fourth lie: this ain't you (and i know it)

169 31 36
                                    


but ain't that just the point?

but ain't that just the point?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Öncelikle, eğer telefonunu karıştırdığımı bile bile okumaya devam ediyorsan teşekkür ederim. Özel alanının işgal edilmesinden ne kadar nefret ettiğini bile bile bunu yaptığım için yeniden özür dilerim. Bunu hızlıca geçtiğim için de cidden çok özür dilerim ama bir gün beni gizli numaradan falan arayıp küfredip kapatarak falan bu konuyu çözebilirsin bence. Gerçi, benimle iletişime geçmek istemezsen de anlarım.

Ya Mark, bunları okuyorsan gerçekten çok minnettar olduğumu bilmeni isterim.

Her neyse.

Bak, Mark, kafam çok karışıktı, tamam mı? Yani, gerçekten, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Şey, bu yüzden sana bir kezcik daha yalan söylemiş olabilirim...

Öte yandan, şu an gidiyorsun ve hayallerine kavuşacaksın, bir şekilde de aklın arkada kalmayacak. Değiyor gibi durmuyor mu sence de?

Pişman olduğum tek şey kalbini kırmak. Fakat konumuz bu değil.

Aslında şöyle bir düşününce... konumuz bu değilse bu mektupları niye yazıyorum ki? Mark, sanırım bunları hiç göndermeyeceğim fakat eğer bunları okuyorsan bilmeni isterim, kalbini kırmayı hiç istememiştim.

Evet, gerçekten de konumuz pişmanlığımmış.

Biz aramızın gerçekten açıldığını ilk defa hissettiğim Mayıs ayına dönelim.

Aslında fena bir gün sayılmazdı. Güneş tepedeydi ve sıcak rüzgarlar esiyordu, ki bu Kanada için nadir bir durum, sen de biliyorsun. Gökyüzü mavinin parlak bir tonundaydı ve etrafta kediler dolanıyordu. Neredeyse herkesin üzerindeki kısa kolluların bazıları koyu renk hırkalarla örtülüydüler. Eh, güney kesiminde de yaşıyor olsak Kanada'ya bu konularda güven olmayacağını herkes bilirdi.

Kuşların cıvıldadığına yemin edebilirdim fakat benim başımda kara bulutlar geziyordu. Kara, yağmur getiren, fırtına habercisi bulutlar.

O gün okula normalden geç geldiğim için sabah da konuşamadığımızı göz önüne alırsak, gün içerisinde ilk konuşmamıza yarım saat kala oldukça depresiftim. Bunun farkında olmalıydın ki arada kaleminle tikimin olduğu noktayı dürtüyor, sana ufak bir gülümseme sunana kadar durmuyor, asla tatmin olmuyor ve yeniden huylandığım ve kaleminin değebileceği her noktayı dürtüyordun. 

Bu sadece beni daha fazla üzüyordu. 

Belki de birkaç ay sonra bir daha seni görmek için yüzlerce dolar ve daha da fazla vakte ihtiyacım olacaktı, sen benden 8574 kilometre (ve, evet, bunu araştırdım) uzakta olacaktın. Beni kimse üzgün olduğumda güldürmeye çalışmayacak, derdimi sorsa da senin kadar içten dinleyen kimsem olmayacaktı. Mark, ne demek istediğimi anlıyor musun? 

all i needed was some words to say, mark leeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin