Geniş, aydınlık ameliyathaneye tamamiyle bir kaos havası hakimdi. Hemşireler oradan oraya koşturuyor, elektronik cihazlar çalıştırılıyor, herkes düz çizgiyi hareketlendirmek için çabalıyordu. Cerrahlardan biri yüksek sesle beşe kadar sayarak kalp masajı yapıyor, solunum makinesi beynin ölmemesi için ciğerlerini şişirip indiriyordu. Ama tüm yaptıkları boşa gibi görünüyordu. Tek düze ton hiç değişmiyordu.
"Makine yüklendi!" Hemşire adeta cerraha bağırmıştı. Cerrah başını salladı ve şok makinesinin ütüye benzer uçlarını eline aldı ve birbirine sürttükten sonra hastasının göğsüne yerleştirdi. Derin bir nefes alıp içinden hızlıca üçe kadar saydıktan sonra düğmeye bastı. Kızın ufak vücudu yatakta zıpladıktan sonra hamur gibi yığıldı. Kalp monitöründeki değişiklik saniyelik olmuştu.
"Voltajı arttırarak yeniden yükle! "
"Yüklendi."
Üç... İki... Bir... Değişen bir şey yoktu. Şoklar işe yaramıyordu. Kalp damar cerrahı doktor Michael Drue bir kaç denemenin daha sonunda bunun faydasız olduğunu fark etti. Makineyi bir kenara itip yeniden masaj yapmaya başladı. El bileklerinin topuk kısmını tam kalbinin üzerine koymuş her seferinde beş vuruş yapıyordu. Mücadele etmeksizin bırakmayacaktı bu işin peşini. Kolları ağrıyana kadar devam etti. Kasları yorgunluktan titreyene kadar masaj yaptı. Çevresindeki bütün herkes pes etmişti. Ama o hala devam ediyordu. Bir hastayı daha kaybetmeyecekti. Hayır, bu olasılık dahilinde bile değildi. Onun işi hayat kurtarmaktı, ölmelerine göz yummak değil. Gözyaşları terine karışıyor, görüşünü bulandırıyordu. Yine de çabalamaktan vaz geçmedi. Dümdüz yeşil çizgi sanki ona işkence çektiriyordu. Kabul etmesi için baskı yapıyordu. Zehirli bir ses beyninde fısıldıyordu. Kalbi durduğundan beri epey süre geçmişti. Artık pes etmeliydi. Ne kadar kabul etmek istemese de bir cesedi hayata döndüremezdi.
Yaşlar yanaklarından süzülürken gözünün ucuyla hemşirelerin istavroz çıkardığını gördü. Ruhu için dua ediyorlardı. Her şey bitmişti. Gencecik bir ruh daha yataktan kalkamamıştı. Suçluluk duygusu Michael'ın içini kemiriyordu. Belki biraz yersizdi ancak hep oradaydı. Kız geldiğinde umudunun az olduğunu zaten biliyordu. Peki onu böylesine şoka uğratan neydi? Bilmiyordu.
Titreyen elleriyle narin bedenin üzerindeki ince yeşil örtüyü kızın yüzüne kadar çekti. Saatine bakarak ölüm saatini söyledi hemşireye. O da istavroz çıkardı. İşinin en nefret ettiği kısmı gelmişti. Bunu sevdiklerine nasıl söyleyecekti? O yüzlerdeki acıya bir kez daha dayanabilir miydi? Doktorların taş kalpli olması gerekmez miydi? Fakat Michael yapamıyordu. Hiç tanımadığı bir insan için yine tanımadığı sevdikleriyle birlikte saatlerce oturup acılarını paylaşmak istemeden yapamıyordu. Tanrı yardımcısı olsun, bunu yapmak zorundaydı. Görevinin bilinciyle eldivenlerini çıkarmaya başladı.
Daha ilk eldivenini çıkaramamıştı ki diğer yatakta bir hareketlenme oldu. Genç adam yattığı yerde doğrulmuş, gözlerini kızın cansız bedenine sabitlemişti. Altın gözlerinden taşan acı o kadar büyüktü ki Michael bir daha asla mutlu olamayacağını hissediyordu. Ne yapacağını bilemeden öyece bekledi. Ne yapacağını görmek istiyordu. Ameliyathanede sadece ikisi vardı şimdi. Fakat bunu farkında olan tek kişi oydu. Bembeyaz yüzü yeşile dönen genç adam hiç bakmadan kolundaki iğneyi söktü ve ayağa kalkarak kızın cansız bedenine doğru ilerlemeye başladı.
Rory tamamiyle Layla'ya, aşkına odaklanmıştı. Hala oradaydı. Onu hissedebiliyordu. Ama gitmek üzereydi. Ve onu da çağırıyordu. Gidecekleri yerde onları ayıraca hiçbi şey yoktu. Sonsuza kadar birlikte ve mutlu olabilirlerdi. Ama yapamazdı. Onu kalmaya ikna etmesi şarttı. Eğer edemezse o da onunla gidecekti. Başka bir seçenek yoktu. Sadece bu.