Şahit

11 1 0
                                    

Bağdaş kurmuş bir şekilde karşılıklı oturuyorlardı. Aziz, tabii ki uzak ara korktuğu minderindeydi. Maraz ise hemen karşısında başka bir minderde yerini almıştı. Kendilerine bazı ilke ve kurallar getirdiler.

Zaten çok azına sahip oldukları otu ezip, ancak yağını çıkarabilmişlerdi. Yağı çıkarıldıktan sonra geriye kalan samanımsı çöpü ise yakarak bir medet umup havasını içlerine çekiyorlardı. Dumanın bir işe yarayamayacağı kadar, alacaklarını almışlardı ottan.

Küçük bir şişenin ortasına denk gelen bulanık sarı yağdan birer damlayı ağızlarına damlatıp, gözlerini kapamış Akış'a geçmeye çalışıyorlardı. Biri herhangi bir nedenle gözünü açsa gülmeye başlayacaklarını biliyorlardı. Daha önce yağsız da deneyip test etmişlerdi. Ot olmadan Akış'a geçebilseler en önemli ihtiyaçlarını gereksiz kılabileceklerdi.

Akış'a giren ve çıkabilen her kim olursa, diğerinin konsantrasyonunu bozmayacak çadırın dışına çıkacaktı. Tabii Akış'a giremeyeceğine emin olan da aynını yapacaktı.

Aziz yavaş yavaş vücudunun soğuduğunu, başının da dönmeye başladığını hissetmeye başlamıştı. Bunun çadırın girişinden gelen bir serinlik olup olmadığına emin olmak istiyordu. Dönüp baksa, çadırın girişini oluşturan hasırın sallanıp sallanmadığını görebilecekti. Sarhoş olmadığını kanıtlamaya çalışan sarhoşlar gibiydi. Fakat gözünü açtığı an kendini kaybedeceğini düşünmekten bakamıyordu. Başının dönmesine bir bahane bulamamıştı ve yağ o kadar azdı ki...

Soğukluk iyice kendini hissettirmeye başlamıştı artık Akış'a başladığına emindi. Kapalı gözleri karanlıktan çıkıyor gibiydi, bulanık görüntüleri netleşmeye başlıyordu, kendi elinde olmasa bile.

Bir süre sanki önünde sayfaların hızla çevrildiği resimler gibi görüntüler belirdi, bazıları sadece resim bazıları kısa görüntüler. Hiç birini tam anlayamasa da, çocuk tekrar çıktı karşısına; hatırladığı ve yorumladığı kadarıyla onu biri yardıma çağırmış olmalıydı ki "Tabii ki yardım edeceğim!" demiş olsun. Eğer devamını görüyorsa aynı bedende olmalıydı.

Bir süre sadece beyaz bir ışık kapladı hem de neler olduğunu ne kadar merak etse de, gözünü kapatmak istercesine bir ışık. Hatta bu ışıkla, "gerçek zamana geri dönmek böyle oluyormuş" düşüncesi bile geçti. Akış devam ettiğinden emin olunca da, önce üzüldü sonra sevindi.

Bu ışık bir süre daha devam etti. Daha sonra belli belirsiz bir çift belirdi önünde, erkek olanı bir hayli iriydi, beden başını kaldırınca görüyordu vücudunu. Yanındaki kadın ise bedenden daha kısaydı. Hiç mi hiç uyumlu durmuyorlardı fakat birbirlerine baktıklarında sevgi okunuyordu bakışlarında. Fakat bedene baktıklarında korkuyla karışık minnet de vardı. Arada bir hepsi arkasına, uzaklara, kuytulara bakıyordu; bunu çiftin dışında bulunduğu bedenin de yaptığı bariz belliydi.

Erkek olanı bir savaşçıydı besbelli. Başında miğferi, sağ omuzundan çapraz inen deri kayış, koltuk altında bir büyük bir de küçük hançeri tutmaktaydı. Omuz başlarında ise orta boy bir kaplumbağanın kabuğu olduğu görünen bir korumayla omuzlarını korumaktaydı. Elleri, kolu, yüzü kesik izleriyle dolu, saçının kenarında bir kısmı -tüm görüntüsüne bakılırsa- savaşta olsa gerek kökünden koparılmış boş bir ova gibi duruyordu. Tırnaklarının arasındaki siyahlığın toprak/çamur olduğunu düşünmek fazla iyimserlik olurdu. Ten renginin gerçek renginin mi yoksa tırnak ile aynı sebepten mi esmer olduğu iddialı bir konuydu. Bu sert görüntünün dışında, yanındaki kadına bakışı o kadar sevgi doluydu ki, ona bakmak hariç bu bakışı başka hiç kimsenin görmeyeceğine emin olabiliyordunuz.

KarakutuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin