ARDEL

1.2K 1K 318
                                    


Màodan "Aç mısın?" diye sordu.

Güneş çoktan tepeye çıkmış, sabahki pürüzsüz hava iyiden iyiye bozmaya başlamıştı. Bulutlar geliyordu. Doğudaki dağların ardından bir bütün hâlinde krallığın üzerine doğru yürüyorlardı. Yağmur yağmayacaktı belki ama mavinin griye döneceği kesindi.

Sarvalion guruldayan midesini ovuşturdu. "Hiç sormayacaksın sandım."

Şehrin kalbinde, görkemli çeşmenin bulunduğu meydandaki hanın hemen önündeydiler. Duvarlarında sarmaşıkların yürüdüğü kısmen bakımlı bir handı burası. Aşınıp kayganlaşan taş merdivenlerinin sağ ve sol kanatlarından yeni kesilmiş çim kokuları yükseliyordu. Sarvalion etrafına bakındı. Çöpleri eşeleyen kediler ve su içip geviş getiren atlar dışında tek bir canlı göremedi. Daha bu sabah Demirci Tydas'ın evine giderken geçmişlerdi aynı yoldan. Hararetle tartışan esnaf loncası dahi geri dönmemişti. Her yer boştu, bomboş.

Màodan üç basamaktan ibaret merdivenleri çıkarken Sarvalion da Tydas'ın hediyesi, Safin'i yalak boyunca dizilmiş diğer atların yanına bağladı. Kulağına bir şeyler fısıldadı ve rüzgârın kısmen yan yatırdığı yelesini okşayıp isteksizce yanından ayrıldı. Anlamsız bir kargaşa vardı içeride. Bitmek bilmeyen bağırışlar, gümbür gümbür zemini döven ayak sesleri, kızarana kadar alkış tutan eller... Sarvalion hoplayıp zıplasa da pek bir şey göremedi. Çünkü tahtakurularının kemirdiği verniksiz pencereler boyunun hayli üstünde kalıyorlardı. Dağınık saçlarını geriye itip Kral Màodan'ın hemen ardından iki kanatlı sedir ağacından kapıya yöneldi.

İçerisi hınca hınç dolu olsa da sandalyeler boştu. Çünkü herkes az sonra başlayacak bilek güreşinin yapılacağı masanın etrafında toplanmıştı. İri cüsseli iki adam çirkinleştirdikleri suratlarıyla birbirlerine bakıyor, hırlıyor, hakaretler edip çürük ve bahçe çitlerini andıran dişlerini gösteriyorlardı.

Kızıl sakallı şişman adam pek de sağlam görünmeyen sandalyenin üzerine çıktı. Bunu omuzlarına bastırdığı iki Medeàlı'dan destek alarak yaptı. Sandalye titrese de yıkılmadı. Belli ki konuşmayı o yapacaktı. Kafasında kâğıttan uyduruk bir şapka, üzerinde ise bol miktarda kan ve yağ lekesi içeren sözde beyaz bir önlük asılıydı. Boğazını temizleyip hafifçe öksürdüğünde süregelen uğultu yerini derin bir sessizliğe bıraktı.

"Pek saygıdeğer beyefendiler ve borcunu hâlâ ödemeyip herkesten fazla yemeyi de katiyen ihmal etmeyen yüzsüz Gaon." Kalabalık kahkahaya boğuldu. Adı geçen kel kafalı ise dizlerini kırarak suretini gizlemeye çalışıyordu. "Merakla beklediğiniz... Özlediğiniz... Arzuladığınız... Büyük müsabaka az sonra başlayacak." Alkışlar havada uçuştu. Tezahüratların haddi hesabı yoktu. Uzun süren ıslıklar ve birbirini izleyen bağırışlar aşçının eli havaya kalkana kadar da sürüp gitti. "Medeà'nın ve Andòr'un iki güçlü bileği bugün burada kozlarını paylaşacaklar. Sol tarafımda gördüğünüz şu kaslı yaratık krallığımıza gelip şampiyonumuz Gruz'a meydan okuma cesaretini gösterdi. Pek tabii biz de kabul ettik." Aşçı az biraz düşündükten sonra solundaki pos bıyıklıya dönerek "Adı neydi bu manyağın?" diye sordu.

"Klen Mulonwa."

"Böyle boktan isim mi olur?"

Pos bıyıklı omuz silkti. "Öyle."

Aşçı duruşunu düzetti. Tok sesini ayarladı ve "Klen Mulonwaaaa." diye bağırdı.

Güçlü yuh sesleri aldı başını gitti, tavana yükseldi, salonu doldurup pencerelerden taştı. Suratında derin kesikler olan sarışın ayağa kalkıp kalabalığa doğru hırlayarak şişirdiği damarlı kaslarını gösterdi. Kuduz bir köpeği andırıyordu. Üzerindeki tuniğin dikiş yerleri öyle bir gerilmişti ki biraz daha zorlasa dağılıp etrafa saçılacak, paramparça olacaktı. Bu hareketin ardından yuh seslerinin seviyesi bir tık daha artmış, hakaret ve küfürlü tezahüratlar yuhlamaları layığıyla desteklemeye yetmişti. Şişman aşçı elini havaya kaldırıp huzuru sağlamaya çalışıyordu şimdi. Bu biraz zaman aldı ama en nihayetinde istediği oldu.

KÜRE   (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now