GİRİŞ

58.4K 2.6K 1.1K
                                        

Merhaba!

Öncelikle buraya tarihimizi bırakalım.
21.12.24

Buraya hangi hikayemden geliyorsunuz?

İlk kez  bu tür deniyorum. Sizi kıramadım. Umarım altından kalabilirim. Sizden istediğim tek şey ise oy ve yorumlarınızla destek olmanız...

Melek ve Fırtına Tahir'in hikayesine hoş geldiniz efendim.

⛓️‍💥

⛓️‍💥⛓️‍💥⛓️‍💥

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


⛓️‍💥⛓️‍💥⛓️‍💥

“Bu ne cüret! Ne hakla karşıma geçip bana aşık olduğunu söylersin! Bu Dünya üzerinde ikimizin birlikte olabileceği bir kara parçası yok, anladın mı?  Evrende tek adam sen kalsan, dönüp yüzüne bakarsam yüzüme tükürsünler.”

Yıllardır kendisine gizliden gizliye aşık olan çocuk ağabeyinin en yakın arkadaşıydı ve bir gün, bir cesaretle aşkını ilan ettiğinde tam olarak böyle söylemişti, Melek Sancaktar.

Üstelik açık kalan mikrofon, hazin reddedilişi tüm davetlilere duyurmuştu. Şaşırma… Gülüşme… Ayıplama nidaları… Genç adamın ağır bir taş gibi önüne düşen başı... Ve o zamana kadar  ağabey, diye hitap ettiği genci son kez görmüştü.

O günün üzerinden tam kırk mevsim geçmişti. Hayatla birlikte Melek de değişmişti. Artık varlıklı bir ailenin şımarık kızı olarak anılmak istemiyordu. Kendi ayaklarının üzerinde durmak, Dünyayı ve gerçek insanları keşfetmek istiyordu ama bunun için karşısında koca bir engel vardı. Ortağının oğluyla nişanlanmasını isteyen babası… İşte bu, bardağı taşıran son damla olmuştu. Hayatında ilk kez babasının kanatları altından çıkarken, sınırsız kredi kartlarına ve lüks arabasına da veda etmişti.

Yapamaz, diyen herkese inat Trabzon’un dağ kasabalarından birinde, küçük bir okulda öğretmenliğe başlamıştı. Ciğerlerinin alışık olduğu sakin havanın yerini Karadenizin hırçın havası, etrafındaki sahte gülümsemelerin yerini ise garip ama bir o kadar da gerçek insanlar almıştı.

Hayatındaki hiç gülmediği kadar gülmüştü, ta ki o güne kadar…

Teröristler, vatan toprağına yakışmayan kirli ayaklarıyla kasabalarını bastığında, Melek kendisini çocuklarının önüne siper etmişti. Direnmişti ve yara almıştı. Bir çocuğunu bile teslim etmemişti. Asil Türk askeri hainlerle kıran kırana savaşarak sivilleri kurtarırken, ne acı ki şehadet bayrağını da kaldırmıştı.

Askerin kanı yerde kalmaz hainin de kökü kurumaz, derlerdi.

Ama bu kez kuruyacaktı.

Zira; en ağır şartlarda özel olarak eğitilen, korkusuzluğu ve merhametsizliğiyle bilinen Yıkım Timi, kardeş kanını yerde bırakmamak için yola çıkmıştı.

Ancak kader, bir köşede en düzenbaz gülüşünü sergiliyordu.

Timin, kasaba meydanında hayır dualarıyla karşılandıkları gün Melek donup kalan bedenini bir ağacın arkasına gizlemişti.

Çünkü timin komutanı O’ydu.

Yıllar önce herkesin içinde reddettiği kilolu, sivilceli ve gözlüklü oğlan çocuğu şimdi gözleriyle ölüm saçan, heybetli bir komutan olarak karşısında duruyordu.

“Adını duymasam inanmazdım ama duymuştum. O’ydu. Buradaydı. Ve beni görecek olursa, o hainlerden önce hiç şüphesiz beni yeryüzünden silecekti. Ama belki de… Belki de hatırlamazdı. Sonuçta onca yıl geçmişti. İkimiz de değişmiştik. Tamam, o biraz fazla değişmişti. Hatta evrimin içinden geçerek Dünyanın en taş adamı olup çıkmıştı ama şimdi konumuz bu değildi. Derin bir nefes almalı ve saklandığım yerden çıkmalıydım. Kalp atışlarımı dindirip gülümsemeli ve Yıkım Timine hoş geldin, demeliydim. Evet, yapmam gereken buydu. İyiyi düşünmeliydim. Tahir Bora Tunalı, onca yılın ardından beni kesinlikle tanımayacaktı.”

⛓️‍💥⛓️‍💥⛓️‍💥

Çok heyecanlıyım!

Umarım siz de okurken benim kadar heyecanlanmış ve sevmişsinizdir.

Ateşten Küle final yaptığında seri bölümlere başlayacağız.

Kütüphanenize eklemeyi unutmayın.

Detaylar için beni instagramdan takip edebilirsiniz/ _durumavii

FIRTINA ZAMANI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin