| Bölüm 6 /PUSU~

12K 468 20
                                    

İyi okumalar diliyor ve çekiliyorum..:)

(Bu bölüm DÜZENLENDİ.)

____________


Etraf karanlık...
Sağ karanlık, sol karanlık...
Her yere gecenin yalnızlığı çökmüş gibi, hani derler ya uzay çok sessizdir diye hiç yankı yok çığlık yok her şey sessizliğin hüküm sürdüğü karanlığa sığınabiliyor sadece...
İşte onun gibiydi halim sanki uzayda, ömür pili bitmiş bir yıldız gibi hissediyorum kendimi, parlaklığım bitmiş, enerjim tükenmiş ve dosdoğru karadeliğin sonsuzluk yoluna baş koymuş gibi.
Sessiz ve tükenmiş küçük bir yıldız...

Maalesef çok sürmedi uzayın karanlığındaki hükmüm. Biri beni zorla alıyordu sessiz karanlığımdan.
Zorla hayata döndürüyorlardı beni, ben istemezken hem de...

Bilincim yavaşça yerine oturmaya başlarken önce bir hava doldu güçlüce ciğerlerime, aynı bir bebeğin dünyaya geldiğinde aldığı ilk nefesin yakışı gibi yaktı genzimi, sonra hızlı ve acılı soluklar yavaş nefeslere dönüştü. Ardından önce sesler işittim sonra o sesler harflere, harfler kelimelere dönüşüp anlam kazanmaya başladı kulaklarımda. Annem konuşuyordu.
Hem de onunla!! Etrafımdaki insanların, en yakınım dediklerimin beni gözlerimden anlaması gerekmez miydi bunca yıl? Neden kimse gözlerimde ki yardım çığlıklarını duymuyordu ki?..

"Fırat oğlum ne oldu bu kıza böyle bana düzgünce anlat!"
'Dur' demek istedim 'lütfen anne sus' demek istedim 'o pisliğe yalvarma yalvarırım' gibi ironi cümleleri bir bir sıralamak istedim ama ne gözlerim açılıyordu ne de sussuz dilim.

"Dedim ya yenge. Ben su içmeye mutfağa geldiğimde bir baktım Hazal kan revan içinde yerde yatıyordu."
Olayı bir anlatışı vardı ki, işin aslını bilmesem oturup ben inanacaktım onun yalan laflarına!

"Ah Hazal ya yine ne yaptın kendine annem!"
Hep böyle derdi... Küçükken bisikletten düşüp yere kapaklandığım da ya da koşarken amele sümüğü gibi bir yerlere yapıştığım da hep bu azarlı kelimelerle yola getirmeye çalışırdı beni.
Kendimde bulduğum son bir güç kırıntısı ile gözlerimi yavaşça araladım.
Annemin telaşla bana bakışlarını görünce geri kapatmak istedim ama ne mümkün annem çığlığı basmış yüreğine sokmak ister gibi sarıyordu sızlayan bedenimi.
Büyük ihtimalle vücudumdaki bu rahatsızlık veren sızının sebebi de az önceki,
Fırat'ın abinin gözlerinin önünde yeri boylayışımdı!

Ağrıyan ellerimi umursamadan bende sıkıca sardım Nuran sultanımı. Biriciğimdi o benim... hem sırdaşım hem yol arkadaşım olmuştu bana bu yaşıma kadar.

"Pamuğum!! Ne oldu sana kızım hadi anlat annene evladım."
Tebessüm etmeye çalışan ama endişesini barizce ortaya seren anneme baktım bir süre, gözlerinin içine... Yine anlamamıştı işte... Ne gözlerimde ki çığlığı ne de dilimdeki sessiz haykırışı anlamamıştı...


Söylesem anlar mıydı peki?
Anlardı...
Ama yarama derman olabilir miydi ?
Olamazdı...
Onunda üzerimdeki hükmü bir yere kadar uzanabiliyor. Ki o da Azad Ağanın izin verdiği kadar ancak!
Bıkmıştım...kaç kere anneme, babama söyledim gidelim dedim, dedemi dinlemeyelim dedim. Ben kendimi bildim bileli bu cümleleri ebeveynlerime sarf ederek geçirdim ömrümü ama ne çare! kimse bana kulak vermedi, gidemeyiz deyip susturdular susmak bilmeyen yüreğimi. Şimdi dedemden uzakta, onun da hükmünün geçmediği, geçemediği bir yer biliyorum, oraya bekleniyorum ama isteksizce. Zoraki...

Annemin ısrarcı ve oldukça sorgu dolu ifadesini yumuşatabilmek için konuştum,

"Odamda ki suyum bitmişti sonra doldurayım derken bir ses geldi dışarıdan,"
Kuruyan ağzımı Gülçin ablanın getirdiği suyla ıslatıp devam ettim yalan hikâyeme,
"Bir baykuş sesi çatıdan geliyor gibiydi..."
Cümleyi tamamlamadan nefret dolu bakışlarımı diktim Fırat abiye. Uğursuz bir baykuş edasıyla konmuştu, hayatımın tam üstüne...
Ardından devam ettim
"İşte bende o anki korkuyla elimden bardağı düşürdüm, toplarken de eğildiğim için basım döndü, camların yanına düştüm. Artık düşerken de cam elimi kesmiş demek ki."

HÜKMÜBÂHTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang