K., banka tarafından çok önemsenen ve bu kente ilk kez gelmiş olan bir İtalyan iş arkadaşına bazı sanatsal anıtları göstermekle görevlendirilmişti. Bu, bir başka zamanda hiç kuşkusuz çok onur verici sayacağı bir görevdi, fakat şimdi, bankadaki saygınlığını ancak büyük çaba harcayarak koruyabildiği için, görevi istemeyerek üstlenmişti. Bürodan uzak kalmak zorunda kaldığı her saat K.'ya kaygı veriyordu; gerçi büroda geçirdiği zamanı eskiden olduğu kadar değerlendirebilmekten çok uzaktı, bazı saatleri yalnızca görünüşte en gerekli olan işleri yaparak doldurmaktaydı, fakat büroda olmadığında kaygıları da o ölçüde artıyordu. O zaman zaten hep pusuda yatan müdür yardımcısının zaman zaman onun bürosuna geldiğini, masasına oturduğunu, belgelerini karıştırdığını, K.'nın yıllardır neredeyse dost olduğu müşterileri kabul ettiğini ve onları kendisinden uzaklaştırdığını, hatta K.'yı şimdiki çalışması sırasında hep, belki bin yönden tehdit eden, ama yine de kaçınamadığı yanlışları ortaya çıkardığını görür gibi oluyordu. Bu nedenle, ister takdir anlamına gelsin, bir iş için bir yere yollandığında ya da bir yolculuk yapmakla görevlendirildiğinde –böyle görevler son zamanlarda rastlantı sonucu iyice çoğalmıştı–, o zaman onu bir süre bürodan uzaklaştırıp çalışmasının denetlenmek istendiği ya da en azından büroda onsuz da yapılabildiği olasılığı akla yakın geliyordu. Bu görevlerin çoğunu K., fazlaca bir güçlükle karşılaşmaksızın geri çevirebilirdi, ama bunu yapmaya cesaret edemiyordu, çünkü korkmakta biraz olsun haklıysa eğer, o zaman görevin kabul edilmemesi korkusunu itiraf etme anlamına gelecekti. Bundan ötürü böyle görevleri görünüşte umursamaksızın kabul ediyordu ve hatta bir defasında, iki günlük bir iş yolculuğu yapması gerektiğinde, yağmurlu sonbahar havası nedeniyle yolculuktan alıkonulma tehlikesi yüzünden ciddi bir soğuk algınlığını bile saklamıştı. Bu yolculuktan çok şiddetli baş ağrılarıyla döndüğünde, ertesi günü bankanın İtalyan iş arkadaşına eşlik etmesinin kararlaştırıldığını öğrenmişti. En azından bu kez görevi geri çevirme düşüncesinin baştan çıkartıcılığı çok büyüktü, her şeyden önce kendisi için düşünülmüş olan, işle doğrudan ilgili bir çalışma değildi, iş arkadaşına karşı bu toplumsal görevin yerine getirilmesi, kendi başına düşünüldüğünde hiç kuşkusuz yeterince önemliydi, fakat kendini ancak işindeki başarılarla ayakta tutabileceğini, bunu başaramadığı takdirde ise bu İtalyan'ı beklenmedik bir biçimde büyülese bile, bunun hiçbir değerinin olmayacağını bilen K. için önemli değildi; bir gün bile olsun çalışma alanının dışına çekilmek istemiyordu, zira geri dönmesine izin verilmemesi korkusu çok büyüktü; bu, abartıldığını çok iyi bildiği, ama yine de onu çok sıkan bir korkuydu. Bu son durumda ise kabul edilebilir bir itiraz bulabilmek neredeyse olanaksızdı, gerçi K.'nın İtalyancası pek parlak değildi, ama yeterliydi; asıl belirleyici olan ise K.'nın eski zamanlarından kalma bazı sanat tarihi bilgilerinin bulunmasıydı; bu bilgilere sahip olduğu, K.'nın bir süre ve ayrıca yalnızca işine ait nedenlerle kentteki sanatsal anıtları koruma derneği üyeliği yapmış olmasından ötürü, son derece abartılı bir biçimde bankada yayılmıştı. Söylentilerden öğrenildiğine göre, gelen İtalyan bir sanatseverdi ve bundan ötürü K.'nın ona eşlik etmek üzere seçilmesi de doğaldı.
K., önündeki günden ötürü öfke içersinde, konuk onu her şeyden uzaklaştırmadan önce en azından bazı işleri bitirmek üzere erkenden, saat yedide büroya geldiğinde, yağmurlu ve fırtınalı bir sabahtı. Çok yorgundu, çünkü biraz olsun hazırlanabilmek için gecenin yarısını bir İtalyanca dilbilgisi kitabını inceleyerek geçirmişti, son zamanlarda sık sık oturduğu pencere, masasından daha çekici geliyordu, fakat K. direndi ve işinin başına oturdu. Ama ne yazık ki tam o sırada içeri giren hizmetli, müdür beyin kendisini sayın ticari mümessil geldi mi diye bakmaya yolladığını söyledi; eğer geldiyse, lütfen konuk odasına buyurması rica ediliyordu, İtalya'dan gelen bey içerideydi. "Geliyorum," dedi K., küçük bir sözlüğü cebine koydu, yabancı konuk için hazırlamış olduğu, kentin görülmeye değer yerlerini içeren bir albümü kolunun altına sıkıştırdı ve müdür yardımcısının bürosundan geçerek müdüriyete gitti. Büroya bu kadar erken geldiği ve hemen emre amade olduğu için memnundu, herhalde bunu ciddi olarak kimse beklememişti. Müdür yardımcısının bürosu doğal olarak vakit gece yarısıymış gibi henüz boştu, hizmetliye büyük bir olasılıkla onu da konuk odasına çağırması söylenmiş, fakat bu gerçekleşememişti. K. konuk odasına girdiğinde iki bey, gömülmüş oldukları koltuklardan kalktılar. Müdür dostça gülümsemekteydi, herhalde K.'nın gelişine çok sevinmişti, tanıştırma işini hemen yaptı; İtalyan, K.'nın elini kuvvetle sıktı ve gülerek biri için erkenci dedi, K. adamın kimi kastettiğini tam olarak anlayamadı, ayrıca söylenen, K.'nın anlamını ancak bir süre sonra çıkarabildiği, tuhaf bir sözcüktü. K. birkaç yalın cümleyle yanıt verdi, İtalyan bunları da gülerek dinledi, bu arada sinirli elini birkaç kez gri mavi renkteki gür bıyığında gezdirdi. Bu bıyığın parfümlenmiş olduğu belliydi, insanın içinden neredeyse yaklaşıp koklamak geliyordu. Hepsi oturduktan ve girizgâh niteliğinde kısa bir konuşma başladıktan sonra K., büyük bir tedirginlikle İtalyan'ı çok az anlayabildiğini fark etti. Adam çok sakin konuştuğunda, onu neredeyse tamamen anlıyordu ama bu çok ender olan bir şeydi, konuşmalar çoğunlukla adamın ağzından adeta fışkırıyordu ve adam da sanki bu hoşuna gidiyormuşçasına başını sallıyordu. Fakat böyle konuşmalar sırasında adam, K.'ya göre artık İtalyanca ile ilintisiz bir şiveye kayıyordu, müdür ise bu şiveyi anlamakla kalmıyor, fakat konuşuyordu da, K.'nın bunu tahmin edebilmesi gerekirdi, çünkü konuk Güney İtalya'dandı ve müdür de daha önce birkaç yıl orada kalmıştı. K., İtalyan'la anlaşabilme olanağından büyük ölçüde yoksun kaldığını anlamıştı, çünkü adamın Fransızcası da çok güç anlaşılıyordu, ayrıca bıyığı, söylediklerinin anlaşılmasına belki de yardımcı olabilecek dudak hareketlerini örtmekteydi. K., bir sürü nahoş durumun yaşanacağını düşünmeye başladı, İtalyan'ı anlamak istemekten şimdilik vazgeçti –adamı böylesine kolay anlayan müdürün yanında bu, gereksiz bir çaba olacaktı– ve keyfi kaçmış olarak adamı incelemekle yetindi, onun koltuğa hem gömülmüş, hem de sanki ilişivermiş gibi oturuşunu, sık sık kısa ve köşeli kesimli yeleğini çekiştirmesini ve bir defasında yukarı kaldırdığı kollarıyla ve bileklerinden gevşek bir biçimde hareket ettirdiği elleriyle K.'nın, öne eğilmiş olarak onun ellerini gözden kaçırmamasına rağmen, anlayamadığı bir şeyi tasvir edişini izliyordu. Sonunda, konuşmaları aslında çaba harcamaksızın, yalnızca bakışlarını oraya buraya döndürerek mekanik bir biçimde izleyen K. yorgunluğa yenik düştü ve bir defasında kendini dehşetle, ama neyse ki tam zamanında, dalgınlıkla ayağa kalkıp dönmek ve gitmek üzereyken yakaladı. Sonunda İtalyan saatine baktı ve ayağa fırladı. Müdüre veda ettikten sonra K.'yı sıkıştırarak geçmek istedi, ancak o kadar yakınlaştı ki, K. hareket etmek için koltuğunu geri itmek zorunda kaldı. K.'nın bakışlarından İtalyanca konusunda çektiği sıkıntıyı hiç kuşkusuz anlamış olan müdür, söze karıştı; bunu o kadar akıllıca ve nazik bir biçimde yaptı ki, görünüşte sanki sadece bazı küçük tavsiyelerde bulunuyormuş izlenimini yarattı; gerçekte ise İtalyan'ın yorulmak nedir bilmeksizin K.'nın konuşmasını kesip anlattıklarını K.'ya kısaca özetlemiş oldu. K., müdürden İtalyan'ın daha yapacak bazı işleri olduğunu, genelde ne yazık ki fazla zamanının olmadığını, ayrıca acele edip görülmeye değer ne varsa, hepsi için koşuşturmayı asla amaçlamadığını, yalnızca –ancak K.'nın da bunu uygun bulması durumunda, çünkü karar K.'ya bırakılmıştı– katedrali her yanıyla görmeye karar verdiğini öğrendi. İtalyan konuk, bu ziyareti böylesine bilgili ve sevimli birinin –burada kastedilen K.'ydı, K. ise yalnızca İtalyan'ın söylediklerini kulak ardı edip müdürün söylediklerini dinlemekle meşguldü– eşliğinde yapacağı için çok seviniyordu ve K.'dan, eğer onun için de uygunsa, iki saat sonra, saat on gibi katedralde olmasını rica ediyordu. Kendisi de verdiği saatte kesinlikle orada olmayı umuyordu. K., buna kabul ettiğini bildiren bir şeyler söyleyerek yanıt verdi; İtalyan konuk önce müdürün, ardından K.'nın, sonra yine müdürün ellerini sıktı ve ikisinin eşliğinde, yüzü yarı onlara dönük, ama konuşmasına hâlâ ara vermeksizin kapıya yürüdü. K., bir süre daha bugün pek üzgün gibi gözüken müdürün yanında kaldı. K.'dan şu ya da bu biçimde özür dilemek zorunda olduğunu düşünen müdür –o sırada samimi bir biçimde birbirlerine yakın durmaktaydılar–, konukla önce kendisinin gitmek niyetinde olduğunu, fakat sonradan –bunun için somut bir neden göstermedi– K.'yı göndermeyi daha uygun bulduğunu söyledi. Eğer İtalyan konuğu başlarda anlamayacak olursa, bu yüzden zor duruma düşmemeliydi, anlama süreci arkadan hemen gelirdi ve çok şeyi hiç anlamasa bile bu o kadar kötü değildi, çünkü İtalyan için anlaşılmak pek önem taşımazdı. Ayrıca K.'nın İtalyancası şaşırtacak kadar iyiydi ve bu olayın üstesinden mükemmel bir biçimde geleceği kuşkusuzdu. Böylece K. oradan ayrıldı. Kalan serbest zamanını katedralde rehberlik ederken gereksineceği, ender rastlanan sözcükleri sözlükten bulup not etmekle geçirdi. Bu, son derece sıkıcı bir işti, hizmetliler posta getirdiler, çeşitli soruları olan memurlar geldiler, K.'nın meşgul olduğunu görünce kapıda kaldılar, fakat K. onları dinleyene kadar yerlerinden kıpırdamadılar, müdür yardımcısı K.'yı rahatsız etme fırsatını kaçırmadı, sık sık odaya girdi, K.'nın elinden sözlüğü alıp büyük bir olasılıkla öylesine, sayfalarını karıştırdı, iş sahipleri bile kapı açıldığında, bekleme odasının yarı karanlığında belirdiler ve çekingen ifadelerle eğildiler, dikkati çekmek istiyorlardı, ama görüldüklerinden emin değildiler – bütün bunlar bir odak noktası olan K.'nın çevresinde dolanıp duruyordu, K. ise gereksindiği sözcükleri saptıyor, sonra bunları sözlükte arıyor, not ediyor, söyleniş biçimlerine ilişkin alıştırma yapıyor ve nihayet ezberlemeye çalışıyordu. Ancak eskiden iyi olan belleği onu terk etmiş gibiydi, bazen bu zahmete girmesine neden olan İtalyan'a öyle öfkeleniyordu ki, sözlüğü artık hazırlanmamak konusunda kesin kararlı olarak kâğıtların altına sokuyordu, ama ardından İtalyan konukla katedraldeki sanat eserlerini bir dilsiz gibi dolaşamayacağını anlıyor ve eskisinden daha büyük bir öfkeyle sözlüğü yeniden ortaya çıkarıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dava
Short StoryDava, (Der Prozeß), bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş bulan Josef K. adlı kahramanın absürt durumunun anlatıldığı bir Franz Kafka romanıdır 1. basım: 1999 Can Sanat Yayınları Çeviri: Ahmet Cemal