sorry

923 95 463
                                    


betimlemelerden, edebiyattan, duygulardan, düşüncelerden hep nefret ettim, barışık olamadım bir türlü. beceremediğimdendi belki de.

ama nasıl anlatayım size, koca bir okyanusun ortasında öylece süzülüyormuş gibiyim.

ya da bir uzay boşluğundayım, yalnızca ben.

öyle boş, öyle soğuk, öyle yalnız.

içimde dolduramadığım boşluklar var. o kadar fazlalar ki,
ne zaman birini doldurmaya çalışsam bir öteki çıkıyor ortaya, engelleyemiyorum. ya bu boşluk hissi nasıl anlatılır ki? lanet ediyorum daha fazla kitap okuyamamış olmama.

hiçbir şeyi içimden gelerek yapamıyorum. gülümseyemiyorum, konuşamıyorum, samimiyeti hissedemiyorum, herkes yapmacık geldiğinden iletişim kuramıyorum.

acıyorum sadece. bazen de ağlıyorum. nadir ama yapıyorum arada öyle şeyler.

ama sürekli düzeltmeye çalışmaktan yoruldum artık. o yüzden şu an yalın ayakla köprünün trabzanlarındayım ya...

her şeyi tamamlamıştım, elimde olanların hepsini yani...

okulumu, yarı zamanlı işimi bırakmıştım. bunca zamandır biriktirdiğim parayı arkadaşlarıma olan borcumu ödemek üzere hesaplarına yatırmıştım.

küçük evimi bağışladım, artık ona ihtiyacım yoktu nasılsa. dünyevi hiçbir şeye ihtiyacım yoktu aslında.

nasıl ölmek istediğimi düşündüm birkaç ay. sonra dedim ki güzel bir ölüm var mı ki? varsa ben hak etmiyordum orası kesindi.

geçmişi silemezdim, geçmişle yaşamayı öğrenmem gerekirdi. ama ben istemedim. geçmişimi istemedim. benim için koca bir leke ve pişmanlıktan ibaretti sadece.

demirlikler soğuktu biraz. ayak parmaklarım uyuşukça kıpırdandı. bir süre bakındım aşağıya, laciverte boyanmış denize. gözlerim titreyerek kapandı. şiddetli bir ayaz vardı. parmak uçlarım hırkamı buldu. umutsuzca ısınmayı dileniyorlardı. hırkayı omuzlarımdan sıyırdım, acele etmeksizin.

demirliklerin arkasına bıraktım, belki biri giyer diye.

üzgünüm bu arada, bu kadar betimlemeyle canınızı sıktığım için.

kimse bu kadar düşünceyi okumak istemezdi ama çaresiz edebiyat bilgilerim ancak bu kadarını verebiliyor size.

alt dudağımı ısırdım. bu kadar oyalanmaya gerek var mıydı? neden oyalanıyordum ki?

derin bir nefes aldım, kollarımı iki yana açtım. bacaklarım durmak için direnmese rüzgar beni küstahça itecekmiş gibiydi.

korkulacak bir şey yok akaashi. cennete gidemeyeceğini biliyorsun, cezanı çekmen gerek.

artık oyalanmayı gereksiz buldum ve bir ayağımı boşluğa doğru kaldırdım.gözlerimi kapadım. bedenim rüzgarla birleşti ve öne doğru itildi. işte şimdi bedenimde hissettiğim boşluk hissi içimdeki tüm boşlukları örtülemişti.

ancak benim için hissettiğim bu huzur sadece birkaç saniyeden ibaretti. sağ bileğimde hissettiğim kuvvetli güçle gözlerim panikle açıldı.

karşımda korkudan titreyen altın sarısı irisler bana bakıyordu.

"diğer elinle elimi tut!"

anlayamadım. tekrar seslendi,

"elimi tut!"

"istemiyorum." sesim yorgunluktan kırılıyormuş gibi çıkmıştı.

göz bebekleri küçüldü. beni tutarken zorlandığı barizdi.

listen before i go ¦ bokuakaNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ