Boş toplantı salonunda / Üniversite öğrencisi / Kalem odaları

299 21 0
                                    

K., ondan sonraki bir hafta boyunca her gün yeni bir haber bekledi, sorgulamadan feragat edişinin ciddiye alınmış olabileceğine bir türlü inanamıyordu; ama beklediği haber cumartesi akşamına kadar gelmeyince, açıkça söylenmeksizin, aynı binaya aynı saatte yine çağrılmış olduğu sonucuna vardı. Bu nedenle, pazar günü kalkıp aynı yere gitti; bu kez merdivenlerden ve koridorlardan hiç duraklamaksızın geçti; onu anımsayan birkaç kişi, kapılarının önünden geçerken K.'yı selamladılar; fakat K., bu kez kimseye bir şey sorma gereksinimini duymadı ve kısa sürede doğru kapının önüne geldi. Vurması üzerine, kapı hemen açıldı ve K., kapıda duran, artık tanıdığı kadına fazla bakmaksızın hemen yan odaya geçmek istedi. "Bugün toplantı yok," dedi kadın. "Neden toplantı olmasın?" diye soran K., duyduğuna inanmak istemedi. Ama kadın, yan odanın kapısını açarak onu inandırdı. Oda, gerçekten de boştu ve bu boşluğu içersinde, geçen pazar olduğundan daha acınası bir görünümdeydi. Sette, eski yerinde duran masanın üstünde birkaç kitap vardı. "Kitaplara bakabilir miyim?" diye sordu K.; bunu, özellikle merak duyduğundan değil, fakat bütünüyle boşuna gelmiş olmamak için sormuştu. Kadın, "Hayır," diyerek kapıyı yeniden kapattı, "buna izin yok. Kitaplar sorgu yargıcına ait." "Demek öyle," dedi K., başını sallayarak, "herhalde bunlar, yasa kitapları ve insanın yalnız suçsuz yere değil, fakat aynı zamanda hiçbir şey bilmeksizin hüküm giymesi de bu yargılama türünün özelliklerinden." K.' nın ne dediğini tam olarak anlamamış olan kadın, "Herhalde öyledir," karşılığını verdi. "O halde ben gidiyorum," dedi K. "Sorgu yargıcına bir şey söyleyeyim mi?" diye sordu kadın. "Siz onu tanıyor musunuz?" "Elbet," dedi kadın, "kocam, mübaşirdir." K., son defasında içinde yalnızca bir çamaşır leğeninin bulunduğu odanın şimdi eksiksiz döşenmiş bir oturma odasına dönüşmüş olduğunu ancak o zaman fark etti. Onun şaşkınlığını gören kadın, "Evet, burada lojmanımız var," dedi, "fakat buna karşılık toplantı günleri odayı boşaltmamız gerekiyor. Kocamın işinin bazı tatsız yanları da var." "Odaya pek şaşmıyorum," dedi K., kadına kızgın bir ifadeyle bakarak, "asıl şaştığım, evli olmanız." "Yoksa son toplantı sırasında, sizi konuşurken rahatsız etmeme yol açan olaya mı dokundurmada bulunuyorsunuz?" diye sordu kadın. "Elbet," dedi K., "gerçi bugün olay, artık geride kaldı ve neredeyse unutuldu, ama o gün beni neredeyse çok öfkelendirmişti diyebilirim. Şimdi ise evli bir kadın olduğunuzu kendiniz söylüyorsunuz." "Aslında konuşmanızın yarıda kalması, zararınıza olmadı. Çünkü sonradan bu konuşmaya ilişkin çok olumsuz değerlendirmeler yapıldı." "Olabilir," dedi K., sözü başka yere çevirmek isteyerek, "ama bu, sizi bağışlatmaz." "Beni tanıyanların hepsinin gözünde bağışlandım," diye yanıtladı kadın, "bana o gün sarılan adam, uzun zamandır peşimde. Genelde çok çekici olmayabilirim, fakat ona göre öyleyim. Bunu engelleyebilmek olanaksız, kocam da durumu kabullendi; işini yitirmek istemediği sürece de kabullenmek zorunda, çünkü o erkek, aslında bir üniversite öğrencisi ve büyük bir olasılıkla ilerde daha da güçlü bir konuma gelecek. Peşimi hiç bırakmıyor, siz geldiğinizde de o henüz gitmişti." "Aslında bu durum da ötekilere uyuyor," dedi K., "onun için beni şaşırtmıyor." "Niyetiniz, burada bazı şeyleri düzeltmek mi?" diye sordu kadın, ağır ağır, sınarcasına; sanki gerek kendisi, gerekse K. için tehlikeli olan bir şey söyler gibiydi. "Bu kanıya daha önce, şahsen çok hoşuma giden konuşmanızdan varmıştım. Ne var ki, konuşmanın yalnızca bir bölümünü duyabildim, başını kaçırdım; sonunda ise öğrenciyle birlikte yerde yatıyordum." Kadın, kısa bir aradan sonra, "Burası çok berbat bir yer," diyerek K.' nın elini yakaladı. "Bir şeyleri düzeltmeyi başarabileceğinize inanıyor musunuz?" K., hafifçe gülümsedi ve kadının yumuşak elleriyle tuttuğu elini biraz çevirdi. "Aslına bakarsanız," dedi, "burada sizin deyişinizle, bir şeyleri düzeltmek, benim işim değil ve bunu, örneğin sorgu yargıcına söyleseydiniz, ya alay konusu olurdunuz ya da cezalandırılırdınız. Ben, bütün bunlara hiç kuşkusuz isteyerek karışmadım; buradaki adalet mekanizmasının düzeltilmesinin gerekli olması da uykularımı kaçırmazdı aslında. Gelgelelim sözde tutuklanmam nedeniyle –çünkü tutuklandım–, kendi yararım için buraya karışmak zorunda kaldım. Ama bu arada size herhangi bir yardımım dokunabilecekse, bunu memnuniyetle yaparım. Yani insanlara duyduğum sevgiden ötürü değil, fakat siz de bana yardım edebilirsiniz de, onun için." "Nasıl yapabilirim bunu?" diye sordu kadın. "Örneğin, şimdi bana şu masadaki kitapları göstererek." Kadın, "Elbet gösteririm," diye yanıtlayarak, K.'yı arkasından sürükledi. Masadakiler, eski ve yıpranmış kitaplardı, birinin cildi, ortasından kopmak üzereydi, parçalar ipliklerin ucunda sallanıyordu. "Burada her şey ne kadar pis," dedi K., başını sallayarak; kadın, K. daha elini kitaplara uzatmadan, önlüğüyle en azından üstünkörü bir toz aldı. K., en üstte duran kitabın kapağını açtığında, açık saçık bir resimle karşılaştı. Resimde çıplak bir erkekle yine çıplak bir kadın, bir kanepede oturmaktaydılar, resim çizenin edepsiz amacı ortadaydı; fakat işini öylesine beceriksiz yapmıştı ki, sonunda ortada yalnızca, bedenlerin aşırı vurgulanması nedeniyle resimden taşan, abartılı bir biçimde dimdik oturan ve yanlış perspektiften ötürü güçlükle birbirlerine dönebilmiş bir erkekle bir kadın kalmıştı. K., elindeki kitabın sayfalarını daha fazla çevirmedi; ikinci kitabın kapağını açtı; bu, "Grete'nin Kocası Hans Yüzünden Çektiği Acılar" adlı bir romandı. "Demek üzerinde çalışılan yasa kitapları bunlar!" dedi K. "Ve ben, böyle insanlar tarafından yargılanacağım." "Size yardım edeceğim," diye karşılık verdi kadın. "İster misiniz yardım etmemi?" "Bunu gerçekten kendinizi tehlikeye atmadan yapabilir misiniz? Çünkü biraz önce kocanızın üstlerine çok bağımlı olduğunu söylemiştiniz." "Yine de size yardım etmek istiyorum," dedi kadın. "Gelin, bunu konuşmamız gerek. Bana yönelik tehlikeden de artık söz etmeyin; tehlikeden, ancak korkmak istediğimde korkarım. Gelin." Kadın, seti göstererek, K.'dan kendisiyle birlikte basamağa oturmasını istedi. İkisi de oturduktan sonra, "Çok güzel, koyu renk gözleriniz var," dedi bakışlarını K.'nın yüzüne kaldırarak, "benim gözlerimin de güzel olduğunu söylerler, ama sizinkiler çok daha güzel. Gözleriniz daha o zaman, yani buraya ilk geldiğinizde de dikkatimi çekmişti. Sonradan buraya, toplantı odasına girmemin nedeni de gözlerinizdi, bunu başka zaman asla yapmam, hatta buraya girmem, bir anlamda yasaktır da." "Demek olay bundan ibaret," diye düşündü K., "bana kendisini öneriyor, buradaki herkes gibi, o da bozulmuş, adliye memurlarından da doğal olarak bıkmış, bu nedenle önüne gelen yabancıya gözlerinin güzelliğinden dem vurarak övgüler yağdırıyor." K., sanki bu düşüncelerini yüksek sesle dile getirmiş ve böylece de tutumunu kadına açıklamış gibi, bir şey söylemeksizin yerinden kalktı. "Bana yardım edebileceğinizi sanmıyorum," dedi, "bana gerçekten yardım edebilmek için, yüksek düzeydeki memurlarla ilişkiler gerek. Siz ise hiç kuşkusuz yalnızca çevrede sürüyle dolanıp duran, sıradan görevlileri tanımaktasınız. Onları elbet iyi tanıyorsunuzdur ve bazı şeyler yaptırabilirsiniz, bundan kesinlikle eminim, gelgelelim onlara yaptırabileceğinizin en fazlası bile, davanın kesin sonucu bakımından hiçbir önem taşımayacaktır. Bu yüzden, yalnızca bazı dostlarınızla aranızı bozmuş olacaksınız. Böyle bir şey olsun istemiyorum. Bu insanlarla bugüne kadarki ilişkilerinizi sürdürün, çünkü bence siz, onlarsız olamazsınız. Aslında bunu söylerken üzülmüyor değilim, çünkü deminki övgünüze bir biçimde yine de karşılık vermiş olmak için, sizin de benim hoşuma gittiğinizi söyleyebilirim, özellikle şimdi yaptığınız gibi, bana hüzünlü baktığınızda; ayrıca üzülmenize de gerek yok. Siz, savaşmak zorunda olduğum toplumdansınız, ama kendinizi o toplum içerisinde çok iyi hissediyorsunuz, hatta üniversite öğrencisini bile seviyorsunuz, sevmeseniz bile, en azından kocanıza yeğliyorsunuz. Bu, söylediklerinizden kolayca anlaşılıyordu." Bu sözler üzerine, "Hayır," diye bağıran kadın, oturduğu yerde kaldı ve yalnızca K.'nın, geri çekmekte geç kaldığı eline sarıldı. "Şimdi çıkıp gidemezsiniz, kafanızda bana ilişkin yanlış bir değerlendirmeyle çıkıp gidemezsiniz. Şimdi gitmeyi gerçekten içiniz götürür müydü? Birazcık daha burada kalmanıza değmeyecek kadar önemsiz miyim?" K., "Beni yanlış anlıyorsunuz," diyerek oturdu, "burada kalmam, sizin için gerçekten önemliyse, memnuniyetle kalırım, çünkü zamanım var, bugün bir duruşma yapılacağı beklentisiyle buraya gelmiştim. Daha önce söylediklerimle tek amaçladığım, sizden davam konusunda benim için hiçbir girişimde bulunmamanızı rica etmekti. Ancak davanın sonucunu hiç önemsemediğimi ve herhangi bir mahkûmiyetin beni yalnızca güldüreceğini düşünürseniz eğer, bundan da alınmamanız gerekir. Elbet bunları, davanın gerçekten sonuçlanması koşuluyla söylüyorum, ama bunun olacağından çok kuşkuluyum. Asıl düşüncemi soracak olursanız eğer, yargılama tembellikten, unutkanlıktan, dahası, belki de memurların korkularından ötürü yarıda kaldı ya da pek yakında yarıda kalacak. Bir başka olasılık da, davanın daha büyük bir rüşvet elde edebilmek umuduyla, yalnızca görünüşte sürdürülmesi; bunun boşuna olacağını bugünden söyleyebilirim, çünkü ben kimseye rüşvet yedirmem. Belki benim için bir iyilik yapabilir ve sorgu yargıcına ya da önemli haberleri yaymaktan hoşlanan başka birine, benim asla ve asla beyleri zengin eden numaralardan hiçbirisiyle, bir rüşvete razı edilemeyeceğimi söyleyebilirsiniz. Böyle bir çaba, bütünüyle boşuna olur, bunu kendilerine açıkça bildirebilirsiniz. Ayrıca belki şimdiye kadar onlar da bunu anlamışlardır; ama durum böyle değilse bile, bunu şimdiden öğrenmelerini pek önemsemiyorum. Gerçi böylesi, hem onların boşuna çaba harcamalarını, hem de benim birtakım nahoş durumlarla karşılaşmamı engellerdi; ama sözünü ettiğim nahoş durumlardan her birinin aynı zamanda karşı taraf için bir darbe olduğunu bildiğim takdirde, bunları üstlenmeye memnuniyetle hazırım. Ve bunların birer darbe olmasını da sağlayacağım. Sorgu yargıcını tanıyor musunuz?" "Elbet tanıyorum," dedi kadın, "size yardım önerdiğimde, ilk düşündüğüm de oydu. Onun yalnızca alt düzeyde bir memur olduğunu ise hiç bilmiyordum, ama siz söylediğinize göre, herhalde öyle olduğu doğrudur. Fakat yine de sorgu yargıcının üst makamlara ilettiği raporun belli bir etkisinin bulunduğuna inanıyorum. Ve sorgu yargıcı, çok rapor yazar. Memurların tembel olduklarını söylüyorsunuz, ama hiç kuşkusuz hepsi öyle değil, özellikle de bu sorgu yargıcı tembel değil, çok fazla yazıyor. Örneğin son pazar, duruşmalar akşama kadar sürdü. Herkes gitti, fakat sorgu yargıcı salonda kaldı; öyle ki, ona lamba getirmek zorunda kaldım; yalnızca küçük bir mutfak lambam vardı, ama sorgu yargıcı memnun kaldı ve hemen yazı yazmaya başladı. O arada o pazar izinli olan kocam döndü, eşyalarımızı alıp yeniden odamızı düzenledik; sonradan komşularımız da geldiler; bir mum yakıp gevezelik ettik, kısacası sorgu yargıcını unutup yatmaya gittik. Sonra, herhalde gecenin epey geç bir saatinde, uyandım; yatağın yanında sorgu yargıcı duruyordu, kocamın üstüne ışık düşmesin diye elini lambaya siper etmişti; aslında gereksiz bir önlemdi, çünkü kocamın uykusu öyle derindir ki, o ışık bile kendisini uyandıramaz. Korkumdan neredeyse bağıracaktım, fakat sorgu yargıcı çok dostça davrandı, beni dikkatli olmam konusunda uyarıp o saate kadar yazı yazdığını, sonra lambamı geri vermek için uğradığını ve beni uyurken bulduğu anı hiçbir zaman unutmayacağını söyledi. Bütün bunlarla anlatmak istediğim, yalnızca sorgu yargıcının gerçekten çok rapor yazdığı, özellikle de sizinle ilgili olarak: Çünkü sizin ifadenizin alınması, hiç kuşkusuz pazar günkü duruşmanın esas konularından biriydi. Böylesine uzun raporlar, elbet bütünüyle önemsiz olamaz. Bunun dışında, size anlattığım olaydan sorgu yargıcının bana kur yaptığını ve şimdi, sıcağı sıcağına –varlığımı herhalde ancak şimdi fark etmiş olmalı– onun üzerinde büyük etkim olabileceğini anlamışsınızdır. Bana çok önem verdiği konusunda elimde başka kanıtlar da var. Dün bana, çok güvendiği ve birlikte çalıştığı üniversite öğrencisi aracılığıyla ipek çoraplar armağan etti; bunu, sözde duruşma salonunu derleyip topladığım için yapmış; ama bu, yalnızca bir bahane, çünkü bu işi yapmak, benim görevim ve kocam da bu iş için para alıyor. Güzel çoraplar, bakın," –kadın bacaklarını uzattı, eteğini dizlerine kadar sıyırdı ve kendisi de çoraplarına baktı– "güzel çoraplar, ama aslında fazla ince ve bana uygun değil." 

DavaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin