Genç kız sokakta amaçsızca yürüyordu. Ne gidecek bir yeri vardı ne de sığınacak kimsesi. Hiçbir şey de yapmak istemiyordu zaten. Böyle sırılsıklam yağmurda yürümek çok hoşuna gidiyordu. Yalnızca karnı acıkmıştı. Bir manavın önünden geçerken çaktırmadan bir elma kaptı. Biraz ilerledikten sonra ıslak tişörtüne silerek temizledi ve yemeye başladı. Uğruna yaşamayı gerektirecek ne bir gururu kalmıştı ne de başka bir şeyi. Sadece ömür süresini dolduruyordu. Ölene kadar yaşayacaktı. O güne kadar bir şekilde devam etmeliydi. Gün gelip çattığında ise beyaz ışığın onu sarmalamasını memnuniyetle karşılayacaktı.
Amaçsız yürüyüşüne devam ediyordu. Bu sokaklardan daha önce binlerce defa geçmişti. Evden kaçalı bir yıl olmuştu. Oradan buradan bir şeyler yürüterek, bazen de iyi yürekli bir insanın verdiği üç beş kuruşla yiyecek alarak hayatta kalmayı başarmıştı. Ölene kadar da böyle olacaktı. Ancak annesi gibi olmayacaktı. Asla! Açlıktan ölse bile para için böyle bir şey yapmayacaktı. Çalmayı tercih ederdi.
Annesini düşününce içi yine nefretle doldu. O kadından nefret ediyordu. İstemediği bir çocuğu neden doğurmuştu? Peki neden evlatlık vermemişti? En azından yetiştirme kurumuna ya da bir kiliseye falan veremez miydi? Nefes alarak uyandığı her günde ondan iğreniyordu. Onu doğurduğu için, çocukluğunun böylesi boktan bir yerde geçirmesine göz yumduğu için ve bu lanet olası hayatı yaşamaya zorladığı için.
Elmasını yemeyi bitirmişti. Açlığını dindirebildiği için mutluydu. Dalgın dalgın yürüyordu hala. Hava kararmıştı. Birazdan yerleşecek bir yer bulur ve bu geceyi de atlatırdı. Yarın ne olacağını kim bilebilirdi ki? O değil. Kimse değil. Gözüne kestirdiği yere sadece birkaç adım kalmıştı ki yoğun bir alkol kokusu aldı. Daha sonrasını ise hatırlayamıyordu.