0.9

640 62 15
                                    

2020 Ocak

Hani bazı anlar vardır; gözlerimiz gördüklerine, kulaklarımız duyduklarına inanamaz. Gerçek tüm çıplaklığıyla karşımızda olsa da kabullenmek istemeyiz. Kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapatırsak öğrenmeyiz sanırız kimi şeyleri. Aradan zaman geçerse unuturuz, unutuluruz zannederiz yeniden ama herkes bizi unutsa da hayat asla unutmaz.

Efe kaskatı kesilmiş bir halde karşımda durmuş bana bakarken onun söylediklerimi sindirmesi için ona biraz mühlet verdim. Bu sırada Efe'nin yüzüne bakmadan edememiştim.

Çocukluğun son demlerinde tanışmıştık onunla. O zamanlar yüzü o kadar tatlı ve çocuksu dururdu ki gelecekteki halini tasavvur etmek imkansız gelirdi bana. Aradan on küsür yıl geçmişti, o şimdi yirmi sekiz yaşına merdiven dayamış bir adamdı ama hala yüzünde hiç kaybolmayan bir masumiyet taşıyordu. Fakat artık eskisi gibi değildi. Alnında belli belirsiz bir kırışıklık göze çarpıyordu. Bu, yılların kederinin ona ettiği hediyeydi, biliyordum. Bakışlarında hep bir neşe olsa da arkasında bir hüzün yatıyordu artık. Bir kadın için de bir erkek için de çekici bir yüze sahipti. İstese, hayatına çok güzel kadınlar sokabilirdi. Üniversitede birçok şansı olmuştu, mezun olduktan sonra da bu konuda işlerinin ters gitmediğini tahmin edebiliyordum ama Efe öyle garip biriydi ki kalbini Ekim'e kaptırdıktan sonra gözleri kimseyi görmez olmuştu. Ekim gitmişti, araya yıllar girmişti ama o hala aynı Efe idi. Sevdiği kız olsa da olmasa da, kendisini sevse de sevmese de o kalbi o kızda oldukça asla bakışlarıyla ihanet etmemişti. Ne Ekim'e ne de kalbine.

"Ne?" dedi ela gözlerini kırpıştırarak. Yüzünde aynı dakika içinde birkaç duygu geçişi gözlemleniyordu. Önce hüzün, sonra özlem ve en sonunda da mutluluk. Tatlı bir tebessüm kanat çırpıp dudaklarına konduğunda elini bilinçsizce kalbine bastırdı. "Atlas, sen ne dediğinin farkında mısın?" Dudağını ıslattı. Benim gözüm yerde dağılmış bardakla onun yüzü arasında gelip giderken o doğrudan bana bakıyordu. "O gerçekten..." Boğazını temizledi. "Burada mı?" Gözleri doldu. O güzel sevgisi, ilk günkü aşkı ne kadar gizlemeye çalışsa da duyduğu bu gerçekle yeniden gözler önüne serilmişti. "Onu gördün mü?" Ayağa kalktı. Ayağını kesmesinden korkarak onu uyarmak istedim ama Efe elini saçlarına daldırırken bu umrunda bile olmayacak gibiydi. "Nasıldı? Ne yapıyordu, iyi miydi? Allah aşkına bir şey söyle!"

"İyiydi," dedim zorlukla. Gülümsedim. "O da öğretmen olmuş. Tıpkı eskiden hayal ettiği gibi. Yarın göreve başlar herhalde. Bilemiyorum."

"H-hala aynı mı?" diye soludu.

"Kalbini soruyorsan evet," dedim.

Efe inanamazcasına tavana baktı. "Aman Allah'ım! Bunca yıl sonra!" Birden yüzü düştü. Gözlerine bir acı hakim oldu. "E-evlenmiş mi?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çocuğu olmuş mu mesela? Kendine bir yuva kurmuş mu? Lütfen beni kandırmaya çalışma. O mutlu mu? Eğer mutluysa inan bana ben de mutlu olurum."

İç çektim. "Evlenmemiş hiç." Efe duraksadı. "Bunu sana anlatmam ne kadar doğru bilmiyorum ama bana biriyle nişanlandığını ama yapamadığı için ayrıldıklarını söyledi." Yanağımın içini ısırdım. "Bir kedisi var."

"Sahi mi?" Gözleri parladı. "Adı ne?"

Yutkundum. "Vera."

O da yutkundu. Ne garip bir andı bu böyle! "Nazım'ın Vera'sı." diye mırıldandı. Bunu ben de Ekim'e söylemiştim. Efe daldı birkaç saniye. Sonra "Ya beni sordu mu?" dedi. "Adımı bile unutmuş mu çoktan?"

"Sordu," dedim. "Öğretmen olduğunu ve burada yaşadığını söyledim."

"O ne dedi?"

Efe bana umutla bakarken ona Ekim'in sözlerini hatırlayamadığımı söyleyerek onu geçiştirdim. Ekim onu görmek istemiyordu. Kalbinin buna can attığını adını anarken bile sesinin titremesinden anlamıştım ama Ekim, onu bir şekilde geçmişte bırakmışken haklı olarak eskiye dönmek istemiyordu ve bu Efe'nin canını yakmaya hayli müsait olurdu.

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin