise, oturduğu kanepede dik bir konuma geldi ve kadından gelecek olan atağa kendini hazırladı.

Kadın korku dolu gözlerini, önce üzerine değdirdi. Gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu. Bütün kıyafetleri gitmiş, yerini bambaşka kıyafetler almıştı. Şaşkınlık dolu harelerini etrafta gezdirdikten sonra iki kardeşin üzerinde durdurdu harelerini. Korku saran bedenini, ani bir refleksle dik konuma getirmeye çalıştı lakin acıyla yüzünü buruşturarak tekrar bedenini kanepeye devirdi.
Çatallaşmış sesiyle, “Siz kimsiniz? Ben neredeyim?” diye sorularını sıraladı.

Ellerini havaya kaldıran, heybetli duruşuyla göz dolduran adama baktı kadın. Çekik kahverengi gözleriyle buluşturdu gözlerini. Gözleri o kadar küçüktü ki… Kocaman heybetine tezattı resmen adamın gözleri. Adam, koyu kahve renkli, kıvırcık saçlı ve yaklaşık bir yetmiş beş boylarındaydı. Adamın o küçük, çekik gözlerinde yorgunluk ve merak bir taraftan bir tarafa dolanıp duruyordu. Diğer adam ise, beyaz ve sarımtırak saça ve kaşlara sahipti. Şaşkınlıkla havaya kaldırdı kaşlarını kadın. Adam, sanki hastalıklı gibiydi ama değil gibiydi de. Çünkü gözlerinde gördüğü anlamlar, o dik duruşu, hasta olmadığını gösteriyordu. Ayrıca yüzünün rengi de normal bir insanınki gibiydi. Bu karşısında duran adamın gözleri ne çok çekikti ne de büyüktü. Ancak hareleri masmaviydi. Boyu bir yetmiş beş ile bir seksen arasındaydı. Sivri bir çenesi vardı. Yüz hatları kusursuz denilecek kadar iyiydi. Sol kulağında iki, sağ kulağında üç tane çelik küpe vardı. Diğer adam kirli sakallıyken; bu adam sinekkaydı traşlıydı.

Koyu kahve harelere sahip, çekik gözlü adam kendisine yaklaştığında, kadın korkuyla uzandığı kanepeye sindi. Bunlar kimdi? Acaba şu mail atmış olduğu adamlar olabilir miydi bu kişiler? Kötü insan olmadıkları her hâllerinden belli oluyordu aslında. Çünkü ona bir şey yapmamış, tam tersi onu iyileştirmeye çalışmışlardı. Koyu kahve harelere sahip olan adam, onun olduğu kanepenin önünde eğildi.

“Merhaba, ben Barkan. Sen, çok kötü bir hâl içerisindeydin. Kapımızı çaldın ve açtığımda yardım isteyerek bayıldın. Hatırlıyor musun, buraya geldiğini ya da sana neler olduğunu?” Koyu kahve harelere sahip olan adamın adını öğrenmişti kadın. Adı Barkan imiş. Sesini sakin tutmaya çalıştığı, ses tonundan belli oluyordu. Ayrıca merakını gizlemeye çalıştığı da aşikârdı. Acaba kaç saattir burada öylece uyuyor olabilirdi? Mavi hareleri adam da yanı başına gelmişti. Lakin adam ayakta duruyordu. Sağ elini öne doğru uzattı, avuç içini tavana doğru açtı.

“Yav kardeş, neredeyse üç dört saattir uyuyordun. Uyandın, şimdi de konuşmuyorsun! İn misin, cin misin? Nesin sen? Bir söylesen de biz de bilsek!”
Kadın kanepede oturur pozisyona geçmek için hareketlendiği vakit, becerememiş ve acıyla inlemişti. Barkan elini uzatarak kadının, kanepede oturur pozisyona geçmesine yardımcı oldu. Daha sonra ise, tekrar yerine geçti ve oturdu. Gözlerini iki adama dikti. Lâl olmuş dilini çözmesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü hissediyordu ki, bu iki adam kardeşinin derdine deva olacaklardı.

Kadın boğazını temizleyerek, kurumuş olan dudaklarını dili yardımıyla ıslattı. “Adım Umay. Buraya Gencer Ailesi’ni bulmaya geldim. Onların yardımına ihtiyacım var.”

Bertuğ, ani bir refleks ile ellerini birbirine çarptı. “Hah! İşte onlar biziz,” dedi.

Adını daha öğrenememiş olduğu mavi hareleri adamın heyecanı her hâlinden belli oluyordu. Kadının kim, ne gibi sorulara kafasında bir cevap verememişti. Merak bedeninde kol geziyordu adeta.
“Şey, acaba ben nasıl… Yani ben nasıl…”

“Buraya geldin ve bu haldesin, sorularını soracaksan eğer sorma! Çünkü onları bizde bilmiyoruz. Meraktan çatlayacağım burada orta yerimden!”

Kadın, genç adamı sevmişti. Enerjisi mükemmeldi. Öyle ki, uzun zamandır gülümsemeyi unutmuş olan dudaklarını iki tarafa uzatmış ve tekrar gülmüştü.
Adının Barkan olduğunu öğrendiği adam, diğer adama dönerek, “Kardeşim bir sus ya! Allah aşkına bir sus!” diye sitem etti.

Barkan kardeşine söylediklerinden sonra gözlerini, adının Umay olduğunu öğrendiği kadına çevirdi.
“Önce mailini aldık. Daha sonra ise, telefonda konuştuk. Seni bekliyorduk ki, kapı çaldı ve sen yardım istedikten sonra bayıldın.”

Kadın ellerini kucağında birleştirdi. Gözü üzerinde bulunan kıyafetlere değdiğinde yüzü kızardı ve gözlerini karşısında bulunan adama çevirdi. Mavi hareleri adam ellerini iki yana, kafasının üzerine kaldırdı.

“Üzerini ben değiştirdim. Çünkü kıyafetlerinin her bir tarafı kan içerisindeydi.” Bertuğ gözleriyle kadının vücudunu işaret etti. “Ayrıca vücudunda bulunan diğer yaralara bakabilmek için kazağını kesmek zorunda kaldık. Ondan dolayı yeni kıyafet lazım oldu ve bizde yeni kıyafet, daha doğrusu abimin kıyafetlerini sana giydirmek zorunda kaldık. Ben giydirdim kıyafetleri sana. Ama yemin ederim, hiçbir yerine bakmadım! Ellemedim de! Bak yemin ederim!”

Kadın karşısında bulunan adamın, kendini savunma şekline, konuşma tarzına bayılmıştı. Umay uzun bir süre sonra ilk defa kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle ki, gözünden yaşlar akıyordu. Normalde bu adama kızması gerekiyordu. Lakin şu an kızmak yerine, onun bu hâline kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Belki de sinirleri bozulmuştu. Sinirleri bozulduğu için belki de kahkahalarla gülüyordu.

Bertuğ şaşkınlıkla karşısında kahkahalarla gülen kadına baktı. Abisinin kulağına eğilerek, “Acaba delirdi mi?” diye fısıldadı. “Yoksa bizi öldürmeye falan çalışacak da, anı mı kolluyor? Acaba kafasında bir sorun olabilir mi abi? Ne dersin?”
“Sanırım sinirleri bozuldu kadının, Bertuğ. Gülmesi geçene kadar bekleyelim,” diyen Barkan, orta sehpaya ilerledi ve sürahide bulunan sudan bardağa doldurdu. Kadına doldurmuş olduğu bardağı uzattı. Kadın kendisine uzatılan bardağı aldı ve kana kana içti.

Bertuğ abisine takıldı. Omzuna, omzuyla vurdu. “Sen bu ara pek mi anlayışlı oldun, ne!”
Bu sözün üzerine Barkan, kardeşine göz devirmekle yetindi.

Kadın suyunu içtikten sonra boğazını temizledi. “Kusura bakmayın, lütfen. Uzun zamandır böyle saf ve iyi niyetli insanlar görmemiştim.” Sol eliyle Bertuğ’u gösterdi. “Bu kadar fazla kelimeyi, bir araya bir hışımla getirip, komik cümle kuran biriyle karşılaşmamıştım. Sanırım bir de… Yani sinirlerim boşaldı. Tekrar kusura bakmayın, özür dilerim.”
Bertuğ sandalyeyi kadına doğru getirdi ve kadının önüne ters bir şekilde koydu. Sandalyenin iki tarafında bacaklarını sarkıttı. Kollarını da sandalyenin üstünde birleştirdi ve kafasını kolları üzerine koyup, kadına baktı.

“Sen şimdi benim için iyi bir şey mi dedin, yoksa kötü bir şey mi?”

Kadın yüzünde bulunan gülümsemeyle, “İyi bir şey dedim,” dedi.

Bertuğ kadına gülümsedi. Barkan da sandalye alarak, kardeşinin yanına koydu ve oturdu. Sağ bacağını, sol bacağının üzerine attı. Elinde bulunan not defterini açtı. Kalemin arkasına basarak, ucunu çıkarttı.

“Bize, en baştan olan bitenleri anlatır mısın? Böylece sana nasıl yardımcı olabileceğimize bakalım.”

Kadın onun sözleri sonrası, başını olumlu anlamda salladı. “Ben Umay Çağatay. Nalan ve Fatih Çağatay’ın en büyük kızlarıyım. Açıkçası sizleri fazla hatırlamıyorum. Lakin babanız ve annenizi tanırım. Babanız vefat ettikten sonra Ankara’dan taşınmıştınız. Ancak annem ve Mehir Teyze, neredeyse her gün konuşurlar. Ben bir arkeoloğum, kız kardeşim ise, arşivci olarak kütüphanede çalışmakta.” Kadın sol elini havaya kaldırdı ve salladı. “Her neyse. Kız kardeşim ve ben, ailemizden farklı bir yerde ikamet ediyoruz. Bunun sebebi ise, ailemizin evinin çalışmış olduğumuz yerlere fazlasıyla uzak olması. Bir artı bir evimiz var. Bir salon ve bir yatak odası var yani. Kardeşim ve ben aynı odada kalıyorduk. Bir iki ay önce gece yarısı uyandım ama kız kardeşim odada yoktu. Bende önce telaşla evden çıktım ve binayı gezdim, dışarıya baktım. Onu meydanda etrafa saldırıp, bağırır çağırırken buldum. Aldım onu eve getirdim. İki üç gün sakin geçmişti günümüz. Sonra yine başladı gariplikler.” Kadın sözlerine, dinlenmek adına ara verdi. Barkan’ın ona uzatmış olduğu, içi su dolu bardağı aldı ve tek seferde içti suyu.

“Teşekkür ederim… Akbel, etrafında görmüş olduğu herkese zarar vermeye başladı. İnsanlara, beni öldürmek istiyorsunuz, diyerek saldırıyor, hatta bununla yetinmiyor, hakaretler ediyordu. O masum, anlayışlı kız gitmiş, yerine korkunç, asabi biri gelmişti. Yapmadığımız şey kalmadı. Ancak çaresini bulamadık. Ailemi ve beni zıvanadan çıkaran olay ise; Kızılay Meydan’da sorun çıkarmasıydı. Her şey normal seyrinde ilerliyordu. Arkadaşlarımızla yemek yemiştik. Çıkışta, arabamıza doğru giderken, bir anda bağırmaya başladı. İnsanlara hakaretler etti. Hatta eline iki kırık şişe aldı ve insanların üzerine yürüdü. O anlar hâlâ gözümün önünden gitmiyor. Sanki çıkmayı bir türlü beceremediğim kâbusun içerisindeymişim gibi hissediyorum.” Umay, derin derin nefesler aldı. Aklına gelenlerle gözleri doldu.

“O olaydan sonraysa kardeşimi hastaneye yatırdık. Ancak dört gün önce oradan kaçmış ve şu anda onu bulamıyoruz. Annem ve babam sizin yapmış olduğunuz işten bahsettiler. Bize ancak sizin yardım edebileceğinizi söylediler. Bende, önce size mail attım. Daha sonraysa polisten kardeşimin bu şehirde olduğunu öğrendim ve atlayıp geldim buraya. Hatta size gelirken, yolda kardeşimle karşılaştım.”

“Hadi be! Seni bu hâle kardeşin mi getirdi?”

“Evet. Ama biliyorum, isteyerek yapmadı. Hangi kardeş isteyerek, kardeşine zarar verebilir ki? Korktuğu için öyle yaptı.”

“Kız kardeşin neden korkmuş olsun ki?” Barkan’ın sorusu üzerine Umay, harelerini onun hareleriyle birleştirdi.

“Olay şöyle ki; buraya gelmeden önce kardeşimi, izbe bir sokakta buldum. Yanına gittim ve kolundan tutarak kendime çevirdi. Gözleri korkunçtu! Sarı göz mü olur? Kardeşimin gözleri bildiğiniz sarıydı. Siz hiç böyle bir şey gördünüz mü?”
Ağzının içerisinde, “Biz neler neler gördük bir bilsen!” diye mırıldanan Bertuğ’a hayretle baktı Umay. Lakin bunu irdelemekten vazgeçti.
“Akbel, sanki karşısında ben değil de başkası varmış gibiydi. Bana, git buradan lanet olası, diye bağırdı. Ona yaklaşıp kendimi tanıttığımda bana inanmadı. Hatta bana, Sen Abası’sın. Ruhumu sömürdüğün yetmedi mi, dedi ve bana saldırdı. İşin garip yanı ise, bana saldıran o değilmiş gibiydi!”
“Nasıl yani?” diye merakla soran Bertuğ’a baktı ve omzunu silkti.

“Suratıma sol eliyle vurdu. Önce onun eli, sonra ise başka bir el vurdu sanki. Tırnakları uzun değildi, ancak sizde gördünüz ki bir pençesi varmış gibiydi.” Umut dolu olan harelerini iki adamın hareleriyle birleştirdi. Yüzünde umudunun izlerini taşıdığı ve kardeşinden asla vazgeçmeyeceğini belirten bir gülümseme peyda oldu.
“Belki hâlâ buradadır. Onu buluruz ve sizde onu kurtarırsınız.”

═ ═ ═ ╰☆╮ ═ ═ ═

İnsanın umudu olmazsa eğer pek fazla tutunamaz ve gözlerini kapatırdı hayata. Umut, tükenmek bilmeyen bir olguydu. Her yara mutlaka umudu taşırdı. Bir insanın, umudu ve hayalleri olmasaydı eğer katlanabilir miydi bu kibir dolu hayata? Vazgeçmemekti umut. Asla elini çekmemekti. İnsan, vazgeçmediğinde, asla umudunu yitirmediğinde daha mutlu olmaz mıydı?

İki kardeş, kadını da alarak, evlerinin yolunu tutmuşlardı. Tabii öncesinde annelerini aramış ve Umay’ın anlatmış olduklarını teyit etmişlerdi.
Eve geldiklerinde, iki kardeş kadınları yalnız bırakmış ve odalarına geçmişlerdi. Duştan çıkan ve eşofman takımlarını giyen iki kardeş daha sonra terasta birleşmişti. Terasın manzarası, insanın gözünü kamaştırıyordu. Akşamın bu saatinde yanan ışıklar, bir yerlerde insanların umut dolu olduğunu, dört duvar içerisinde vazgeçişleri olmadan yaşadıklarının emaresini veriyordu. Bertuğ, oturmuş olduğu büyük sandalyede bağdaş kurdu ve terastan dışarıya bakan abisine seslendi. Abisi arkadan o kadar yıkılmaz ve o kadar dik duruyordu ki, ona her gün daha çok hayran kalıyor ve onu örnek alıyordu. Babaları vefat ettiği andan itibaren abisinin omzunda biriken yüklerin farkındalığı ise, onu üzüyordu. Abisi yanına gelerek, diğer sandalyeye oturdu ve ayaklarını önünde bulunan sehpaya uzattı.

“Abi, acaba bu kız şaman mı? Aksi hâlde Abası’yı görmesi imkânsız. Ama şaman olsa biz, bilirdik. Ben bir şey anlamadım valla!” Dillini dudaklarının üzerinde gezdiren Barkan da tıpkı kardeşi gibi bu olayı anlamlandırmakta zorlanıyordu. Neresinden bakarsa baksın, olayda boşluk olan pek çok kısım bulunmaktaydı ve bu kısımları bir türlü dolduramıyordu. Aklına gelen düşünce ile başını kardeşine döndürdü.

“Bertuğ! Acaba soylarından gelen bir şey olmasın! Yani düşünsene, Şamanizm zaten soya bağlıdır. Bir de kız, kardeşinin gözlerini falan tarif etti ya, aklıma sen geldin. Acaba soylarında bir şaman olmasın?”

“Olabilir aslında. Çok mantıklı bir abim var benim ya!” dedikten sonra abisinin omzuna hafifçe vurdu. “Abi, hatta belki onların soyu da bizim gibi kutsanmış falan olabilir.” Söylemiş olduğunu kafasında tarttı. Sonra ise, “Ama yok ya, öyle olsaydı Fatih amca bize yönlendirmez, kendisi çözerdi. Belki de onlarda bilmiyordur. Olamaz mı?” diye sordu.

“Neden olmasın? Düşünsene, belki de çok uzun zaman önce yaşamıştır bu şaman ve soyundan kimse o gücü taşımadığı için geçiş yapmamıştır güçleri. Hatta belki de ondan dolayı şimdi gün yüzüne çıkmıştır.”

“Hatta abi, hani şaman güçleri, kişiye gücü kadar iletiliyor ya, belki de bu güç bu kız kardeşte toplanmıştır şimdi. Şu ana kadar da kız ve ailesi böyle bir durumla karşılaşmadıkları içinde ne yapacaklarını bilemiyorlar. Hah! Yine muhteşem zekâmı konuşturdum!”

“Akıllı kardeşim, ben daha demin ne dedim acaba? Benim kurmuş olduğum cümlenin, farklı bir versiyonunu ancak aynı şeyi ima edenini kurdun şu an!”

“Aman tamam ya! İki dakika kendimi övdürüp, sevindirmiyorsun!”

İki kardeş terasta hem birbirleriyle atışıyor hem de bir çözüm arıyordu. Aşağıdaki salonda ise, iki kadın hem eskileri yâd ediyor hem de olan biteni anlamlandırmaya çalışıyordu.

“Umay, kuzum, sen emin misin sizin ailenizde böyle büyücüyüm ya da şamanım diye gezen birilerinin olmadığına?”

“Hayır, Mehir teyze yok. İnan ki yok. Olsa mutlaka ailem bir şey söylerdi. Hatta Akbel bizzat kendisi bulur çıkarır ve alay ederdi, annem ve babamla.”
Merdivenlerden gelen seslerle iki kadın, sözlerini sonlandırarak merdivenlerden inen iki delikanlıya baktılar. Bertuğ merdivenlerin son basamağını inerek, açık olan salonun kapısından girdi ve kanepede oturan annesinin yanağından makas aldı.

“Biz bulduk!” dedi heyecanla. Mehir oğluna kaşları çatık baktı. “Neyi buldunuz oğlum?”

Gülerek içeriye giren Barkan, annesinin oturmuş olduğu kanepenin yan tarafındaki tekli koltuğa oturdu. “Sen bakma bu densize anne. Sadece tahminlerimizden yola çıkarak bir sonuca vardık. Birazcık da araştırma yapmış bulunduk.”

“Ya abi, ne diye mütevazı davranıyorsun? Sende ha!”

“Biriniz şunu doğru düzgün anlatsın! Yoksa yemin ederim, kutsal anne terliğiyle girişirim size. Yaşınızı başınızı dinlemem, yaparım!” Barkan annesine yan bir gülümseme ile güldü. “Tamam anne, sinirlenme. Umay, sizin ailenizde geçmişte var olan bir şaman varmış. İsmi Simge. Simge Kalkan. Bu kadın bin dokuz yüz altmış beş senesinde vefat etmiş. Açıkçası aileniz kadını dışlamış ve büyücülükle suçlamışlar. Kadında kendi içine kapanıp, sizden tamamen kopuk bir hayat yaşamış.”

Şaşkınlığın kol gezdiği hareleriyle baktı karşısındaki adama Umay. Bu nasıl olurdu ki? Ailesi böyle bir şey neden yapmıştı?

“Nasıl yani?” diye sordu.

“Dur abi, burayı ben anlatmak istiyorum. O kadar araştırma yaptım. Atanız İsmihan Bey ve eşi, şifacılarmış ve zamanla bu şifa veren ellerini büyü ile birleştirmişler ve şaman güçlerine sahip olmuşlar. Atanız İsmihan Bey ve bizim atamız Mete Bey, aynı zamanda çok yakın iki arkadaştı. Belki bu güçleri kazanmasında bizim atamızın da eli olabilir. Her neyse. Böylece sizin soyunuz şamanlık ile kutsanmış. Asırlar boyunca bu şaman güçlerini bir ya da iki kişi öğretiler ile teslim etmişler. En son ise, bu Simge denilen kişi almış. Lakin o, güçlerinin yetersiz olduğunu düşünmüş ve gücünü ikiye, hatta daha fazlasına çıkarmak istemiş. Bunun içinde pek çok ayin düzenlemiş. Yapmış olduğu her ayinde gücü artmış ve artan gücü onu iyiliğe yüz çevirir hâle getirmiş. En son yapmış olduğu ayin sonrasındaysa felç kalmış. Yaklaşık olarak bir sene sonra falanda vefat etmiş. Bu kadının adını sanını duymaman gayet normal bir şey. Çünkü ailen iyiliğe yüz çevirdiği an, onu kütükten silmişler. Yani kadın ne soy ağacınızda ne de ailenizde bulunmuyor.”

“Peki, siz nasıl öğrendiniz?” diye merakla sordu Umay. Açıkçası şu an duymuş olduğu her şey ona fazlaca garip gelmişti. Lakin bunları söyleyen insanların güvenilir bir kaynakları olduğu da, hâl ve hareketlerinden belli oluyordu.

“Bunu hakaret sayarım Umay! Benim isteyip de elde edemeyeceğim hiçbir şey olmadı bu hayatta.”

“Oğlum, garip garip konuşma. Fırlatacağım şimdi terliği kafana! Nereden buldunuz bütün bunları, söylesene!”

“Aman anne ya! İki gizem yaptırmıyorsun şu garip oğluna!”

“Kimden öğreneceğiz anne, elbette kitaplardan, bir de bizim kuştan!” diyen abisine küçümseyici bakışlarla baktı Bertuğ.

“Bu arada kız kardeşinin yerini de birazdan bulmayı planlıyoruz.”

“O nasıl olacak oğlum? Kıza çip mi taktınız?” Bertuğ annesinin yapmış olduğu espriye yüzünü buruşturdu.

“Anne, gerçekten sen espri falan yapma! Kalpten götüreceksin yoksa beni bu genç yaşımda!”

═ ═ ═ ╰☆╮ ═ ═ ═

İki kardeş gizli odaya geçerek, mavi boyalı odaya girmişlerdi. Odadaki duvardan duvara olan dolaplara yöneldi ve dolabın en üst kapağını açtı. Oradan sokakların krokisinin bulunduğu haritayı aldı ve kardeşinin boşaltmış olduğu masanın üzerine koydu. Bertuğ, abisinin masanın üzerine sermiş olduğu haritayı düzeltti ve elinde bulunan kalemin ucunu açarak, çizmeye başladı.
Bir sokağı çember içerisine alarak, “Bizim büro burada,” dedi ve onun hemen iki sokak ötesinde bulunan çıkmaz sokağı da çember içerisine alıp, “Umay, en son kardeşini burada görmüş,” dedi.

“Şimdi Bertuğ, sen olsan nereye giderdin?” Sorusunu soran abisine omuz silkti Bertuğ. Elinde bulunan kalem ile bir otoyolu çember içerisine aldı.
“Ben, o kızın yerinde olsaydım eğer tam olarak buraya giderdim.”

Barkan kardeşine tek kaşını kaldırarak baktı. “Neden oraya giderdin ki?” diye sorduktan sonra kardeşinin elinden kalemi alarak, izbe bir sokağı çember içerisine aldı. “Ben olsam, buraya giderdim. Yerimi kimse bulamazdı. Çünkü buraya girişler ve çıkışlar yasak. Eğer tehlikeli bir durumdaysam, tam olarak böyle bir yeri seçerdim.”

Abisine hak veriyordu Bertuğ, lakin abisinin unutmuş olduğu bir nokta vardı. Alnını kaşıdı.
“Haklısın tamam da, alanın çok fazla dar. Bu kız, şu anda böyle bir yerde olmak istemez. Korkabileceği insanlarla dolu bir yer burası çünkü. Ayrıca kız, o an oradaki insanlara zarar verebileceğini ya da kendisinin zarar görebileceğini bilebiliyorsa? Bir de bence bu kızın buraya gelmesini sağlayan bir şey var ve o yer, bence senin dediğin yer kesinlikle değil.”

Barkan kıvırcık saçlarına ellerini götürdü ve saçlarını karıştırdı. “Tamam, ikisine de bakalım.”
İki kardeş, gizli odanın içerisinde bulunan beyaz boyalı odaya girdiler. Barkan kardeşinin aksiyonu çok sevdiğini ve kendisini kaybedip, karşısında bulunan genç kıza o anın verdiği heyecanla zarar verebileceğini bildiğinden, uyarma gereksinimi duydu.

“Unutma Bertuğ, kıza zarar vermeyeceğiz.”

“Tamam ya. Şu uyuşturucu silahları alalım. Ama sen yine de ne olur ne olmaz diye, yanına bıçak almayı ihmal etme.”

Bertuğ uyuşturucu -bayıltıcı- silahların olduğu bölüm olan; kapının tam karşısında bulunan beyaz dolaba yöneldi. Dolabı açtıktan sonra, tellerler kaplı olan dolap ile karşı karşıya kaldı. Dolabın kilidini almak için yere eğildi, parkeyi kaldırdı ve gömülü olan kilidi aldı. Elinde bulunan kilitle demir tel örgülü dolabın kapağını açtı. Dolaptan önce kartuşlu tüfeği aldı. Bu tüfek uzun mesafeli atışlar için kullanılıyordu. Ayrıca bu tüfeğin diğer bir özelliği de tamamıyla sessiz olmasıydı. Bu tüfek, kartuş içerisine konan kapsülün, patlama basıncı ile çalışıyordu. Daha sonra Bertuğ eline, tek namlulu kartuşlu tabancayı aldı. Bu tabancanın özelliği de sessiz olmasıydı; kartuş içerisine konan kapsülün, patlama basıncı ile çalışıyordu. Ayrıca bu silah, çelik namlu ve çelik alaşımlı gövdeye sahipti.
Tüfeği kendisi alırken tabancayı abisine uzattı Bertuğ. Tüfeği koruyucu kılıfına özenle koydu ve abisine, “Hazırsan çıkalım,” dedi.

Barkan eline aldığı boyun bıçağını vücuduna asmış olduğu kılıfa yerleştirdi. Kardeşinin ona uzattığı tek namlulu kartuşlu tabancayı da kılıfına yerleştirdikten sonra, “Hadi gidelim,” diye komut verdi.

Evden çıkmaya hazırlanan iki kardeş, kapı önünde botlarını giyiyordu ki Umay, yanlarına gelerek ayakkabılıktan botlarını aldı. Barkan gözlerini botlarından ayırarak, Umay’ın üzerine dikti. “Sen nereye, hayırdır?” diye sordu.

Umay tek kaşını kaldırıp, “O, benim kardeşim. Bende orada olmak zorundayım,” dedi.

Umay’ın ses tonundan, siz ne derseniz deyin, yine de geleceğim, sözlerini anlayan Barkan, daha fazla vakit harcamak istemediği için bir şey söylemedi. Annesinin saçlarına buse kondurup, “Duan bizimle olsun,” dedi.

Mehir hüzünlü gözleriyle, “Dualarım hep sizinle, oğlum,” dedi.

Bertuğ, annesini yanağından makas alıp, makas aldığı işaret parmağını ve orta parmağını öptü.
Sürücü koltuğuna Barkan geçerken yan koltuğa Bertuğ; arka koltuğa ise Umay oturdu.

“Önce izbe yere gidelim. Oradan çıkmak daha kolay olur.” Bertuğ abisini başıyla onayladı. Arkasına dönüp, Umay ile göz göze geldi. “Umay, sakın ola arabadan çıkma. Bak bu izbe yer fena bir yer. Bundan dolayı lütfen, bu arabadan çıkma,” diye uyarıda bulundu. Umay inatçı ve kararlı gözleriyle, “Ben de geleceğim,” dedi.

Barkan direksiyonu sıkıp, sinir akan sesiyle, “Gelmeyeceksin. Orada bir de seni korumakla uğraşamayız. Kardeşini sağ salim getireceğiz sana. Daha neyi uzatıyorsun? Zaten orada olmama ihtimali var,” dedi.

“Geleceğim.”

Barkan, sinirli ses tonunu yükseltip, “Sana gelmeyeceksin diyoruz dimi! Dinleyeceksin bizi. Zora sokma işleri,” diye uyardı. Arabayı durduran Barkan, Bertuğ'a inmesini işaret etti. Bertuğ, arabadan inince, Barkan son kez Umay’a döndürdü bakışlarını, “Gelmeyeceksin!” dedikten sonra hızla arabadan indi ve kapıları kilitledi.

Umay’ı arkalarında bırakan iki genç adam, izbe sokağa giriş yaptılar. İzbe sokakta, kimisinin giyim tarzı değişikti; kimisinin bedeni; kimisi elinde baliyle dolanıyordu; kimisi elinde silahla; kimisinin elindeyse uyuşturucu vardı. Barkan tiksinen gözleriyle etrafı tararken, Bertuğ rastgele bir kadını durdurdu. Kadının saçının sol tarafı traşlı idi. Saçının traşlı olan tarafı dövmelerle kaplıydı.
Kadın, “Hayırdır birader, kolumu falan tutmalar?” dediğinde Bertuğ gözlerini devirdi.

“Bir kadını arıyorum. Yardımcı olmanı istiyorum.”
Kadın sağ eli ile çenesini sıvazladı. “Sen gerekeni yap, ben gerekeni yaparım.” Bertuğ cebinden iki yüzlük çıkardı ve kadına uzattı. Kadın aldığı paraları çenesine sürttü. “Tarif et bakalım kadını.”
“Ela ya da sarı gözlü, kahve tonlarında ve omuzlarında saçları, boyu neredeyse seninle aynı. Üstünde diz kapaklarında biten kırmızı çiçekleri olan, siyah renkli bir elbise var. Ayağında ayakkabıları yok,” dedikten sonra ellerinde bulunan fotoğrafı, karşısında bulunan kadına gösterdi.

Kadın dikkatli bir şekilde baktıktan sonra, “Gündüz vakitlerinde buradaydı bu kuş. Bir garipti hâlleri. Ne yalan söyleyeyim korktum yani. Ama hava karardıktan hemen sonra uçtu gitti bu kuş buradan. Deli gibi bir hâli vardı kızın. Ayrıca buralara ait olmadığı da belliydi,” dedi.

“Ne tarafa gitti, bir fikrin var mı?”

“Yok, ama buradan sonra gideceği yer belli. Bu kuş, ancak otobana çıkar buradan. Diğer tarafa gitseydi eğer, karşılaşırdınız mutlaka.”

Barkan ve Bertuğ, konuştukları kadını arkalarında bırakıp arabaya doğru yol aldılar. Arabaya biner binmez Barkan, hızla otoban yoluna sürdü arabayı. Otobana girdikten sonra arabayı yavaşlattı. Herkes otobana dikmişti gözlerini. Sessizliğin ve karanlığın hüküm sürdüğü otobanda, onların arabasından başka araba bulunmuyordu. Bu otoban diğerlerine göre fazla kullanılmıyordu. Çünkü insanlar artık bu otobanda başlarına gelebilecek olan felaketlerden korkuyordu. Daha demin arkalarında bıraktıkları izbe sokağın sakinleri, artık resmen bu otobanın sahipleri olmuşlardı.

Otobanın ortasında bir kadının olduğunu gören Barkan, arabayı durdu. “Orada,” dedikten sonra hızla arabadan indi. Hızlı adımlarla otobanın ortasında giden kadına yöneldi.

Umay, büyük bir umutla, “Akbel!” diye bağırdı. Sesi otobanda yankılanmıştı.

Otobanın ortasında yürüyen kadın durdu ve arkasına döndü. Bertuğ ise arabanın orada elinde kartuşlu tüfekle bekliyordu. Kartuşlu tüfeği kılıfından çıkardı ve arabanın kapısından destek alarak, tüfeği otobanın arkasında bulunan kadına çevirdi. Pürdikkat, olanları izlemeye koyuldu.
Otobanın ortasında bulunan kadın, bir anda bağırmaya başladı: “Sana git, dedim! Abası öldürecek hepimizi!”

Bertuğ kadının arkasında duran Abası’yı gördü. Abisine ithafen, “O, kızın arkasında!” diye söyledi.
“Seni pis şaman! Abası senide öldürecek! Abası hepimizi öldürecek!”

Akbel'in kafası arkaya düştü, dizlerinin üzerine yere çöktü. Ruhunu emen Abası’ya öylece bakakaldı Bertuğ. Hızla ve tüm gücüyle abisine bağırdı.
“Tam arkasında! Ruhunu emiyor. Abi, eğer Akbel’in kafasının on santim yukarısına isabet ettirirsen...”

“Görmüyorum!”

Umay hızla Barkan’ın boyun bıçağını tutmuş olduğu eline uzandı. Abası’nın göründüğü yere doğru isabetini hazırladı.

Barkan’ın sağ kulağına, “Tam buradan atarsan, kafasına denk gelecek. Lütfen, isabet ettir ve kardeşimi kurtar!” dedikten sonra elini Barkan’ın elinin üzerinden çekti.

Derin bir nefes alıp, tam olarak Umay’ın gösterdiği yere fırlattı boyun bıçağını Barkan. Bıçak, Abası’nın iki gözünün ortasına isabet etti.

Barkan, sadece beyaz ve gri dumanları görürken; Umay ve Bertuğ, gri kanı akan, beyaz ve gri dumanlar bırakarak yavaş yavaş kaybolan Abası’yı izliyordu.

Barkan hızla kendinden geçen Akbel’e koştu ve otobana oturup, Akbel'i kucağına aldı. Bertuğ elinde bulunan tüfeği arabanın üstüne koyup, abisinin yanına koştu. Umay gözlerinden akan yaşlarla kardeşinin yanı başına çömeldi. Barkan çatık kaşlarıyla yanında bulunanlara döndü. “Bir tek ben mi göremiyorum, bu Abası denen buk’u?”

Continue Reading

You'll Also Like

KARAVİDAR By Yazal

Teen Fiction

30.7K 725 3
"Aşk zaaftır, nefret güç." ℘ Küçüklüğünden beri yetenekli bir kumarbaz olarak yetiştirilen Adena, gizli bir görevle gittiği şehirde Kara'yı öldürdüğ...
475K 39.4K 70
3 yıl. Jason gideli tam 3 yıl oldu. Ares ve Eldoris'in öldürülmesinin üzerinden 3yıl geçti. Artık Jason'ın ismini kullanmıyorum. Kimse kullanmıyor...
276 51 14
Doğu İmparatorluğunun İmparatoriçesi Sarah Bir Zaman Sonra Kocası Jack'in Ona Soğuk Davrandığını Hisseder Ve Bir Süre Araştırma Yapar Yoğun Bir Araşt...
ÇETE By FUNDA AYTEN

Teen Fiction

14.8M 547K 91
*Nefret, aşka dönüşebilen güçlü bir duygudur* Annesinin tayini dolayısıyla İstanbul'a taşınmak zorunda kalan Öykü, burada daha önce hiç karşılaşmadığ...