BÖLÜM 13

52.6K 2.6K 132
                                    

…GERÇEK EFSANELER…

Ares'in taht odasından çıkışının ardından Vincent, askerlerine onu yalnız bırakmalarını söyledi. Jordan, Rebekah ile yapacağı zorlu ders için kütüphaneye çıkarken, Parker ve Caleb ordunun eğitimlerini kontrol etmek için taht odasından çıktı. James taht odasından çıkmak üzere kapıya yönelmişti ki aklına takılanlar yüzünden iç çekerek alfasına döndü. Tahtında oturan alfa, alnını eline yaslamış ve gözlerini kapatmıştı. James boğazını temizleyince Vincent gözlerini açıp bakışlarını ona çevirdi.

''Bir sorun mu var James?'' James huzursuzca kıpırdandı.

''Hayır Efendim. Ancak sakıncası yoksa size bir şey sormak istiyorum.'' Vincent doğrulup arkasına yaslandı ve devam etmesi için başını salladı.

''Beni yanlış anlamayın Efendim. Amacım emirlerinizi sorgulamak değil sadece meraktan soruyorum. Neden Ares'e yetimhane müdürü Ivan'dan aldığım bilgileri eksiksiz vermedik? Müdür bana, Rebekah'ı Klotho adında bir kadının getirdiğini ve Rebekah ile birlikte bir kutu bıraktığını söyledi. Kutunun içinde kolye, bıçak ve mektup olduğunu söyledi. Ancak biz Ares'e sadece Rebekah'a ailesinden bir kutu bırakıldığını söyledik. Klotho ve kutunun içindekilerden bahsetmedik.'' James alfasının ona kızacağını düşündüğü için kendini hazırlamıştı. Sessizlik ve gerginlikle geçen birkaç saniyenin ardından Vincnet ayağa kalkınca James seslice yutkundu. Ancak Vincent ona arkasını dönerek cama ilerledi. Dışarıdaki manzara bakarken derince iç çekti ve ellerini sırtında birleştirdi.

''Ares'i bize yardım etmesi için çağırdım. Onun yardımına ihtiyacımız vardı. Ancak hayatımda aldığım bir karardan hiç bu denli rahatsız ve pişman olmamıştım. Ares, Rebekah için tehlikeli James. Hepiniz bunun farkındasınız. Rebekah özgür ruhlu ve asi bir kız. Ares ise hayatı boyunca içindeki güç nedeniyle öfkesine hakim olmak zorunda. Ancak Rebekah onun öfkesini farkında olmadan da olsa körüklüyor. Parti gecesi Ares'in yaptıklarından haberim var. Rebekah'ı bu kadar sahiplenmesi beni rahatsız ediyor. Amacım Ares'den edindiğimiz bilgiyi saklamak değil. Onu geri gönderme şansım yok. Artık bu işin içinde. Ama elimden geldiğince onu Rebekah'dan uzak tutmak zorundayım. Bunun içinde o farkında olmadan görev değişikliği yaptım. O Rebekah'ı korumamız için bize yardımcı olacak. Biz ise Rebekah'nın gerçek kimliği ve ailesi ile ilgili olaylarla ilgileneceğiz. Böylece Ares Rebekah'dan biraz da olsa uzak duracak ve onunla ilgili şeylerle ilgilenmeyecek. Klotho'dan Ares'e bahsetmedim çünkü sadece ismini bilmek onu bulmasını sağlamayacak. Kadının nerede olduğunu bilmiyoruz. Belki de o mektupta nerede olduğu yazıyordur. Bunun için Rebekah'la konuşmam gerek. Bıçak ve kolyenin ise bir işimize yarayacağını sanmıyorum.'' 

Alfasının söylediklerini çatılı kaşlarla dinleyen James, Ares'den bu bilgileri saklamak konusunda emin değildi. Ares'deki değişimi o da fark etmişti. Sürekli Rebekah'ı takip ediyor, her an nerede ne yaptığını biliyordu. James'i asıl düşündüren Vincent'ın da Rebekah'ı sahiplenmesiydi ve bunun farkında bile değildi. Yine de alfasının emirlerine karşı çıkamazdı.

Bu sabah erken saatlerede Ivan'ı görmeye gittiğinde ona sadece birkaç soru sormuş ve yalan söylediğini anladığında ise etki altına almıştı. Ancak sonuçları çok kötü olmuştu. James, bu kara günü hayatı boyunca asla unutamayacak ve vicdan azabını her zaman çekecekti. Ivan'ı etki altına aldığında yaşlı müdür buna direnmeye çalışmıştı ve yaşlı kalbi buna dayanamamıştı. James sadece Klotho ve kutu hakkındaki gerçekleri öğrenmişti. Ivan'ın kutudaki mektubu okuduğuna emindi. Ancak Ivan ne yazdığını anlatamadan ölmüştü. James için bu bilgiyi alamamak önemli değildi. Önemli olan masum bir insanın onun yüzünden ölmesiydi. Durumu Vincent'a anlattığında o da buna üzülmüştü. Sonuç olarak onlar insanların koruyucularıydı. Katilleri değil!

James, Rebekah'nın suratına nasıl bakacağını bilmiyordu. Onu en son dün gece partide görmüştü. Vincent'ın emri üzerine Rebekah'nın Ivan'ın ölümünden haberi olmayacaktı. Çünkü bunu öğrenirse onlara olan güveni sarsılabilirdi ve Vincent bunun olmasını kesinlikle istemiyordu. James için ise yaptığı korkunç hatayı Rebekah'dan gizlemek çok daha kötüydü. 
...

Rebekah Ares’in ardından nemfleri beklemeden spor odasından çıktı. Koridorda hızla ilerleyip odasına yöneldi. İçeriye girip odasının kapısı sertçe kapattı. Bu kadar sinirlenmesinin nedenini bilmiyordu. Bildiği tek şey Ares’den nefret ettiğiydi. Zihni bu doğru değil diye bağırırken Rebekah küfür edip sürekli konuşan iç sesini susturmayı başardı. Bir arada olmaları kesinlikle tehlikeliydi. Aralarındaki enerji farkında olmadan onları yakınlaştırıyordu. Rebekah o lanet enerjiye ve hislerine küfürler savurdu. Neden bedeni ve zihnini Ares’e karşı kontrol edemiyordu ki? Ama en çok Ares’e öfkelenmişti. Önce yakınlaşıp sonrada hiçbir şey olmamış gibi onu bırakıp gitmesi hakaret gibiydi.

Rebekah oflayarak başını yukarıya kaldırdı. Bütün bu olanlardan o kadar sıkılmıştı ki! Bazen eski sıradan hayatını özlüyordu. Karnı guruldayınca saate baktı. Neredeyse 12’e geliyordu. Duş alıp karnını doyurmalı ve Jordan’ın yanına gitmeliydi. Daha beyni ne gibi sorunlarla karşılaşacaktı merak ediyordu. Genç kız kahvaltısının ardından Jordan ile kütüphanede buluştu. Jordan bugün oldukça heyecanlı gözüküyordu. Rebekah her zamanki sandalyesine oturup bakışlarını ona çevirdi.

‘’Her şey yolunda mı?’’

‘’Evet. Bir sorun yok. Sadece nereden başlayacağıma karar vermeye çalışıyorum. Birazdan öğreneceklerin yüzünden aklını kaçırmanı istemiyorum.’’ Dedi Jordan mahcup bir şekilde yüzünü asarak. Rebekah boş ver anlamında elini salladı.

‘’Kurtlarla dolu bir kalede yaşıyorum. Garip özelliklerim var ve vampirler beni öldürmek istiyor. Hiç konuşmayan, kıskanılacak kadar güzel nemf hizmetlilerim var. Sanırım delirseydim bu şimdiye kadar olurdu. Yani direkt söylemen her ikimiz içinde daha iyi.’’

‘’Anlatacaklarımı duyana kadar bekle. Tamam. Başlıyorum.’’ Dedi Jordan ve derin bir nefes aldı. Rebekah’nın tam karşısındaki sandalyeye oturdu.

‘’Mitolojiyle aran nasıl?’’ Rebekah Jordan’ın nereye varmaya çalıştığını anlamadığı için kaşlarını kaldırdı.

‘’Sümer, Roma, Mısır, Yunan fark etmez. Bütün mitolojileri genel olarak bilirim. Hatta bunlarla ilgili onlarca kitap devirdim ben.’’

‘’Bak işte bu harika oldu. Peki Yunan mitolojisi?’’ Rebekah suratını buruşturdu.

‘’ Jordan lafı dolandırmana gerek yok. Kendimdeyim ve delirmek gibi bir düşüncem yok. Konumuza geri dönsek. ‘’

‘’Lafı dolandırmıyorum. Burada sana yunan mitolojisindeki tanrı ve tanrıçaların gerçekte var olduklarını anlatmaya çalışıyorum!’’ Dedi Jordan ve merakla Rebekah’a baktı. Rebekah bir süre Jordan’a bakıp sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Bir elini karnına koyarak öne doğru eğildi. Jordan onun sakinleşmesini bekledi. Bu kolay bir durum değildi. Rebekah sonunda sustuğunda gözünden düşen yaşı sildi gülerek.

‘’Tanrım! Jordan benimle dalga geçme lütfen.’’ Jordan’ın omuzları düştü ve suratı mahcup bir şekilde asıldı.

‘’Dalga geçmiyorum Rebekah. Bu benim için zor. Ama sana asıl gerçeği anlatmaya çalışıyorum.’’ Rebekah gözlerini kırpıştırıp birkaç saniye Jordan’ı inceledi. Onun ne kadar ciddi olduğunu görünce huzursuzca sandalyesinde kıpırdandı.

‘’Bir dakika. Demek istediğin şey. Zeus, Hades, Poseidon ve diğerleri. Hepsi yani var öyle mi?’’ dedi kendi dudaklarında çıkanlara bile inanamayarak. Jordan kafasını salladı. Rebekah oturduğu yerden kalkarak odada volta attı. Sonra durup Jordan’a baktı.

‘’Bu çok fazla Jordan. Lütfen şaka olduğunu söyle ve bana anlatman gereken şeyi anlat.’’

‘’Ne yazık ki sana anlatacaklarımın hiçbiri şaka değil.’’ Rebekah bir elini alnına koydu ve gözlerini kapattı.

‘’Jordan bunun ne demek olduğunun farkındasın değil mi? Mitolojik tanrıların var olduğunu söylüyorsun bana!’’

‘’Biliyorum kabullenmesi biraz zor.’’ Rebekah gözlerini açıp Jordan’a öfkeyle baktı. Jordan teslim oluyormuşçasına ellerini kaldırdı.

‘’Tamam. Tamam haklısın. Kabullenmesi oldukça zor. Sen sakinleşip beni dinleyebilecek duruma gelene kadar susup bekleyeceğim.’’ Rebekah bıkkınlıkla kollarını indirdi. Tonlarca ağırlık yüklenmiş gibi omuzları çöktü. Arkasını dönüp yavaş adımlarla cama ilerledi. Gözlerini kapatıp başını cama dayadı.
Lanet olsun! Nasıl bir dünya da yaşıyorum ben böyle diye düşündü. Her şeyi beklemişti. Zombilerin varlığı, hayaletler. Her şeyi düşünmüştü ama bu aklına bile gelmezdi. Buraya geldiğinde verdiği sözü hatırladı. Biri karşısına çıkıp hey ben Zeus’um dese bile inanacaktı. Dudaklarından sinirli bir gülüş çıktı. Bu kesinlikle yukarıdakilerin oyunuydu. 

Yukarıdakiler… 

Yukarıdakiler… 

Rebekah gözlerini açıp Jordan’a döndü. Gözleri kocaman açılmıştı. Kalbi hızla atıyor ve kesik nefesler alıyordu. Sadece bir gece önce Ares’in söylediği sözler aklına geldi. 

‘Bazen bunun YUKARIDAKİLERİN oyunu olup olmadığını düşünüyorum.’ 

Ares… Ares… 

Sonra Jordan’ın sözleri aklında yankılandı ‘Ares kurtadam değil!’ 

Herkesin Ares’den korkması. Vincent’ın bile onunla konuşurken çekinmesi. Rebekah sesli bir şekilde yutkunup gözlerini kapattı ve elini tekrar alnına koydu. Dudaklarından bıkkın bir inleme çıktı.

‘’Lütfen! Lütfen Jordan lütfen!'' diye yalvardı. Jordan Rebekah'nın tam olarak ona neden yalvardığını anladığı için gülümsemesine engel olamadı. ''Lütfen Jordan bizim Ares’in mitolojideki savaş tanrısı olan Ares’le sadece isim benzerliği olduğunu söyle. Başka hiçbir alakaları olmadığı söyle! Lütfen. Lütfen. Lütfen.’’ Jordan sessiz kalınca Rebekah gözlerini açıp ona baktı. Jordan dudaklarını sarkıtmış kafasını iki yana sallıyordu.

‘’Hayır olamaz! Yani bu Ares, o Ares.’’ Dedi. Jordan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. Kafasını evet anlamında salladı. Rebekah ağzına gelen küfürleri saydırmaya başladı. ‘’Dün ben adama ağzıma geleni saydırırken uyanmayı düşündünüz mü?’’ dedi şaşkınlık ve kızgınlıkla.

‘’Seni hep uyardık. Ama sen şey… Biraz inatçısın.’’ Jordan hala gülmemek için kendini zor tutuyordu. 

Rebekah, Ares ile karşılaştığı ilk günden itibaren yaşadıklarını hatırladı. Ona hakaret ya da küfür etmediği bir gün bile olmamıştı. Kendine inanamayarak kafasını iki yana salladı. Jordan’ın hala kendini tutmaya çalıştığını görünce dayanamayıp gülmeye başladı. Rebekah kahkahalarla gülerken Jordan da ona eşlik etti.

‘’Yani ben şimdi savaş tanrısına piç kurusu dedim.’’ Rebekah kahkahalarının arasından zorla konuşuyordu.

‘’Ve domuz. Ve göt oğlanı ve daha bir sürü şey.’’ Dedi Jordan da kahkahalarla gülerken. Rebekah yaşadıklarının şokunu uzun bir süre gelerek attı. Sonunda iki kızında karnına ağrılar girmişti.

''Taşa çevrilmediğime inanamıyorum. Sanırım bunun için şükretmeliyim. Ahh lanet olsun!''

‘’Daha önce söyleseydin kesinlikle inanmazdın. Önce vampirler ve kurtlarla başlayıp en zoru sona bıraktım.’’ Rebekah derin bir nefes alıp kendine gelmeye çalıştı. Sonra Jordan’ın karşısına oturdu.

‘’Jordan ben buna inanamıyorum. Az önce bana olimposluların var olduğunu söyledin.'' dedi. Dirseğini masaya dayayıp, başını ellerinin üstüne koydu.

‘’Buna inanamıyorum! Buna inanamıyorum!'' diye mırıldandı kafasını iki yana sallayarak. Hala sessiz bir şekilde bekleyen Jordan'a çevirdi gözlerini. Teslim oluyormuş gibi ellerini iki yana kaldırdı ve arkasına yaslandı.

‘’Tamam, kendime geldim gibi. Yani galiba. Lanet olsun bilmiyorum! Sen sadece anlat. Seni dinlemeye çalışacağım.’’ Jordan, Rebekah’ı şüpheyle inceledi.

‘’Emin misin? Yani istersen sonra devam edebiliriz.’’ Rebekah kafasını iki yana salladı.

‘’Hayır kesinlikle olmaz. Merak etme. Aklım hala yerinde delirmedim. Şu işi bir an önce atlatmak istiyorum. O yüzden seni dinliyorum.’’ Biraz daha inkâr ederse gerçekten aklını kaçıracaktı. Şuan için en kolayı kabullenmekti.

‘’Tamam, o zaman her şeyi en başından anlatıyorum. O kitaplar tam olarak doğru olmasa da bu konuda bir sürü okuduğunu söyledin. Titan ve olimposluları biliyorsun. Bundan yüzyıllar öncesinde dünya ilk olarak titanlar tarafından yönetiliyordu. 12 baş titandan oluşan bir konsey vardı. 12 titandan en güçlüsü ve diğerlerinin başı Kronos’du. Dünyayı kendi zevk ve eğlenceleri için yapmışlardı. İnsanlarla, oyuncak gibi oynuyorlardı. Adaletsiz ve acımasızdılar. Sadece insanlar için değil kendi çocukları için bile böyleydiler. Onları, hiç olarak görüyorlardı. Ama her şey Kronos ve Rhea’nın 6 çocuğu sayesinde değişti. 
Zeus, Hades, Poseidon, Hera, Hestia ve Demeter. Onlar babalarının ve diğer titanların yönetim şeklinden hoşnut değildi. İnsanlara ve kendilerine yapılan kötülüklerin bitmesini istiyorlardı. Amaçları onları devirmek ve dünyayı daha iyi bir şekilde yönetmekti. Kronos ve diğerlerini devirmek isteyen sadece onlar değildi. Kronos’un kardeşi Okeanos’un 3 oğlu Atlas, Prometheus ve Epimetheus 12 titanı tahttan indirip, onların yerine geçmek ve dünyayı istedikleri gibi yönetmek istiyorlardı. Zeus ve kardeşlerinden farklı onlar da acımasızdı. Aç gözlülerdi ve bütün dünyaya hakim olmak istiyorlardı. Ama 3 kardeş titanları tek başlarına yenemeyeceklerini biliyorlardı. Böylece Zeus ve kardeşleri ile birlikte titanlara saldırdılar. 12 titanın çocuklarının hepsini öldürdüler. Ancak baştaki 12 titanı öldüremeyeceklerini biliyorlardı. 12 kişilik konseye dahil olan her tanrı diğer tanrılara karşı büyüyle korunuyorlardı. Böylece asla tahtlarından indirilemeyeceklerinin garantisini almışlardı. Ama Zeus ve kardeşlerinin onlar için başka planı vardı. Onları öldüremeyeceklerini bildikleri için tek çareleri hapsetmekti. Böylece hepsini tartarusa kapattılar.’’

Rebekah, Jordan’ın anlattıklarını büyük bir dikkat, heyecanla ve endişeyle dinliyordu. Endişeliydi çünkü gerçektende aklını kaçırmaktan korkuyordu. Kitapta okuduğu tanrılarla aynı dünyada yaşadığını öğrenmek onun için çok fazlaydı. Bu kabullenmesi güç bir şeydi. Küçüklüğünden beri tarihe ve mitolojiye ilgi duymuştu. Mitolojiyi severdi. Bununla ilgili daha önce kitaplar okumuştu ama Jordan’ın anlattıkları onlara uymuyordu.

‘’Daha önce mitoloji ile ilgili kitaplar okudum. Ama hiç birinde Atlas, Epimetheus ve Prometheus’dan bahsedilmedi. Sadece Zeus ve kardeşlerinin titanları tartarusa kapattığı yazıyordu.’’ Dedi genç kız kaşlarını çatarak.

‘’Dünyadaki mitoloji ile ilgili yazılan kitapların çoğu gerçeğin yakınında bile geçmiyor. Herkes kendi kafasına göre değiştirerek yazdığı için kimse artık olimposluların varlığına inanmıyor.’’ Rebekah dudaklarını büzerek sandalyesinde arkaya yaslandı.

‘’Peki, sonra ne oldu? Titanlar tartarusa kapatıldıktan sonra.’’

‘’Kardeşler 12 kişilik konseyi bozmadan yönetime geçti. Hades yer altı dünyasını yönetmeyi seçti. Böylece titanlar onun kontrolü altında olacaktı. Poseidon denizleri, Zeus ise gökyüzünü ve olimpos dağının yönetimini aldı. Böylece baş tanrı Zeus oldu. Hera ise onun eşi olarak baş tanrıça oldu. Demeter tahıllar ve toprağın tanrıçası, Hestia ise aile tanrıçasıydı. 12 kişilik konseyde ilk altı tahta Zeus, Hera, Demeter, Poseidon, Hades ve Hestia oturdu. Zeus yardımlarından dolayı diğer 3 tahtı Atlas, Epimetheus ve Prometheus’a verdi.’’

‘’Diğer 3 taht?’’ 

‘’Titanlardan Kriyus savaş ve barış’ın tanrısıydı. O da diğer titanlar gibi tartarusa kapatıldı. Ancak Zeus, Kriyus’un henüz çok küçük olan kızını ve oğlunu öldürmedi. Bunu yerine onları korudu ve savaştan sonra Hera ile birlikte onları büyüttüler. Aradan zaman geçti. İkisi de tahtta geçecek yaşa gelince Zeus iki tahtı kardeşlere verdi. Kriyus’un kızı barış, zekâ ve bilgelik tanrıçası Athena’ydı. Oğlu ise savaşın tanrısı Ares’di.’’ Rebekah’nın ağzı şokla açıldı.

‘’Yani Athena ve Ares Zeus’un çocukları değil mi?’’ Jordan kafasını iki yana salladı.

‘’Herkes onların gerçekten de Zeus’un çocukları olduğunu düşünüyor. Ama Athena ve Ares kardeş ve onlar Kriyus’un çocukları. Çoğu kaynakta onların babasının Kriyus olduğu geçmiyor. Zeus onları büyüttüğü için onun ve Hera’nın çocukları sanılıyor.’’ Rebekah dedesinden masal dinleyen küçük bir çocuk gibiydi. Duyduklarının bir masaldan farkı yoktu. Odasına gidip yalnız kaldığında bunların üzerinden tekrar geçecek ve kendine duyduklarının bir masal değil gerçek olduğunu hatırlatmak zorunda kalacaktı. Bacaklarını sandalyede kendine doğru çekti Jordan’a baktı.

‘’Eee? Son taht kimin oldu?’’ diye sordu merakla.

‘’İnsanların kitaplarında geçen ve gerçeğe uygun olan tek şey Zeus’un çapkınlığı. Fazlasıyla çapkın bir tanrı olan Zeus’un birçok çocuğu var. Hera’dan olan çocukları Dionysos, Hephaestus, Artemis ve Apollon. En büyükleri olduğu için Dionysos’un son tahta geçmesi gerekiyordu. Ama Dionysos’u bilirsin.’’ Dedi Jordan pis bir şekilde sırıtarak. Rebekah onun yerine devam etti.

‘’Şarap, üzüm, kadın ve eğlencenin tanrısı.’’ Dedi gülümseyerek.

‘’Aklı tamamen eğlencede olduğu için dünyayı yönetmek gibi bir işle uğraşamayacağını söyleyip yerini ondan sonraki kardeşi ateş ve madenlerin tanrısı Hephaestus’a bıraktı.’’ Rebekah dudaklarını büzerek ‘’Hani şu topal ve çirkin tanrı. Afrodit’in kocası.’’ Dedi.

‘’Evet, Afrodit’in kocası ama topal ve çirkin değil. Yani ben onların hiçbirisini görmedim. Sadece Ares’i gördüm. Ama Hephaestus’u görenler onun fazlasıyla yakışıklı ve topal olmadığı söylediler.’’ Dedi gizli bir bilgi söylüyormuş gibi fısıldayarak. Rebekah kıkırdadı. Sonra hemen gülümsemesi soldu. Bahsettiği kişi bir tanrıydı ve onunla ilgili böyle edepsizce konuşmak hoş değildi. Rebekah huzursuzca kıpırdandı. Bunlara alışması çok uzun bir zaman alabilirdi. 

‘’Dediğim gibi Zeus’un Hera’dan başka onlarca kadından olan çocuğu var. Hera kıskanç bir tanrı. Aynı zamanda evlilik ve doğurganlık tanrıçası. Zeus’un başka kadınlardan olan çocuklarının hiçbirisini olimposa kabul etmedi. Ama kızı Artemis bütün kardeşleri ile iyi anlaşırdı. Üvey kardeşleri arasından en çok Hermes ve Eos’u severdi. Hermes tanrıların habercisi ve ticaret tanrısıydı. Eos ise şafak tanrıçası. Hera’ya diğer bütün kardeşlerini olimposa almasını söyledi. Ama Hera kabul etmedi. Artemis ne yaptıysa annesine diğer kardeşlerini kabul ettiremedi. En azından Hermes ve Eos’u olimposa kabul etmesini yoksa dağı terk edeceğini söyledi. Bunun üzerine Hera sadece Hermes ve Eos’u olimposa kabul etti.’’

‘’Dur bir dakika Artemis ve Apollon ikiz kardeştiler. Yani kitaplarda öyle yazıyordu gerçekte de öyle mi?'' Jordan evet anlamında kafasını salladı.

‘’Artemis AY, gece, avcılık ve kırsal hayat tanrıçası. Apollon güneş, müzik ve kehanetlerin tanrısı. Tıpkı Artemis gibi Apollon'un da en sevdiği üvey kardeşi Eos'du. Şafak tanrıçası Eos her gece doğudaki yatağından kalkıp kanatlı atlarının çektiği arabasıyla, Olimpos'a giderek kardeşi ve güneş Tanrısı Apollon’un yaklaştığını bildirir ve kardeşine göklerin kapısını açar. Apollon Eos’un ardından beyaz atları ile güneşin doğmasını sağlar ve gece olunca Artemis siyah atlarının çektiği, gümüş rengi arabasıyla geceyi çağırı ve ay doğar.’’ Dedi Jordan hüzünlü bir sesle. Rebekah, Jordan’ın gözlerinin sulandığını gördü. Anlattıklarının onu bu kadar etkilemesine şaşırdı. Ama Jordan hemen kendini toparladı.

‘’Konumuza dönersek az önce söylediğim gibi Atlas, Prometheus ve Epimetheus dünyayı kendileri yönetmek istiyorlardı. Zeus ve kardeşlerini sadece piyon olarak kullandılar. Birkaç sene Zeus’un yönetimi altında kaldılar ve onun güvenini iyice kazandılar. Sonra onların hiç beklemediği bir zamanda saldırı düzenlediler. Olimposta kaldıkları uzun zaman boyunca diğer yaratıkları kendi taraflarına çekmişlerdi. Büyük bir savaş oldu. Savaş sonrasın üç kardeş birden ortadan kayboldu. Zeus ve diğer Olimposlular yüzyıllar boyunca onları aradı. Ama hiçbir yerde bulamadılar. Atlas, Prometheus ve Epimetheus savaşta büyük yaralar almışlardı. Bu nedenle aradan yüzyıllar geçtikten sonra öldüklerini düşündüler. Sonuçta onlar titan kanından geliyordu. Ve Zeus, saldırı düzenledikleri gün onları 12 konseyin koruyucu büyüsünden çıkarttı. Olimposlular tarafından öldürülebilirlerdi. Ama bugün bile hala kimse onlara tam olarak ne olduğunu bilmiyor. Ya öldüler ya da yeni ve daha büyük bir savaş için gölgelerin arasında bekliyorlar.’’

‘’Ya gerçektende ölmedilerse?’’ diye sordu Rebekah tedirginlikle.

‘’Tek umudumuz Zeus’un hala bu düşünceyle yaşadığı ve tetikte olduğu yönünde.’’ Yukarıdakilerin böyle bir tehlikenin varlığını bilerek nasıl yaşadığına anlam veremedi. Ya ölmedilerse ve insanların arasında dolaşıyorlarsa? Ares tıpkı bir insan-iri, fazla kaslı ve yakışıklı bir insan- gibi dolaşıyorsa onlarda tıpkı onun gibi olmalıydı. Ve bu çok tehlikeliydi. Marcus’dan bile tehlikeli. Genç kız çenesini dizlerine yaslamış Jordan’a bakıyor ve anlattıklarını düşünüyordu. Okuduğu kitaplardakinden çok farklı bir hikâyeydi. Birden aklına Hades ve Demeter’in kızı Persephone’un aşkını anlatan kitap geldi. ‘’Gerçekte de Persephone ile Hades evli mi? Hades onu kaçırdı mı?’’ Jordan kafasını iki yana salladı.

‘’İnsanlar uydurmayı seviyor. Başka ne diyebilirim ki! Hades ve Persephone evli. Ama Hades onu kaçırmadı. Zaten Persephone da onu seviyordu.’’ Rebekah yüzünü buruşturdu. ‘’Ama o kardeşinin kızı!’’ 

Jordan kıkırdadı. ‘’İlk başlarda bana da garip gelmişti. Ama zaman geçtikçe onların akrabalık ilişkilerinin bizimki gibi olmadığını anlıyorsun.’’ 
Rebekah bir süre daha sessiz kalıp anlatılan hepsini düşündü. Bütün bunların gerçek olduğuna bir türlü inanamıyordu. Hayatı öyle bir değişmiş ki genç kız bu değişimin içinde kaybolmaktan korkuyordu. Bütün hayatı yalanlar ve sırlarla çevriliydi. Bir süre sonra karşısına çıkan garipliklere tepkisiz kalmaya başlamıştı. Vücudu sanki bu duruma bağışıklık kazanmıştı. İç çekerek bütün hikâyeyi zihninde tekrarladı. Aklına takılan son bir nokta vardı. Başını yana eğerek Jordan’a baktı.

‘’Atlas, Prometheus ve Epimetheus yok olduktan sonra ya da ortadan kaybolduktan sonra, boşalan 3 tahta kimler geçti?’’ Jordan dudaklarını büzdü. Masadan kalem ve kâğıt aldı. Dizlerinin üzerine koyarak bir şeyler çizmeye başladı. Aynı zamanda Rebekah’nın sorusuna cevap verdi.

‘’Tahtlardan ikisine ikiz kardeşler Apollon ve Artemis geçti. Son kalan boş tahta ise Hephaestus’un güzelleri güzeli karısı aşk ve cinsellik tanrıçası Afrodit geçti. Bu arada insan kaynaklarında Afrodit’in Zeus’un kızı ya da Uranos’un kızı olduğu yazıyor. Afrodit, Zeus’un değil, Uranos’un kızı.’’ Dedi kafasını kâğıttan kaldırmadan.

‘’Ne yapıyorsun?’’ diye sordu Rebekah kâğıda bakarak.

‘’Taht sistemini göstermeliyim.’’ Dedi Jordan ve kâğıdı Rebekah’a doğru çevirdi. Bir yandan kalemle gösteriyor diğer yandan anlatıyordu. Kâğıda hilal şeklinde 12 tane kutucuk çizmişti. Tam ortadaki iki kutucuk yan yana duruyordu. Onları göstererek

‘’Bunlar Hera ve Zeus’un tahtları. Hera'nın yanındaki beş tahtta sırasıyla Poseidon, Hestia, Hephaestus, Afrodit ve onun yanına da Athena oturdu. Zeus’un yanındaki beş tahtta sırasıyla Hades, Demeter, Apollon, ikiz kız kardeşi Artemis ve Artemis’in yanına da eşi Ares oturdu.’’ Rebekah duydukları karşısında sandalyede hızla doğruldu ve bacaklarını indirdi.

‘’Eşi Ares mi?’’ dedi şokla. 

Jordan kafasını sallayıp kâğıdı indirdi. Gözleri yine yaşlarla dolmuştu. ‘’Onlarınki çok farklı bir hikâye’’

Rebekah’nın kulakları uğulduyordu. Kalbinde garip bir sancı vardı. Ama buna bir anlam veremedi. Sanki canı acıyor gibiydi. Kalbi göğsünü parçalayacak kadar hızlı atıyordu. Neyse ki Jordan başka bir aleme geçiş yapmış gibi daldığı için genç kızın hızlanan kalp atışlarını fark etmedi. Rebekah bedeninin verdiği tepkilere bir anlam veremedi. Bu da sinirlenmesine neden oldu. Ne olmuş yani savaş tanrısı Ares ile ay tanrıçası Artemis birlikte ise? Düşünce bile zihnini zehir gibi yaktı. Rebekah yutkunarak kendine gelmeye çalıştı. Ancak boğazına oturan yumru onu boğuyordu.

‘’Ne...Ne demek istiyorsun?’’ diye sordu Jordan’a. Jordan Rebekah’nın sözleri ile kendine geldi. Boğazını temizledi ve gözyaşları ile ıslanmış gözlerini genç kıza çevirdi.

‘’Bu hikâye sadece onların hikâyesi değil. Hepimizin hikâyesi.’’ Jordan bir süre susup kendini toparlamaya çalıştı. Rebekah her ne kadar anlatması için onu omuzlarından tutup sarsmak istese de kendini tuttu. Sandalyenin kollarını sıkıca kavradı ve sabırla Jordan’ın anlatmasını bekledi.

‘’Bildiğin gibi Artemis gecenin, Ayın, doğanın ve hayvanların tanrıçası. Bundan yüzyıllar önce ona inanan ve sevgiyle bağlı olan bir kabileye özel bir yetenek verdi. Ayın evlatları olan kurtlara dönüşebilme yeteneği.’’ Rebekah’nın gözleri şokla açıldı. Jordan hüzünle gülümserken kafasını salladı.

‘’Evet. Bize bu yeteneği veren Artemis’ti. Onun sayesinde kurtadam kabilesi oluştu. KAbileye bu gücü verdikten sonra aradan zaman geçti. Kabiledeki aileler çoğaldı ve bu hediye her birimizin kanında dolaşarak çocuklarımıza geçti. Bizler Artemis’in çocukları, ayın evlatlarıyız.’’ Rebekah Jordan’ın bu kadar hüzünlü olmasını anlayamadı. Bu hikayede onu bu kadar hüznünlendirecek şey ne olabilirdi ki? Sesli bir şekilde yutkunup içindeki garip hisle hikâyenin devamını bekledi.

‘’Kabilenin reisi bütün sürünün alfasıydı. Ve o alfanın soyundan gelen her çocuk sırayla başa geçerek dünya üzerindeki bütün kurtların alfası oldu. Vincent da o alfanın soyundan geliyor. Bu nedenle dünyadaki bütün kurtların alfası o. Ondan sonra ise tahta Vincent’ın kız ya da erkek fark etmez çocuğu geçmek zorunda.’’

‘’Ama Vincent’ın eşi Helena öldü. Tekrar birisiyle eşleşemezsiniz? Vincent’ın varisi yok?’’

‘’Kulağa biraz mide bulandırıcı gelse de Vincent mutlaka bir varis bırakmalı. Bunun anlamı da istese de istemese de mutlaka bir kadınla birlikte olmalı.’’ Dedi Jordan. Bunun üzerine Rebekah iki büklüm oldu. Bu gerçekten de hastalıklı bir düşünceydi. Vincent’ın yaşadığı onca acının içinde birde istemediği bir kadından istemediği bir çocuğa sahip olması bekleniyordu. Bu düşünce üzerine Rebekah’nın içini sıcaklık kapladı. Vincent bunların hiçbirisini yaşamayı hak etmiyordu. Hem de hiç! Ona karşı olan güveni ve sevgisi gittikçe artmaya başlıyordu. Jordan anlatmaya devam edince düşüncelerin arasından sıyrılıp söylediklerine odaklanmaya çalıştı.

‘’O zamanlar dünya da vampirler yoktu. Ama başka yaratıklar vardı. Bu yaratıklar hala da dünya da karanlık ormanlarda yaşıyorlar. Hepsi insanlar için çok tehlikeli yaratıklar. Kurtadamlar, Artemis ile birlikte insanların koruyuculuğunu yapıyordu. Onları bu yaratıklara karşı koruyordu. Ares ile hikâyelerine gelirsek onların aşkları tüm dünyanın hayranlıkla baktığı bir aşktı. Birbirlerini çok seviyorlardı. Onlar birbirlerinin ruh eşi gibiydi. Artemis bilindiği gibi bakire tanrıçaydı. Aynı zamanda erkekleri hiç sevmezdi. Ama her şey Ares’e aşık olunca değişti. Ancak Ares’e aşık olan sadece Artemis değildi.
Büyücü tanrıça yani Hera’nın kuzeni Hekate herkeste korkuyla karışık bir saygı uyandıran bir tanrıçadır. Gerçekten de ürkütücü biri. Hekate’nin ikiz kızları var. İkisi de büyücü. Beyaz Kâhin Kirke ve kızıl kâhin Klotho. Klotho her zaman her büyüde Kirke’den daha başarılıydı. Kirke ise çok kıskanç bir tanrıça. Kardeşi Klotho'dan ise katıksız nefret eder. Kıskançlıktan gözü döndüğü için her şeyi yanlış yapar. Bu nedenle Klotho Hekate’nin gözdesiydi. Kirke aynı zamanda Ares’e aşıktı. Ares’e ona olan hislerini açıkladı. Ama Ares Artemis’i sevdiği için Kirke’yi reddetti. Hırsından ve kıskançlıktan Kirke’nin gözü döndü ve Artemis’i çok kıskandı. Büyüsü ile onu defalarca zehirleyip öldürmeyi denedi. Artemis 12 konseyin koruması altında olduğu için Kirke onu asla öldüremezdi. Bu nedenle her seferinde başarısız oldu. Ama asla pes etmedi. Zamanla Kirke’nin Artemis’e olan düşmanca tavırları tüm olimposun alay konusu oldu. Herkes Kirke ile alay etti. Sonunda Kirke’nin bu çocuksu davranışları Hekate’yi çileden çıkarttı ve Zeus’un yardımı ile Kirke’yi olimpos dağından sürgün etti. Ancak bu Kirke’yi daha da kızdırdı kendisi Artemis’i öldüremeyecekse öldürebilecek yeni bir yaratık yaratmaya karar verdi. Yani vampirleri.’’

Rebekah birbiri ardına şok geçirerek Jordan’ı dinliyordu. Duyduklarına inanamıyordu. Kurtadamlara dönüşme gücünü Artemis’in vermiş olması, Kirke’nin vampirleri yapmış olması… Her şeyin böyle başladığına inanamıyordu. Artık gerçekten de nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. ‘’Ne yani vampirleri Kirke mi yarattı? Dur bir dakika Vincent’ın daha önce bahsettiği Marcus’un emir aldığı kişi Kirke şuan bahsettiğin Kirke olamaz değil mi? Yeni beni her yerde arayan ve ailemi öldüren asıl kişi?’’ dedi Rebekah sesini yükselterek. Jordan evet anlamında kafasını salladı.

‘’Yani demek istediği büyücü deli bir tanrıça benim peşimde öyle mi? Beni niye istesin ki?’’ dedi dişlerini sıkarak. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Ailesini intikamını alacağına yemin etmişti. Karşısındaki düşman her ne kadar tanrıça olsa da umurunda değildi. O da ölmeyi hak ediyordu. Ama ortada büyük bir sorun vardı. Rebekah Marcus ile nasıl baş edeceğini düşünürken, her yerde onu arayan deli bir tanrıçayı nasıl alt edecekti?

‘’Kirke’nin neden seni istediğini bilmiyoruz. Ama seni istediğine göre sende önemli bir şeyler olmalı. Yüzyıllardır onlarca kızı öldürdü. Sırf seni bulabilmek için. Bir sonraki adımı neyse seni onun için kullanmak istiyor olabilir.‘’ 
Genç kızın başına ağrılar girdi. Olanları anlayabilmek çok zordu. Önce kuradamlar sonra vampirler. Şimdi ise olimposluları ve deli bir tanrıçanın peşinde olduğunu öğreniyordu. İçine çektiği nefesi sertçe bıraktı. Ağrıyan başını rahatlatmak için şakaklarını ovdu. Bunları daha sonra yalnız kaldığında düşünecekti. Şimdi hikâyenin devamını merak ediyordu.

‘’Sonra ne oldu?’’ diye sordu biraz daha sakinleşerek. Jordan ciğerlerine sert bir nefes çekti ve anlatmaya devam etti.

‘’ Kirke akıllı ve kurnaz bir kâhin. Saf, öfke ve intikamla, ruhu, kalbi acıması olmayan vampirleri yarattı. Sonra olimposa saldırdı. Büyük bir savaş başladı. Kurtadamlar, Olimposlular hepsi Kirke’nin yarattığı büyük bir orduya karşı savaşıyorlardı. Vampirler sadece onlara karşı tehlikeli değildi. En büyük tehlike insanlar içindi. Zeus kardeşleri ile güçlerini birleştirip ne kadar vampiri yok etse de Kirke daha fazla vampir yaratıyordu. Kısa sürede salgın gibi yayılmışlardı. Savaş sırasında vampirlerin tek hedefi Artemis’ti. Hepsi ona saldırıyordu. Vampirler ne kadar güçlü olsa da asla bir tanrıyı öldüremezler. Artemis’i öldüremeseler de bedenine zarar verebiliyorlardı. Bedeni ve ruhu büyük yaralar aldı. Ruhunu yıprattılar ve yaraladılar. Saf nefretle yaratılan vampirler Artemis’in ruhunu kirlettiler. Ve amaçlarına ulaştılar. Artemis’in ruhu bedeninden ayrıldı ve bir daha geri dönmedi.’’
Rebekah eline düşen ıslaklığa baktı. Ağlıyordu! Neden ağladığını bilmiyordu ama kalbi acıyor ve ağlıyordu. Hüzün ve keder onu esir almıştı adeta. İçinde garip bir his vardı. Kalbi ağırlaşmış gibiydi. Aldığı her bir nefes ona yetmiyor gibiydi. Zihninde öyle büyük karmaşalar yaşıyordu ki şuanda kendini kaybetse şaşırmayacaktı. 
Jordan’ın ise elleri yumruk olmuştu. Dişlerinin arasından konuşuyordu ve gözlerinden hızla yaşlar akıyordu.

‘’Ö...Öldü mü?’’ diye sordu Rebekah. Jordan bakışlarını ona çevirdi.

‘’Bir tanrı asla öldürülemez. Artemis ölmedi. Ama yarı ölü gibi. Bedeni derin bir uykuya dalmış gibi. Nefes alıyor ve kalbi atıyor. Ancak ruhu bedenine geri dönmüyor! Tıpkı bedeni gibi o da havada asılı bir şekilde uyuyordu. Bunun üzerine Kirke Artemis’ten kurtulduğunu düşünüp geri çekildi. Zeus hatta ölülerin ve ruhların efendisi olan Hades bile Artemis’i uyandırmak için bir şey yapamadı. Ne yaptıysalar hiçbir şey işe yaramadı. Artemis sadece uyuyordu. Daha önce böyle bir şey olmamıştı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Artemis’in ölmüş olması için ruhun beden ile bağının kopması gerekiyordu. Ama ruh ve beden bağlıydı. Sadece geri dönemiyordu. Hades, Artemis’i kendi diyarına Elysion’a götürdü. Ruhu ve bedeni özel bir odaya kapattı. Ve ölülerin tanrısı Hades beklemeleri gerektiğini söyledi. Artemis’in ruhu iyileşince, bedenine geri döneceğini düşünüyordu. Ama dönmedi! Hala Artemis, Hades’in koruması altında. Onun diyarında uyuyor. Ve onun ve ayın çocukları olarak hepimiz onun uyanmasını bekliyoruz.’’ Rebekah’nın gözyaşları sessizce birbiri ardına akıyordu. Ağlamasını engelleyemiyordu. İçindeki acı daha da arttı.

‘’Peki, Ares’e ne oldu?’’ Jordan hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Yanaklarındaki ıslaklığı elinin tersi ile sildi.

‘’O savaş tanrısı. Çok fazla öfkelenmemesi gerekiyor. Ne zaman öfkelense dünya da savaşlar başlıyor. Tanrılar arasında yönetmesi en zor güç onda. İçindeki gücü her saniye kontrol altında tutmak zorunda. Ama eşini kaybetmenin acısıyla deliye döndü. Dünya da birbiri ardına savaşlar çıktı. Kimse Ares’in öfkesini dindiremiyordu. Eğer durdurulmazsa dünya yok olacaktı. Savaşlarla geçen ayların hatta yılların ardından barışın tanrıçası, kardeşi Athena sonunda onu durdurmayı başardı. Ares Olimposu terk ederek yıllarca Hades’in yer altı cenneti Elysion da kaldı. Aradan zaman geçtikçe umutlar tükenmeye başlamıştı. Sonunda Ares Elysion’dan da ayrıldı ve her gününü Kirke’yi arayarak geçirdi. Ama hiç kimse Kirke’yi bulamıyordu. Sonra Ares büyük bir yemin etti. Bundan sonraki hayatının kalanını kurtadamlara yani Artemis’in çocuklarına yardım ederek geçirecekti. Bizim yanımızda olmaktan hoşlanmıyor çünkü hepimiz ona Artemis’i hatırlatıyoruz. Ama ruh eşi için bunu yapıyor. Bizimle birlikte Vampirlere karşı savaşıyor. Ve 700 yıldır Artemis’in uyanmasını bekliyor. Hepimizin beklediği gibi.’’
Rebekah’nın karnına biri yumruk atılmış gibi iki büklüm oldu. Kalbinde sancı ve ağırlık her saniye artarken nefes alması güçleşiyordu. Ona neler olduğunu bilmiyordu. Kalbinin neden bu kadar acıdığını bilmiyordu. Yanaklarındaki ıslaklığı tişörtünün koluna sildi.

‘’O uykuya daldıktan sonra bütün olimpos yasa boğuldu. O zamanlar insanlar tanrıların varlığından haberdardı. Hepsi dua ediyordu Artemis’in uyanması için. Ben Artemis’i görmedim. Ares dışındaki kimse Vincent bile onu göremedi. Bu kaledeki en yaşlı kurt Vincent ve o Artemis’in uykuya dalmasından 100 yıl sonra dünyaya geldi. Onu görmesek de biz onun sayesinde varız. Ruhumuz ve içimizdeki kurt ona bağlı. Ve hepimiz nefes aldığımız sürece vampirleri yok edeceğiz. Sadece insanlar için değil. Artemis içinde.’’

Rebekah odasına ne zaman geldi bilmiyordu. Onu buraya mı getirmişlerdi yoksa kendi mi gelmişti hatırlamıyordu. Yatağında yatmış tavana bakıyordu. Hala sessizce gözyaşlarını akıtıyordu. Artemis için üzülüyordu. Ares için üzülüyordu. Kurtlar için üzülüyordu. Ama en çok da kendi için üzülüyordu. Çünkü Rebekah çok önemli bir şeyin farkına varmış. Buraya geleli neredeyse bir hafta oluyordu. Ares ile daha yeni tanışmışlardı ama Rebekah ona karşı çok farklı duygular besliyordu.
Bu aşk olamazdı! Bir insan asla bu kadar kısa sürede birine aşık olamazdı! Olması imkansızdı. Ancak genç kız Ares'e karşı hiçbir şey hissetmediğini söylesede zihnindeki ses yılan gibi tıslıyordu.

'YALAN!' ...

Gerçekten de olabilir miydi? Aşık olmuş olabilir miydi?

''Hayır! Bu imkansız!'' diye fısıldadı kısık bir sesle. Alt dudağını ısırıp hıçkırıklarının dışarıya çıkmasına için vermedi. O zaman neden canım yanıyor? Kalbimdeki bu acının sebebi ne? diye düşündü.

Farkında olmasa da ve bunu kabullenmek istemese de Ares'e daha ilk gördüğü andan itibaren ilgi duymuştu. Onunla tartışmak bütün sıkıntılarından kurtarıyor ve onu mutlu ediyordu. Nasıl? Ne zaman? Neden? Bilmiyordu. İnsan bu kadar kısa sürede aşık olabilir miydi?

Onu gördüğü an hissettiklerinin tek açıklaması bu olmalıydı. Hissettiği garip duygular, o vızıltı, bedeninin tepkileri… 

Rebekah Ares’e çok hızlı bir şekilde aşık olmuştu. Tıpkı diğer şeyler gibi. Bütün gerçekler genç kızın hayatına hızla girmişti. Önceden imkânsız aşk saçmalığına inanmazdı. Ama şimdi buna inanıyordu. Onun aşkı tam anlamıyla imkânsız bir aşktı. Ares 700 yıldır Artemis’i beklemişti. Ve hala da onu bekliyordu. Hepsi hala onun yasını tutarak 700 yıllıdır karanlığa gömülmüştü. Bu nedenle hepsi sürekli siyah giyiyordu. Rebekah onunla yarışamazdı. Artemis'le yarışmasının imkân yoktu. Hem Artemis olmasa bile Ares savaş tanrısıydı. Rebekah ise ne olduğu belli olmayan bir hilkat garibesi!

Yatakta yan dönerek cenin pozisyonu aldı. Gözyaşları yastığı hızla ıslatırken Rebekah hiçbir şey hissedemediğini fark etti. Nasıl böyle hızlı bir şekilde aşık olabilmişti? Aşk böyle bir şey miydi? Resmen sert bir kayaya çarpmıştı genç kız. Hissettiği tek şey kalp ağrısıydı. Gözyaşları hızlı bir şekilde akarken Rebekah karanlığa çekildi.

Gözlerini açtığında kendini garip bir şatoda buldu. Buraya daha önce gelip gelmediğini hatırlamıyordu ama her yer tanıdık geliyordu. Geniş bir holdeydi. Arkasında devasa büyüklükteki beyaz iki kapı altın rengi işlemelerle süslüydü. Yerler yumuşak kırmızı kadifeden halılarla kaplıydı. Duvarlar altın rengiydi. İki yandan yukarıya çıkan merdivenlerin basamakları da halıyla kaplıydı. Her yerde beyaz heykeller vardı. Karşılıklı iki duvardaki büyük pencereler bembeyaz perdelerle örtülüydü. Duvardaki tablolar genç kızın ilgisini çekti. Yakından bakmak için sağ taraftaki tablonun yanına geldi. Büyük tabloda bir savaş resmedilmişti. Beyaz kıyafetler gitmiş kadınlar ve erkekler arkalarında büyük bir kurt sürüsü karşılarındaki siyahlar içindeki yaratıklarla savaşıyordu. Merdivenin her bir basamağında, duvarda farklı bir resim vardı. Genç kız basamakları yavaşça çıkarak her resmi inceledi.

Merdivenlerin bitiminde karşısına büyük bir kapı çıktı. Beyaz olan kapının üzerinde altın renginde 12 simge vardı. Simgeler birleşerek yuvarlak oluşturuyordu. En üstte şimşek resmi vardı, onun yanında tavus kuşu, iki dişli yaba, üç dişli yaba, buğday demeti, ateş, güneş, çekiç, ay, güvercin, mızrak ve zeytin dalı.
Rebekah okuduğu mitoloji kitaplarından bunların tanrıların simgesi olduğunu biliyordu. 12 tahtın sahibi olan tanrıların sembolleriydi. Şimşek Zeus’undu. Tavus kuşu Hera’nın, iki dişli yaba Hades’in işaretiydi. Üç dişli yaba Poseidon, buğday demeti Demeter, ateş Hestia, güneş Apollon, çekiç Hephaestus, ay Artemis, güvercin Afrodit, mızrak Ares ve zeytin dalı da Athena’nın işaretiydi.

Genç kız beyaz kapıda kendi yansımasını gördü. Üzerine Helenistik döneme ait gibi duran kalın askılı uzun bir kuyruğu olan beyaz elbise vardı. Saçları açıktı. Dalgaları gür bir şekilde beline kadar uzanıyordu. Çıplak ayakları kadife halının üzerinde hiç ses çıkartmadan kapıya doğru ilerledi. Kapı ağır gibi görünüyordu. Ama genç kız kapıyı rahatlıkla açtı.
Büyük kapı sessizce iki yana doğru açıldı ve geniş salona doğru adım attı. Bembeyaz salon kocamandı. Salonun kubbeli tavanı resimler ve figürlerle doluydu. Yerler bembeyaz pürüzsüz taşlarla döşenmişti. Kapıların bulunduğu duvar hariç diğer her yer boydan boya camlarla kaplıydı. Ve salonun tam ortasında altın renginde 12 taht vardı.

Tahtlar tıpkı Jordan’ın çizimindeki gibiydi. Hilal şeklinde sıralanıyorlardı. Ortadaki iki taht yan yana duruyordu. Tahtlardan birinin kollarının iki yanında şimşek resmi vardı. Bu Zeus'un tahtıydı. Onun yanındaki taht Hera’nın tahtıydı ve tahtın kollarına tavus kuşu işlenmişti. Her taht ait olduğu tanrının sembolünü taşıyordu. Hera’nın tahtının yanındaki beş taht Jordan’ın söylediği gibi sırasıyla Poseidon, Hestia, Hephaestus, Afrodit ve Athena’nın tahtıydı. Zeus’un tahtının yanındaki beş taht ise Hades, Demeter, Apollon, Artemis ve Ares’in tahtıydı. Rebekah Ares’in tahtına doğru ilerledi. Elini uzatıp tahtın kolundaki mızrak ve kalkan şeklide ki işlemeye dokundu.

‘’O Ares’in tahtı.’’ Duyduğu sesle irkilen Rebekah hızla arkasını döndü. Suratsız, Zeus’un tahtına oturmuş bacaklarını kol kısmından sallandırıyordu.

‘’Biliyorum.’’ Dedi Rebekah geri çekilerek.

‘’Bugün solgun gözüküyorsun.’’ 
Genç kız cevap vermek yerine omzunu silkti ve dışarıya bakmak için cama yöneldi. Dışarıdaki manzara nefes kesiciydi. Yemyeşil bahçelerin sonu gözükmüyordu. Şatonun tam karşısında iki şelale vardı. Karşılıklı akıyorlardı. Etraflarını sis kaplamıştı. Güneşin parlak ışığı bahçeyi göz alıcı bir şekilde parlatıyordu. Tam anlamıyla cennet gibiydi.

‘’Yatmadan önce ağlıyordun. Neden bu kadar üzgünsün?’’ Suratsızın sorusu üzerine hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Omzunun üzerinden ona baktı. Üzerinde beyaz pantolon ve uzun kollu beyaz gömlek vardı. Her zamanki gibi gömleğin düğmelerinin hepsi açıktı.

‘’Bilmem.’’ Diye cevap verdi genç kız Suratsızın sorusuna. Suratsız oturduğu yerden kalktı. Diğer tahtları gezerken

‘’Artık her şeyi biliyorsun.’’

‘’Tam olarak her şeyi sayılmaz. Seni ve kehaneti bilmiyorum. Gerçek ailemi bilmiyorum. Ne olduğumu bile bilmiyorum.’’ Suratsız Rebekah daki değişimin farkındaydı. Hüzünlü bir ses tonuyla konuşuyordu. Gözlerinden her an yaşlar boşalacakmış gibiydi. Dahası geleli 5 dakika olmuştu ve ona sesini yükseltip tartışmamıştı. Rebekah cam kenarından ayrılıp tahtların önünden geçti.

‘’Tamam, haklısın hala bilmediğin şeyler var. Kabul ediyorum ama genel olarak her şeyin farkındasın diyelim. Buranın neresi olduğunu biliyorsun.’’

‘’Olimpos daki taht odası. Gerçekte de böyle mi?’’ dedi Rebekah Afrodit’in tahtını inceliyordu. Arkasını dönüp Suratsıza baktı. Suratsız bu sefer Apollon’un tahtında oturuyordu. Kollarını tahtın iki yanına koymuş, öne doğru uzattığı bacaklarını bilekten çaprazlamıştı.

‘’Gerçekte de tam olarak böyle.’’ dedi. Rebekah önüne dönerek Hephaestus’un tahtını inceledi. Tahtın kollarındaki işlemelerde büyük bir çekiç ve örs vardı. Ellerini altın işlemelerin üzerinde dolaştırdı.

‘’Her şeyi nasıl bilebiliyorsun? Gerçekte kimsin sen?'' diye sordu genç kız. Cevap alamayacağını bildiği için dönüp Suratsıza bakmadı.

‘’Bu da benim yeteneğim diyelim. Bilmediğim hiçbir şey yok. Ama sorunun ikinci kısmına henüz cevap veremeyeceğimi biliyorsun.'' Rebekah bıkkın bir gülümsemeyle omzunu silkti. Sessiz adımlarla Athena'nın tahtına ilerledi. Ares'in kardeşi Athena diye geçirdi içinden. Acaba Ares’e benziyor muydu? Tıpkı Ares gibi güneşi kıskandıracak kadar sarı renkteki parlak saçlar ve masmavi gözler mi vardı? Athena’yı zihninde canlandırmaya çalışırken tahtın kenarındaki zeytin dalını inceledi. Ellerini altın oymanın üzerinde gezdirdi.

‘’Sence benim kaderimde mutlu olmak var mı? Bütün her şey bitince bana ne olacak? Senin dediklerine göre doğru olanı seçtiğimde yani?’’ Suratsız, Rebekah'nın sorusu üzerine şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Neyi olduğunu merak ediyordu. Onu bu kadar ne üzmüş olabilirdi ki? Genç kızın sorusu kalbine bıçak saplanmasına neden oldu.

‘’Olman gereken yerde olacaksın Rebekah. Evinde ve ailenle birlikte.’’ Suratsızın sesi daha önce olduğu gibi yine hüzünlenmişti. Rebekah omzunun üzerinden ona baktı.

‘’Ailem? Hangisi? Gerçek ailemin yanında mı yoksa bana yalan söyleyenlerin yanında mı?’’

‘’Sarah ve Andrew’e olan öfkeni anlıyorum. Onların tek hatası seni çok fazla sevmeleriydi. Sana çok değer veriyorlardı. Bir gün gerçeği öğrenebileceğin düşüncesiyle sana sürekli yasaklar koydular. Ivan’ın sana ulaşmasını istemiyorlardı. Gerçeği öğrenirsen onlardan uzaklaşacağını düşündüler. Bu yüzden gerçeği senden sakladılar. Kızmakta haklısın ama olaya onların açısından da bakmalısın.’’ Rebekah yavaşça kafasını salladı. Onlara o kadar öfkelenmişti ki öldükleri gerçeğini bile unutmuştu. Öfkeden gözü dönmüştü. Evet, haklıydı, onların tek amacı Rebekah’ı korumaktı.

‘’Soruna geri dönecek olursak. Gerçek ailenin yanında olacaksın. Ve doğru olanı seçersen karanlık ve kötülük bir daha hayatına giremeyecek.’’ Rebekah Suratsıza döndü ve yavaş adımlarla yanına doğru ilerledi.

‘’Gerçek ailemin kim olduğunu biliyorsun. Onlar… Onlar beni seviyorlar mı?’’ Suratsız hala Apollon’un tahtında oturuyordu. Rebekah onun yanına gelince durdu.

‘’Otursana.’’ Dedi Suratsız Artemis’in tahtını göstererek. Rebekah bakışlarını tahtta çevirdi. Tahtın kollarında dolunay ve ayın altında uluyan bir kurt figürü vardı. Genç kız kafasını iki yana salladı.

‘’Doğru olmaz.’’

‘’Burası senin zihnin. Burada doğru yanlışı sen belirlersin. Ayakta durmaktansa oturmanı tercih ederim. Zaten her an bayılacak gibi görünüyorsun.'' Rebekah bakışlarını Suratsıza çevirdi. Sonra tekrar tahtta baktı. Seslice yutkundu ancak boğazındaki koca yumruğu gitmiyordu. Uzun elbisenin eteklerini toplayarak tahta çıkan iki basamağı çıktı ve beyaz yumuşak kadifeli tahta oturdu. Kollarını tahtın iki yanına yerleştirdi. 
İçinde garip hisler oluştu. Artemis bu tahtta tam da bu şekilde oturup sağ tarafındaki tahtta oturan Ares’in eli tutuyor muydu? O bakıp gülümsüyor muydu? Genç kızın kalbindeki ağırlık daha da arttı. Mutlu olmak! Bütün bu olaylar bitse bile Rebekah mutlu olabilir miydi ki? Ares’i unutabilecek miydi?

‘’Seni çok fazla seviyorlar Rebekah.’’ Suratsızın sözleriyle kendine gelen genç kız bakışlarını ona çevirdi. Genç kızın gözlerindeki hüzün suratsızın kalbine bıçaklar saplanmasına neden oldu. Onu biraz da olsa onu neşelendirmek için aklına takılan şeyi söyledi.

‘’Bu arada Ares ile çalışman sırasında olanları biliyorum.’’ Rebekah’nın gözleri kocaman açıldı ve yanakları kızarmaya başladı.

‘’Transa girme olayından bahsediyorum. Beni Marcus mu sandın? Hadi ama bu kadar mı güveniyorsun bana. Ben sana yardımcı oluyorken sen beni sırtımdan bıçakla.’’ Rebekah kıkırdadı.

‘’Suratını gösterseydin senden şüphelenmezdim. Ayrıca bunu hatırlatman iyi oldu. Ares bana sadece 2 kadının bu güce sahip olduğunu söyledi. Sen nasıl yapabiliyorsun?’’

‘’Her zaman ki Ares. Beni es geçmeyi sever. O iki kadının yardımı ile rüyalarına dahil oluyorum. Sürekli onların yanında olmaktansa Zeus’un kıllı poposunu öpmeyi tercih ederim ama bunu yapabilmem için onların yanında olmam gerekiyor. Bu yüzden bana borçlusun.’’ Dedi İşaret parmağını kaldırıp Rebekah’nın burnuna vurdu. Genç kız tekrar kıkırdadı.

‘’Kim o iki kadın?’’

‘’İşte cevaplanamayacak sorular sormaya başladın yine. Ama bu sefer sana bir ipucu verebilirim. Büyücü tanrıca Hekate’yi araştır. Cevapları bulacaksın.’’ Rebekah gözlerini devirdi. Biraz da olsa kendine gelebilmişti. Suratsızın yanında olmak ona iyi geliyordu. Tekrar kıkırdadı.

‘’Ne var?’’ diye sordu Suratsız. Tahtta Rebekah’a doğru dönmüş sisler ardındaki kafasını eline yaslamıştı.

‘’Bunu söyleyeceğim aklıma gelmezdi ama iyi ki sürekli rüyalarıma girip beni rahatsız ediyorsun.’’ Suratsız gülümsedi ama genç kız suratını göremediği için bunu fark etmedi.

‘’Sonunda bunu itiraf edeceğini biliyordum. Herkes beni sever.’’ Dedi kendini beğenmişçe. Rebekah gülümserken inanamazmış gibi kafasını iki yana salladı. Bir süre sessiz kaldılar. Sonra suratsız sessizliği bozdu.

‘’Ailene bir an önce kavuşmak istiyorsan hepsi senin elinde. Bugün öğrendiklerin ileride olacak olaylar hakkında sana büyük ipuçları veriyor. Zeki bir kızsın. Hepsi senin için çok yeni şeyler kabullenmesi zor ama düşünürsen kehanetin ve kendin ile ilgili sırları çözebilirsin. Sadece düşün.’’
Suratsızın son kelimesi yankılanırken, taht odası bulanıklaştı ve etraf karardı. Genç kız bu kez huzurlu ve güzel bir rüya görüyordu…

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin