1. Bölüm

5.1K 296 160
                                    

Kızıl kanatlarına türlü renkler karışmış efsanevi kuş düşüncelere daldı. Evrenin bilgisine sahipti fakat bir türlü dünyadaki kötülükleri engelleyemiyordu.  Savaşlar, bazı kesimlerde görülen yoksulluk, işsizlik, çocukların ve kadınların çeşitli sebeplerden ölmesi, ülkeler arası gerilimler... Bu gidişat hiç de hoşuna gitmiyordu. Dünyanın kendi içinde bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini düşünüyordu ve bu konu üzerine ciddi ciddi kafa yoruyordu. Kendi oturduğu yuvanın ve Kaf Dağı'nın evrenin temelindeymiş ve yok oluşuyla birlikte bir karadelik oluşturup her şeyi içine çekecekmiş gibi durmasına da itirazı yoktu ama bulunduğu yerden bütün geçmişi ve geleceği görüyor olmak, üstelik bütün bunları olağanüstü bir bilinç yeteneğiyle kavramak son derece zorluyordu onu. Süleyman Peygamber ona bu kadar zorlanacağını söylemişti ancak o, bilgeliğinin bir faydasının dokunabilmesi için uzun yıllar boyunca insanları izlemesi ve onları daha iyi tanıması gerektiğini söylemişti ona. Bütün bunları hatırlayınca içine bir huzur çöktü. Evet, dediği gibi yapmıştı, insanları hakkını vererek gözlemlemişti yıllar boyunca. Ancak bu, son derece acı veren bir süreçti. Kocaman gövdesini oturduğu yerden kaldırdı ve zarif boynunu dünyayı görebilmek için yeniden uzattı. İnsanların neler yaptığını görebiliyordu bulunduğu yerden. Yine kendisini üzecek bir sürü görüntü görmüştü, kafasını çekti ve yeniden oturduğu yerde kendi dünyasına gömüldü. Kendi içinde Tanrı’ya döndü ve ona ne yapabilirim diye sordu. Tanrı ona ne yapacağının ilhamını vereceğini vaat etti. Ve Anka sorusunun cevabını bulabilmek için zihninin derinliklerinde uzun bir yolculuğa çıktı.

Hoş sesli, sevimli, altın kanatlı bir kuş efendisini daldığı alemden çıkardı. Bu, Süleyman'ın hizmetkarı Hüdhüd idi ama bizim bildiğimiz ibibiklere hiç de benzemiyordu. Bir şah kartal kadar büyüktü ve kanatlarından diplerine doğru koyulaşan sarı pembe tüyleri vardı. Kafasındaki sorguç yine havaya dikilmişti. Gagası kıvrıktı ve pençeleri keskindi. Boynundan aşağıya uzanan bölgede birkaç küçük benek vardı, bu benekler kanatlarını açtığında tüylerinin arasından parlardı. Uzun yıllardır Anka’nın yanındaydı ve kuşlar meclisinin önemli bir parçasıydı. Bir dağın tepesine bırakılan bir yumurtadan çıktığı söylenirdi, uzun bir süre orada yaşamış, sonra Süleyman peygamber ile birlikte kuşlar meclisinin kurulmasına en az Anka kadar yardım etmiş, daha sonra rüzgardan aldığı ilhamla Kaf Dağını bulmuştu ve Anka'ya bağlılığını bildirerek burada yaşamaya başlamıştı. Bilginin önemini bilir ve bilge efendisinden olabildiğince şey öğrenmeye çalışırdı, cesur bir kuş olarak nam salsa da kavgaya karışmaz, efendisinin bulunmadığı zamanlarda kuş mahkemesini yöneterek anlaşmazlıkların çözülmesini sağlardı.

"Odin sizinle görüşmek istiyor efendim." Dedi Hüdhüd. Pek konuşmayı sevmezdi ve her cümlesini mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalışırdı bu kuş. Kelimelerin doğru kullanıldığında altın değerinde olduğunu söylerdi çevresindeki kuşlara. Bu nedenle kuşlar üzerinde saygı uyandırır ve sözünün geçmesini sağlardı. Anka Odin'in adını duyunca onun hakkında bildiklerini düşündü. İskandinavya insanlarının büyük saygı duyduğu Odin'in yaşlı ve aksak bir adam olduğunu ve onu son gördüğünde yine bir ziyafette içip eğlendiğini hatırlıyordu. Kuvvetinden emin olunacak ve hürmet edilecek bir tanrıydı. Yaşlı ve bilge olması onu bir nevi başka bir yere taşıyordu Anka'nın gözünde.

Bütün bunlara rağmen Zümrüd-ü Anka tanrılık taslayan bu ucubeyi sevmezdi. Tanrıcılık oynayan ve bir şekilde insan zihnine girmiş olan hiçbir varlıktan hoşlanmazdı. Fakat birinden hoşlanmaması onu kapısından çevireceği anlamına da gelmezdi, Anka asla böyle bir kabalık yapmazdı. Üstelik gerçekten ihtiyacı olan birini geri çevirmek bizzat Süleyman peygamberden aldığı terbiyeye yakışmazdı. Bütün bunları düşünerek nazik tavrını korumayı başardı. Sonra geçmişi düşündü. Odin ile tanışıklığı çok uzun zaman öncesine, belki de büyük patlama zamanına dayanıyordu. Zaten her şey ne olduysa o zamandan sonra oldu. Evren yaratıldıktan sonra  tanrıcılık oynayan bu ucubeler farklı boyutlara yerleşip çeşitli toplumların aklına girdiler ve onların kültürlerini oluşturmalarına katkıda bulundular, fakat hiçbiri evrenin gerçek boyutunu ve zamanın yapısını bilmezdi. Bu nedenle birkaç istisnai olay dışında bu büyük oyunda ufak tanrıcıkların yaptıkları şeyler öyle sanıldığı kadar etki etmezdi. Anka onların sorumlu olduklarını sandıkları halklara da pek müdahale etmezdi zaten. Çünkü bu evrende daha fazla karışıklık çıkmasına neden olurdu ve yine insanlar fikirlerin çatışması yüzünden birbirlerinin canını alırlardı. Hem büyük yaratıcı bile müdahale etmezken kendisinin bu tanrıcıklara müdahale etmesi pek yakışık almazdı.

Gece Avcısı [ZAS - 1] +15 TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin