"Birincisi, ben Kronos'un köpeği değilim. Sadece rol gereği öyleymişim gibi davranıyorum. İkincisi, iblis olmak benim seçimim değildi ve üçüncüsü Marcus, beni seni kurtarmam için gönderdi."

Ağzım bir karış açık kalmıştı. Bir solukta o kadar önemli şeyler söylemişti ki... Bir de hepsini bir anda söyleyince kalbim hop etmişti. Gözlerim faltaşı gibi açılmış ona bakıyordum. Toparlanmam için bir dakika gerekmişti.

"N..ne?"

Yüzündeki ciddiyeti hiç bozmadan, elimi yavaşça serbest bıraktı ve parmaklıklardan bir adım geriledi. Hâlâ yüzümdeki koca şaşkınlıkla ona bakıyor cevap vermesini bekliyordum. Bu doğru muydu? Marcus hâlâ yaşıyor muydu ve beni kurtarması için gerçekten de bir iblis mi göndermişti? Bu çok saçmaydı. Marcus'un bir iblise güvendiğine ölsem inanmazdım ancak şu anda içinde bulunduğumuz durumu varsayınca, bu kulağa o kadar da imkansız gelmiyordu. Hatta zekiceydi. Çünkü ben dahil biliyordum ki, bu boktan yere bir iblisten daha iyi sızabilecek biri daha yoktu.

Riley hücremin önünde bir yandan volta atıp bir yandan da alnını ovuşturuyordu. Sanki, ona güvenmem için en uygun kelimeleri seçmeye çalışıyordu. Bir an durdu ve volta atmayı bırakıp bana döndü.

"Bak...bana güvenip güvenmeyeceğin umrumda değil ama aldığım emri yerine getirmeliyim... Marcus ve diğerleri şu anda New Jersey Akit'indeler."

Aklıma gelen soruyu sormaktan kendimi alamadım ve sözünü yarıda kestim.

"New Jersey Akit'i mi? Orasının iblisler yüzünden harabeye döndüğünü sanıyordum."

"Aslına bakarsan evet, orası artık bir harabe. Ancak bulabildiğimiz tek sığınak da orası...Marcus hava elementini kullanan melezi buldu ve buradan kaçan çoğu melez ve safkan da Marcus'un teşkilatına katıldı."

Tanrılar aşkına! Sadece bir haftada ne kadar çok şey olmuştu böyle?

"Teşkilat derken ne kastediyorsun?..."

Gülümsedi. "Bir ordu..."

Ağzımdan tutamadığım küçük bir sevinç nidası kaçı verdi. İnanamıyordum. Günler sonra, sonunda iyi bir haber almıştım.

Koridorda yankılanan ayak sesleri sevincimi yarıda bölerken kendimi aceleyle geriye attım ve köşeme dönüp top gibi kıvrıldım. Riley'e baktığımda o da kendini karşı duvara atmıştı. Bana son bir bakış atıp hızlıca fısıldadı.

"Yarın sabah dokuz da hücreden çıkman için tek bir fırsatın olacak. Seninle Akit'in sınır kapısında buluşuruz."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Hücreden nasıl çıkacağım ki?! Yarın nöbetçi Scott ve anahtarlar da onda olacak. Hadi hücreden çıktım diyelim, mahzenin ana kapısında ses sistemiyle çalışan bir kilit var."

Sözüm bittiğinde nefes nefese kalmıştım. Riley ise bana, sanki karşısında salağın teki oturuyormuş gibi bakıyordu.

"Tanrılar aşkına! Sen Apollyonsun. Hücreden kurtulduktan sonra güçlerini kullan ve ses sistemini boz."

Gözlerimi devirdim. "Ya alarm sistemi ne olacak seni salak?!"

Muzurca sırıttı.

"O işi ben hallederim... Batı kampüsünde bir kaç tanıdığım var. Aramızda ufak bir kavga çıkaracağız ve alarm çaldığında herkesin dikkati bizde olacak sana da sadece hücreden kaçmak kalıyor... Onu halldebilir misin yoksa, gelip seni de ben mi taşıyayım, koca bebek?"

Yüzündeki sırıtış beni o kadar derinden sarsmıştı ki, bir an kalkıp ona sarılasım gelmişti. O an ki dalgınlığımla onun bir iblis olduğunu unutmuştum ve daha ben engel olamadan sözcükler ağzımdan dökülü vermişti.

Melezin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin