Aquilo - Silhouette
Keyifli okumalar. :*
38- Kır(m)ızı sensin.
HOSEOK
İhanet, terk ediş ve kabullenme. Aşama aşama gerçekleşen bir süreç ve en sonunda içinde bulunduğumuz durumun tamamen bir çıkmaza sürüklenişi. Evren sanki tüm olanaklarını kullanıp beni alaşağı etmek için sabırsızca bekliyordu. Beklentilerinin ötesinde, yaşamında ötesinde her şey tamamen zihnimde bambaşka bir diyara, bambaşka bir anıya sürüklenmişti. Şimdi elimdeki mektuba bakıyordum.
Taehyung'un yazısına ve kelimelerine.
Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum fakat o kağıdın kenarına bulanmış hafif kırmızılık, düşünmem gereken her şeyi tamamen yok etmişti. Gözlerim yazılarda dolanıyordu fakat okumak veya okumamak arasında kararsızca sürükleniyordum. Bana güveniyordu. Başından beri birbirimizden başka güvendiğimiz hiç kimse olmamıştı ve başından beri beni tüm bu karmaşanın içerisinde sürükleyen kişi oydu. Bu mektubu Namjoon'a vermemi istemişti ve artık bu güvenin tamamen tozlu sayfalar arasına kilitli kaldığını kanıtlar nitelikteydi. Ellerimdeki kağıdın ağırlığı, avuçlarımda bir külçe taş varmış gibi hissettiriyordu. O külçe taştan kurtulmak istiyordum, o kelimeleri görmemek, okumamak. Fakat ihanet tazeydi, tüm bunların aksine şimdi Jungkook'un odasında durmuş, ona yazılmış bir mektuba bakarken ihanet çok tazeydi. Onu korumak istemiştim, kendimi kurtarmak istemiştim ve aslında başından beri istediğim şey kurtarılmaktı.
Jungkook onu kurtarmıştı. Beni kim kurtaracaktı?
Gözlerim kelimelere kaydı, "Kırmızı," diye başlayan mektubun cümlelerini okumaya başladım ve her kelimede nefesim kesildi. Cümleler aktı, kelimeleri dikkatle inceledim ve satırlar arasındaki onlarca yakarış, gerçek yüzüme çarptı. Taehyung değişmemişti. Değişmeyecekti.
'Kaçtığım her şeye yakalandığımı fark ettim. Buna sen neden oldun, kaçtığım her şeye yakalanıyorum ve aslında tek istediğim şey kaçmak. Gitmek istiyorum.'
Cümleler ilerledi, Taehyung'un yazısı git gide bozuldu. Son cümleyi okudum ve durdum. Bu mektubu Namjoon'a vermeyecektim.
'Üzgünüm sevgilim, başından beri yalan söyledim.'
JUNGKOOK
Zaman sanki bir andan bir ana beni savuruyor, zaman beni düşüncelerim o derin girdabında tüketiyordu. Zaman, hiç bu kadar avuçlarını sıkmamış, hiç bu kadar derin bir savurganlığın içerisine beni sürüklememişti. Bir yandan kafamda ki düşünceleri durdurmaya çalışıyor, bir yandan o düşüncelerle savaşmam gerektiğini biliyor fakat bir çaba göstermiyordum. Çaba gösteremiyordum. Zaman bütün acıların üzerini örtmüş, sadece benimkini öylece açıkta bırakmış gibiydi. Zaman beni içerisine hapsetmişti ve ben içimdeki korkuyla savaşamayacak duruma gelene kadar zincirlerini bana geçirmeye, o parmaklıkların arkasında beni tutsak etmeye devam ediyordu. Her şey yolunda gibi görünmüştü gözüme, her şey yolunda gibiydi fakat ben değildim. Atlatamıyordum. Zihnimin bir köşesinde bir yerlerde hep aynı manzara dönüp duruyordu, onu kanlar içinde bulduğum anı defalarca rüyalarımda yaşıyordum ve ben o anı atlatamıyordum.
Sanki o iyileşiyordu, ben onun iyileştiği her an daha da tükeniyordum, bilmiyordum. Kafam karışıktı, düşüncelerimi durdurmak isteyen benliğim karışıktı ve ben tamamen karmakarışıktım.
"Ne düşünüyorsun?" Düşünemiyordum. Jimin uykulu gözleriyle bana bakarken bir yandan da kendine kahve dolduruyordu. Hastaneden çıkalı, o olay olalı iki haftayı geçmişti. O gün birbirimize sarılıp sözler verdiğimiz ve buradan uzaklaşmamız gerektiğini konuşmamızın üzerinden sadece iki hafta geçmişti. Taehyung kendi evinde kalıyordu. Kolları öylece sargılı bir şekilde benim yanımda öylece duramayacağını, bu dağılmış halini daha fazla görmemem gerektiğini söylemişti. Ona izin vermiştim. Onu her gün görmeye gidiyordum ve iyiydi. Cidden iyiydi. Göğsüne kıvrılıp yatıyor, saçlarımı okşamasına izin veriyor ve dudaklarının tenimde hafif öpücükler bırakmasına sesimi çıkarmıyordum. O iyiydi, bunu düşünmekten başka bir şey yapmıyordum ve içimde çığlık çığlığa bağıran o sesi susturmaya çalışıyordum.
