SLYRION

901 719 124
                                    

Karanlık çöktüğünde Andelia sessizliğe bürünür, erir, yok olur. Ne dağların zirvelerinde uluyan kurt seslerini işitir kulaklarınız ne de dolunayın önünde uçuşan yarasaların tiz çığlıklarını duyarsınız. İşte tam da böyle bir geceydi. Sessizliğin, sessizliği rahatsız ettiği bir gece.

Okyanus kıyısında sivrilen kayaların üzerine dizilmiş karabatakların meraklı bakışları eşliğinde çamurlu ve kaygan yolda evine doğru ilerliyordu Slyrion. Büyücüler kalesinde yaşamıyordu. Daha batıda, sadece dalgaların rahatsız ettiği kayalıkların hemen üzerindeki taş duvarlı bir evde geçiriyordu zamanının büyük kısmını. Zira yalnızlığı pek severdi.

                               ☆☆☆

Ceviz ağacından tahta kapı, üzerindeki paslı çiviler döner dönmez dış duvara yaslandı. Çıkan tok sesle birlikte içeriden tiz bir çığlık yükseldi. Bir kuzgun sesiydi bu. Çatıyı taşıyan yatay kirişin üzerinden Slyrion'a bakıyordu. Kapının ardında görülmeye değer fazla bir şey yoktu. Kitaplar, duvara yaslanmış bir masa ve üzerinde kapağı açık gümüş renkli bir kafes. Kapının tam karşısında günlerdir toplanmayı bekleyen bir yatak ve hemen yanında ise içi odun dolu, acemice yapıldığı her hâlinden belli bir ocak vardı.

Büyücü içeri girer girmez ocağı ateşledi ve masanın altından tek bacağı hasarlı bir sandalye çekip esefle üzerine oturdu. "Beni dinlemiyorlar." dedi. "Ve asla da dinlemeyecekler." Dikkatle kendisini izleyen kuzgunundaydı gözleri. "Sen ne dersin Gölge?"

Güçlü gak sesi salonu doldurdu. Slyrion sol kolunu mümkün olduğunca havaya kaldırarak "Aynı fikirde olduğumuza sevindim." dedi. Kanatlarını açan kuzgun kirişten atladı ve pek de zarif olduğu söylenemeyen bir inişle Slyrion'un koluna kondu. Bir kuzguna göre oldukça iriydi. Tüyleri parlak ve fevkalade kabarıktı. Gelgelelim Gölge yine gakladı. "Biliyorum, biliyorum." dedi Slyrion masanın altından içi solucan dolu bir kavanoza uzanırken. "Ayrıca! Kulağımın dibinde bağırman hiç hoşuma gitmedi bilesin." Avuç dolusu aldı. Gölge, masaya koymasını bile beklemeden parmakları arasında sallanan ya da kaçmak için çırpınan besili solucanlardan birini afiyetle mideye indirdi.

"Çok az kaldı Gölge... Andor'a ve Kral Feòn'a yaptıklarının hesabını sormamıza çok az kaldı. Bu olduğunda, ki mutlaka olacak, bıraktığımız topraklara geri döneceğiz. Kahrolsunlar! Çocuğuma son defa sarılmama bile izin vermediler. Hiçbir şey bıraktığımız gibi olmayacak bunun farkındayım ama bunu onlar istedi. Önüme çıkan kim olursa olsun acımayacağım." Gölge gagasında çırpınan solucanları yutup tekrar gakladı. "Evet." dedi Slyrion. "Leavyan bile olsa."

Slyrion sandalyeden kalkıp pencereye doğru yöneldi. Sanki eski bir tabloya bakıyordu. Ağaç dalları bile hareketsizdi. "Yemeğin bittiyse benimle gel. Yapılacak işlerimiz var." Gölge anlamış gibi kafasını kaldırdı, tüylerini kabarttı ve Slyrion'un sağ omzuna kondu. Büyücü, kapı girişine yasladığı asasını alarak yerdeki parkelere doğrulttu, kendisinin bile duyamayacağı bir fısıltıyla Umbrà diye seslendi ve der demez parkelerin üzerinde anlamsız bir hareketlenme başladı. Tıkırtılar arttı, yükseldikçe yükseldi, Gölge'nin tırnakları Slyrion'un omzunu iğneledi. Üzerleri toz ve kuş pislikleriyle dolu eski parkeler birbirleri üzerine binerek kulübenin alt katına uzanan gizli bir bölmenin kapısını araladı.

Alt katın rutubetli havası üst kata tırmanırken Slyrion da seyrek merdivenlerden aşağıya indi. Merdiven dibindeki tozlu feneri ateşlediğinde loş ışık tereddütsüz odaya yayıldı. Kulübe'nin üst katındaki derin boşluklara nazaran alt katı tıka basa doluydu. Oda oldukça düzensizdi. Cam şişeler, duvarlarda açılmış çentikli oyuklara yerleştirilmişlerdi. Kimisinin içi boşken kimisi renkli sıvılarla doluydu. Metalik parçalar her yana dağılmıştı. Yerlerde hâlâ yeşilliğini koruyan -muhtemelen iksir yapımında kullandığı- binbir çeşit bitki vardı. Odanın dört köşesine yerleştirilmiş içleri mis kokulu yapraklarla dolu çuvalların ağızları sıkıca kapatılmıştı. Tam ortada duran geniş ve oval masa ise hayli dikkat çekiciydi. Masanın çürümüş ayakları, üzerindeki uzun, kıvrımlı maddenin ağırlığını taşımakta zorlanıyormuş gibi eğim kazanmıştı.

KÜRE   (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now