[bir] donghyuck gerçekten gitti mi?

806 67 133
                                    

"Hey! Elmaların!"

Bir sağa bir sola yuvarlanan elmalara bakıyorum. Tanrım! Her tarafa dağılıyorlar. Birkaç metre uzağımdaki çocuğun umrunda değil. Acele ediyora benziyor. Derdi ne ki böylesine almış başını? Avazım çıktığınca bağırdım fakat ne fayda. Yine de beni duymuşa benzemiyor.

"Ne koşturuyor duruyorsun! Elmaların yerle bir oldular!"

Saçları rengarenkler; uçuşuyorlar. Belki de gözlerini tümüyle örtüyorlar fakat onun yine de umrunda değil.

Hırsla kunduralarım ucuna varmış birkaç elmayı kucağımda sarmalıyorum, gökkuşağı çocuk durmak nedir bilmiyor. Avuçlarımdaki elmaların birkaçı beyazdan ama büyük çoğunluğunu alları oluşturuyor. Sırt çantamla aynı renkteler ama onun kadar değerli oldukları ne malûm. Benim çantam beni hiç yarı yolda bırakmaz. Peşimden gelir durur. Hem hiç de mızlanmaz yoruldum diye. Benim çantam bezden de olsa birtanedir. Pek bir severim de belli etmem, bir büyük babam iyi bilir bu durumu.

Şimdi koşar adım gökkuşağının yanına varıyorum, kolunu sıkıca sarmasam, yine beni görmezden geleceğe benziyor. Bu fikir üzüyor beni, böyle göz ardı edeceğiniz ne suç işledim ki, Tanrı bilir. Bir gün sahiden konuşmam gerek bu durumu büyük babamla.

"Duymuyor musun sen beni? Seni sayıklıyorum dakikalardır, elmaların yerle bir oldular!" Kolunu bir hışımla avucumdan çekiyor. Canını mı yaktım, bilmiyorum, halbuki kaba davranmamaya özen gösterdim. Utançla elimi yumruk hâline getirmiş, kotumun cebine sıkıştırıyorum. Gökkuşağı çocuk benden çok rahatsız. "Bırak beni, okuluma yetişmem gerekiyor!" der demez, en sonunda parmak uçlarıyla tutamlarını çekiyor gözleri önünden. Yine de her taraflara saçılmış elmaları umrunda değil.

Sol elinde kahverengiden bir kese kâğıdı taşıyor, altı hepten delik. Gökkuşağı bundan habersiz. Birileri uyarmalıydı onu ta sabahtan ama belli ki kimseleri yok. Kimse endişe etmiyor onun elmaları hakkında, çok belli.

Gözlerini gözlerime dikiyor. Parıl parıl bakışları. Kaşları da pek güzel, hep özendiklerim gibiler. Bir ben olamadım onlar gibi ama gökkuşağı çocuk olmuşa benziyor. Derin bir iç çekiyorum. "Yüzüme kırıntılar mı bulaşmış da öyle bakıyorsun? Tanrım! Sabahki turtaları yemeliydim işte. Sonra Donghyuck çok konuştu oluyor!" Kaşlarını çatıyor, ben hâlâ onu seyrediyorum. Kaldırımla dağılmış elmaları umrunda değil.

İsmi Donghyuck olmalı. Ona böyle seslensem pek bir kabahat işlemiş sayılır mıyım? Seslenmek istedim, yapamıyorum. Seslenemiyorum. Ona Donghyuck ne güzel bir isim diyemiyorum. Keşke seslenebilsem. Haykırmak istiyorum yüzüne doğru; elmalarını birer birer toplaması ve bir de uzun perçemlerini kesinlikle kısaltması gerektiğini. Benim ağzımı bıçak açmıyor.

"Kese kâğıdın alttan delinmiş, tüm elmaların yere döküldüler. Onları toplayayım ister misin?"

Sonunda gözleri avucunda sıkıca tuttuğu kese kâğıdına kayıyor. İçimden Tanrıya teşekkürlerimi sunuyorum çünkü bu çocuk sabrımı gerçekten iyi zorladı.

"Elmalarım.. Elmalarım senin olabilirler. Şimdi- şimdi okuluma gitmeliyim." Elindeki kese kâğıdını bana uzatıyor, o an farkına varıyorum, ellerim yeniden kotumun ceplerine girmişler. İkiye büzülmüşüm karşısında. Kömür karası saçlarım rüzgârdan darmadağın olmuş, beyaz, birkaç köşesi yırtık dolu tişörtümünse etekleri katlanmış. Annem görse iyi bir azar çeker.

Terlemiş avuçlarımı ceplerimden çıkarmış, Donghyuck'u izliyorum şimdi. Saniyeler dakikaları çoktan kovalamış. Donghyuck benden yanıt bekliyor.

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben bu kese kâğıdını neyleyeyim? Bir de kocaman yırtılmış alt tarafından, içine eşyayı koysan durmaz. Ben bu kese kâğıdını neyleyeyim?

THERE, THEREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin