2.0

473 56 28
                                    

2020 Ocak

"Beni öldür Atlas, öldür ki yaşayabilesin. Sen beni bugün öldür ki kalbinde hep eski Ilgım olarak yaşayayım. Yalvarırım beni dünümle hatırla, bugünümü unut."

Kafamda yankılanan ses, kalbimi sızlatıyordu. Mezarın başına çökmüştüm. Gözlerim bomboş bir ifadeyle mezar taşındaki iki harfteydi.

I.A.

Atakan.

Hayatımın en güzel dönemlerinde en yakınımda olan, kardeşim diye seslendiğim adam. Mezarının başucunda oturmuş toprağına baktığım adam. Yıllar öncesinde yollarımız ilk kesiştiğinde, dostluğumuzun sıcak bir gülümsemeyle başladığını düşünmüştüm. Aynı evde kalmıştık, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Biz, birbirimize güvenmiştik. Şimdiyse yollarımız apayrıydı. Ben hala nefes alıyordum, onun nefesi kesileliyse sekiz yıl olmuştu.

Sekiz koca yıl.

Atakan yaşasaydı, şimdi yirmi dokuzundan gün almış olacaktı. Hafızamda dudaklarında bir dal, gözlerinde derin bir kederle değil sırıtan yüzüyle belki de kurduğu ailesiyle kalmış olacaktı. O yaşasaydı, hayatım hiçbir zaman dönüm noktasına girmemiş olacaktı. Belki Ilgım ile yollarımız ayrılmayacaktı hiç, Pelin diye biri hayatıma girmeyecekti bile. Kimi kandırıyordum ki?

Atakan, Ilgım yüzünden ölmeseydi şimdi bunların hiçbiri yaşanmamış olacaktı.

Çünkü hiçbirimiz yaşamıyor olacaktık.

Birilerinin yaşaması için birinin öldürülmesi gerekir bazen. Bu cinayet, insanın kafasına bir silah dayamakla gerçekleşmez çoğu kez. Herkes katildir aslında ama her katil cesaret edemez tetiği çekmeye çünkü. Kimileri göğsünün içine sığdırdığını öldürür fikirleriyle, kimileri kafasının içinde yok eder geçmişini. Unutarak öldürür, bazen de öldürmek için ölmeye bile razı olur.

Ben, ölenlerdendim. Ilgım içimde nefes almayı kessin diye kendimden başlamıştım öldürmeye. Sevgimi öldürmek için ölmüştüm. Yıllar önce kaçıp gitmiştim geçmişimden, kaçarsam kurtulurum sanmıştım. İzlerini uzun süre örtmeyi de başarmıştım aslında ama geçmiş ne yapıp etmiş, yeniden yoluma çıkmıştı. Bu mektup da o yolun sonuydu işte.

Ve oysa her son, bir başlangıcın kapısını aralıyordu bu hikayede.

Gördüğüm halkayı avuçlarımın arasında sıkıyordum. Telefonum defalarca kez çalmıştı ama hiçbirini açıp bakamamıştım. Tüm gücümü yitirmiş gibi, bu mezar taşında kalakalmıştım. Geçmişimizi yazsam yere göğe sığdıramadığım anılara sahip olan adamın ismi, bu taşa sığmıştı. Onu öldürmüşlerdi, Atakan'ı öyle bir öldürmüşlerdi ki cenazesini bile gömememiştik normal bir kabristana. Onu bulamasınlar, en azından ölüsüne dokunamasınlar diye kimsenin bilmediği bir yere defnedilmişti naaşı. Adı bilinmesin diye baş harflerini kazıyabilmiitik bu taşa sadece. Onu toprağa emanet ederken, topraktan bile sakınmıştık belki de.

Omzumda bir el hissettiğimde işte bunları düşünüyordum. Kafamı çevirip baktığımda Tuna ve Efe'yi gördüm. Tuna arkada duruyor, Efe ise sapsarı bir yüzle bana bakıyordu. Gözleri mezar taşına indiğinde yanıma çömeldi o da. Taşa bakarken sarılığı gitgide artıyordu. Bir süre sessizce o taşı izledikten sonra elini açıp bir dua okudu. Ardından bana döndü. "Konuşmamız lazım."

"Beni," dedim Tuna da yanımıza geldiğinde. "Nasıl buldunuz burada?"

"İnsan kaçmak isterse bir şeylerden," dedi Tuna. "En iyi sığınağı geçmişte bulur dedik. Ve senin geçmişinde bu mezarlıkta." Düzeltti. "Hepimizin geçmişi, bu toprağın altında."

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin