Ethia

20 1 0
                                    

Tepenin ardından gelen her bir "AH!" içine işliyordu sanki. Şu gittikçe gözünde büyüyen tepenin ardında neler oluyordu acaba?

Kazanıyorlar mıydı? Kaybediyorlar mı?

Tiz bir ıslık sesi geldi belli belirsiz kulağına. İşaret bu muydu?

Değildi.

Peki ya o işaret hiç gelmezse?

İşareti verenin başına bir şey geldiyse?

Hem başına bir şey gelebilecek en muhtemel yerdi orası, savaşın ortasıydı.

Ayrıca burada ne işi vardı?

Konuşurdu, anlatırdı, akıl verirdi ama hiçbir yüke omuz vermemişti daha; hele ki silah hiç kullanmamıştı. Bhurba'ydı Ethia, şu güne kadar fikir adamı sanırdı kendini, acaba savaşçı da olabilir miydi? Çok düşünmedi, emin bir şekilde onaylamadı zaten. Aklından geçen bu düşüncelerle belindeki kılıca bir bakış attı, yüzü ekşidi dese yeri. İlk kez o an diledi, işaretin hiç gelmemesini. Yenilmelerinden de değil, ihtiyaç olmadığından. Düşmanı asıl şaşırtacak, gizli birlik olmalarına rağmen, pek de olası gelmese de diledi. Aslında ihtiyaçtan değildi, savaş alanına çıkmaları; olası kaybın büyüklüğünü azaltacaktı ne de olsa, sadece bu yüzden bile boş bir dilek olduğu belliydi.

Yoksa bir test miydi acaba?

Neden test etsin ki? Canını verecek kadar yanında diye mi?

Az sonra canını teslim etse çok daha güvenilecek biri mi olacaktı?

Hayır. Ölü biri olacaktı.

Bu düşünceyle git gel aklından bulundukları ana çeken, soğuk kabzada elinden gelen o hafif yanık karıncalanma hissiydi. İstiyor muydu bunu? Meydana çıkıp cenk etmek istiyor muydu?

"Yapar mıyım?" diye düşündü.

Yapabilir miyim?

Etrafına baktı, o sinirli, yerinde duramayan, işaret gelmese, kaybedeceğini, öleceğini bile bile meydana atılmak için can atan diğer herkese baktı.

İmrendi mi?

Acıdı mı?

Korktu mu? Belli değildi hisleri. Bitsin istiyordu sadece, ne olacaksa olsun. Bitsin. Savaşıp ölecekse ölsün, savaşıp kazanacaklarsa kazansın. Yeter ki bitsin, bunu düşünürken de neredeyse takıntılı bir şekilde sayıklarken buldu kendini; "Bitsin. Bitsin. Bitsin. Bitsin. Bitsin. Bitsin..." yoldan çıktığını farkedip başını kaldırdığında ise gördüğü sadece bir topraktı, yere mi düşmüştü bunları düşünürken. Kafasını kaldırmak istedi, kendi istediği şekilde kalkmıyordu başı. Yavaş yavaş toprakta ilerliyordu sadece. Yukarı bakmak istedi, bakamadı; sadece toprak vardı, bir de elleri.

Elleri?

Bu eller kendisine ait değildi ki.

Neler oluyordu? Rüya mı görüyordu?

Bakış toprakta ilerledi, ilerledi ve toprağın bittiği yere gelince sağına ve soluna baktı. İki yanında da onlarca Bjork vardı. Ne işi vardı bu kadar Bjork'un arasında?

O eli bir kez daha gördü, artık bir hançer vardı elinde; onunla birlikte diğer Bjorklar da hançerlerini çekmişti. Tepeden bakıp tekrar aşağı iniyordu, Bjorklar bir şey bekliyor gibilerdi. Kime bakıyorlardı ki? Görüntü istediği kadar net olmadığı için emin olamıyordu. Bulunduğu beden bir kez daha baktı tepeden, gözünün ucuyla.

Bu olamazdı. Kendi gruplarına bakmaktaydı beden. Kendine dışardan bakmak hiç mi hiç hoşuna gitmemişti, uyarmalıydı diğerlerini ama nasıl? Dönemiyordu ki kendi bedenine. Bjork'un gözüyle kendini gördü sonrada Nabee'yi. Nabee'nin ise altı tamamen çıplaktı, bunu şimdi farkediyordu, başkasının gözüyle.

EthiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin