"Yürü hadi," deyip sırtıma dokunduğunda silkinip elini çekmesini sağladım ve öfkeyle baktım ona. Ama bu sefer göz göze gelmedik, çünkü onun bakışları uzaklardaydı. Duvarları tamamen üzerindeydi, yüzünden herhangi bir duygu okumak imkansızdı. Yürümeye çalışırken bir yandan da yan profilini incelemeye başlamıştım farkına varmadan. Ve bunu yaparken içim titriyordu hâlâ. Onu izlerken her şeyi unutuyordum, herkesi, her önemli detayı.
Yerdeki bir çakıl taşını tekmeledikten sonra derin bir nefes alıp bana döndüğünde, silkinip başımı eğdim yeniden. Kendime olan kızgınlığımdan dudaklarımı koparırcasına ısırdım, kafayı sıyırmak üzereydim. Nefret etmeye çalıştığım adamın her şeyine deli gibi aşık olmam işimi çok zorlaştırıyordu.
Bu iki güçlü duygu arasında çok ince bir çizgi olduğunu okumuştum bir yerlerde, ben de tam o çizginin üzerindeydim işte.
Adler belimi kavrayıp bir anda beni kendisine çektiğinde ve düşüncelerden kurtardığında sendeledim, yüzüm sert göğsüne çarparken beni sıkıca sarmalamıştı. Şaşkınlıkla başımı kaldırıp yüzüne baktığımda, kaşlarının çatıklığını ve buz mavisi gözlerindeki büyük endişeyi gördüm. "Yürürken önüne baksana!" diye tısladı kaşlarıyla bir adım ötedeki büyük çukuru işaret ederken. Omuz silktim ve kurumuş dudaklarımı gererek acıyla gülümsemeye çalıştım. "Düşüp ölsem umurunda olacakmış gibi davranma Adler."
Gözlerini kısarken tek elini kaldırıp çenemi kavradı ve yüzünü biraz daha yaklaştırdı benimkine. Kalbim tüm aptallığıyla hızlanırken kısık sesle küfrettim. Başımı döndüren kokusunu almamak için nefes almayı kestiğimde, baş parmağıyla elmacık kemiğimin üzerini okşadı.
Şu anda onu ittirmeliydim. Şu anda göğsüne dayadığım ellerimi kullanarak ondan uzaklaşmalıydım.
Ama yapamadım.
Dudaklarını araladı bir şeyler söylemek için, ancak önümüzdeki adım sesleri durunca başını kaldırdı. Ben de o tarafa döndüm. Josh durmuş, bize garip bir ifadeyle bakıyordu, Adler bunu görünce yavaşça boğazını temizleyerek benden uzaklaştı ve bedenimi önüne doğru çekti. "Dikkat et." diye mırıldandıktan sonra yürümemi işaret etti.
Gerçekten bu değişken davranışlarına bir anlam veremiyordum. Ne yapmaya çalıştığı veya amacının ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Aslında, umurumda da değildi. Adler Hartmann, onu hâlâ umutsuzca seviyor olmama rağmen, artık benim için bir hiçti.
Doğrusu, bir hiç olmak zorundaydı.
"Geldik." diyen Josh'un sesiyle, başımı yerden kaldırdım. Büyük, askeri görünümlü bir binanın önündeydik. Siyah demir kapının önünde durduğumuzda Adler beni yanına aldı ve kapıyı üç kez hızla yumrukladı. İçeriden "Wer sind Sie?" (Kimsiniz?) diye bağıran bir sesi yanıtladı Adler. "Ich bin Agent Hartmann!" (Ben Ajan Hartmann!)
İlk defa Adler'in Almanca konuştuğuna şahit oluyordum. Kalın, vurgulu sesi bu dile öyle yakışıyordu ki, üzerimdeki etkisini geçirmek için birkaç defa yutkunmak zorunda kaldım.
Bu arada küçük bir bölme açıldı ve bir çift kahverengi göz hızla hepimizi süzdü. Kapı anında açılırken, kaslı bir adam Adler'e büyük bir neşeyle sırıttı. "Tanrım, Adler! Yaşıyorsun!" diye bağırdı birden. Oldukça heyecanlı görünüyordu. "Evet. Seni tekrar görmek güzel Nate." diye mırıldandı Adler de, gözlerine ulaşmayan bir gülümseme eşliğinde.
Konuşulanları anlayabildiğim için bir nebze rahattım. Eğer Almanca bilmiyor olsaydım, tamamen kaybolmuş hissederdim.
"Yanınızdaki kim?" diye sordu adam. Adler beni hafifçe öne itti. "Sen sadece git ve Bay Koller'e geldiğimi haber ver Nate."
Başını sallayan adam koştururken, Josh önden girdi ve Adler de beni destekleyerek yürümeye başladı. Elinin sırtımda olduğu gerçeğini takamıyordum o anda, çünkü etrafımı incelemekle meşguldüm. İçerideki tüm insanlar bize dikkat kesilmişti, özellikle de Adler'e. Aralarında geçen fısıldaşmaları az da olsa duyabiliyordum.
Adler geri dönmüş!
Yaşıyormuş demek ki!
Bay Koller başından beri haklıydı.
Yanındaki bağlı kız kim acaba?
Adler her zamanki gibi her şeye karşı ilgisiz davrandı, dimdik bir şekilde ileriye doğru yürüyordu. Toplantı salonunu andıran bir yere geldiğimizde, ne kadar insan varsa bizi takip edip kapıya doluşmuştu.
Bir anda, kalabalık ikiye ayrıldı ve uzun boylu, en fazla altmışlarında gibi görünen, saçları yer yer kırlaşmış ancak yapılı vücuduyla oldukça güçlü ve zinde olduğunu haykıran kehribar gözlü bir adam hızlı adımlarla içeri girdi. Adler'i görünce yüzü bariz bir şekilde aydınlanmıştı, kollarını iki yana açıp kocaman gülümsedi. "Adler! Oğlum benim! Döndün işte!"
Adler de memnuniyetle gülümsedi ve benden uzaklaşıp adama doğru yürüdü. Yeterince yakınlaştıklarında, adam aniden ona sarıldı. Adler de hemen o sıcak sarılışa karşılık vermişti. Demek ki, bu adam dokunma konusunda tolerans gösterdiği tek tük insanlardan biriydi.
Ayrıldıklarında, adam sevgi dolu gözlerle Adler'i süzdü ve onun kollarını sıktı. "Öldüğüne hiçbir zaman inanmamıştım zaten oğlum, herkese de bunu söyledim. O dokuz canlıdır dedim, benim Adler'im ne yapar eder kendini kurtarır dedim."
Adler kusursuz dişlerini göstererek gülümsedi. "Üzgünüm, biraz geç kaldım, çünkü yüzünüzü kara çıkartmak istemedim ve uzun da sürse, söz verdiğim gibi görevimi tamamlayarak döndüm."
Bay Koller'in kehribar rengindeki gözleri bana döndüğünde, bir şeyler söyleyecekti ki, büyük bir uğultu eşliğinde kapı önündeki kalabalık ikinci kez ikiye ayrıldı ve muhteşem bir fiziğe ve uzun sarı saçlara sahip olan nefes kesici güzellikteki bir kız koşarak içeri girdi.
"Adler gelmiş! Aman Tanrım, Adler gelmiş!" diye bağırdı nefes nefese bir halde. Haberi alır almaz soluğu burada aldığı belliydi. Mavi renkli gözleri dolu doluydu, göğsü hızla inip kalkıyordu. Odadaki herkes ona döndüğünde, duygu yüklü bakışlarla Adler'i süzdü ve mutlulukla gülümseyerek alt dudağını ısırdı.
"Nişanlım bana geri dönmüş!"
ESTÁS LEYENDO
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...
Part Twenty Two- Knife
Comenzar desde el principio
