Canı çok acıyordu. Hem de çok acıyordu. Ama ruhu çok huzurluydu. Ölmek böyle bir şeydi demek ki. Oysa ki öldüğünde hep cehenneme gideceğini, oranın da çok sıcak olacağını düşünüyordu. Sızlayan vücudu üşüyordu. Öldükten sonra bedenini hissetmesi çok tuhaftı. Burası bedenlerinin işlediği günahların cezasını çekmeleri için ruhların geldiği yer değil miydi? Öyleyse neden? Neden fiziksel acı duyuyordu? Kollarını bile hareket ettiremiyordu. Bir eli sıcak ve yumuşak bir şeyin içine sıkıca hapsolmuştu. Diğer elini oynatmayı denedi. Bu sefer de ani bir acı hissetti. Arı sokması gibi garip, içini gıdıklayan bir histi.
Uzun zamandır aynı pozisyonda yatıyor olmalıydı. Sırtında karınca sürüsü dolaşıyor gibi hissediyordu. Oldukça rahatsız ediciydi. Ayrıca susamıştı. Ağzı kupkuru olmuş dili damağına yapıyordu. Çatlamış dudaklarını ıslatmak için dudağını yaladı ama buna hiç gerek yoktu. Dudakları yumuşacıktı ve kakao tadı vardı. Cennet, cehennem yada araf. Adı ne olursa olsun hizmeti güzeldi. Yatağı çok rahattı ve dudakları çatlamamıştı. Acaba nasıl bir yerdeydi? Cehennem filmlerde tasvir edildiği gibi kızgın lavlarla dolu ateş çukurlarından mı oluşuyordu? Cennet bulutların arasında süzülüyor hissi yaratıyor muydu? Peki ya araf? Orası nasıldı? Layla çok merak ediyordu. Her zaman için cehenneme gideceğine inanmıştı. Ancak oda sıcak değildi. Hayır, teninin tatlı tatlı sızlamasına yol açacak şekilde ılıktı. Cennet mi? Hiç sanmıyordu. Merakına yenik düşerek gözlerini araladı.
Göz kapakları ne zamandan beri tonlarca ağırlığa sahip olmuştu? Kaldıramıyordu. Tüm gücünü kullanarak biraz olsun aralamayı başardı. Gözleri o kadar kurumuştu ki ışık gözlerini yaktı. İnleyerek acıdan sulanmış gözlerini yeniden göz kapaklarını indirdi. Bir an için gördüğü yer bembeyazdı. Demek cehenennemde değildi. Tuhaf. Belki de kuyruk vardı. Onda bu şans varken Şeytan'ın izinli gününe denk gelmiş olması bile ihtimal dahilindeydi. Belki de Tanrı onu gerçekten de unutmuştu. Dünyadayken bunu yeterince göstermemiş miydi zaten? Bir de burada belli etmesi gerekmiyordu. Uzun zaman önce dersini almış ve ondan umudu kesmişti.
Derin bir nefes aldı ve ıslanmış gözlerini araladı. Bu sefer sadece ışıktan rahatsız olmuştu ama gözü hemen alıştı. Gözlerini oynatarak etrafını incelemeye başladı. Bembeya bir odada bembeyaz bir yatağın içerisindeydi. İçeri vuran turuncu ışık güneşin batmak üzere olduğunu söylüyordu. Öteki alemde güneş olduğunu ve her birine otel misali oda vericeğini kim tahmin edebilirdi.
"Yanından hiç ayrılmadı." Yumuşak kadın sesini duyduğunda yerinden sıçradı. Onun bu ani hareketiyle elini sıkıca tutan sıcak şey homurdandı. Gözlerini hemen sesin geldiği yöne çevirdi. Beyazlar içindeki meleğin muhteşem kumral saçları ve ilgiyle parıldayan ela gözleri vardı. Bir melek için bile çok güzeldi. Aynı zamanda çok tanıdık...
"Chantal?" dedi tereddütlü bir sesle. Boğazı o kadar kuruydu ki konuşmakta çok zorlanmıştı. Sesi paslı demirlerinin birbirine sürtünüşü gibi gııcırtılı ve boğuk çıkmıştı.
Melek başını sallayarak ona ufak bir gülümseme sundu.
"Sen de mi öldün?" diye safça sordu. Kadının gözleri önce acıyla parladı ancak sonrasında hafif bir kahkaha attı.
"Hayır." dedi kısaca. Layla'nın kafası iyice karışmıştı.
"O zaman burada ne işin var?" Kadın omuz silkti.
"Birinin sana ve ona göz kulak olması gerekiyordu." Sonra tereddütlü bir sesle ekledi. "Ve sanırım sana bir özür ve bir teşekkür borcum var." Layla anlamayan gözlerle ona baktı. Chantal başıyla bacaklarının yanına başını koymuş uyuyan adamı işaret etti. Layla ne olduğunu anlamayarak başını o yönce çevirdi. Bu müthiş bir acı vermişti ama başardı.