Naamkahu.
O kazayı geçirdiğimde, hayatımı baştan sona değiştiren o kazayı geçirdiğimde yalnızca on yedi yaşındaydım. Bu yüzden yirmi altı yıldır yaşadığım şu hayat benim gözümde ikiye ayrılıyordu; on yediden öncesi ve sonrası. Öncesinde oldukça başarılı bir öğrenciydim, herkesle iyi anlaşsam da gizliden gizliye benden nefret eden bir kesim olduğunun da farkındaydım ama bu asla önemseyeceğim şeyler listesinde ilk ona girememişti. Verecek, dağıtacak çok fazla sevgi barındırıyordum kalbimde. İnsanlarla iyi anlaşırdım, ailemle çok güzel bir ilişkim vardı. Kitaplar? Okurdum, kendimi kaptırdığım tek bir seri olmuştu şimdiye kadar ve o da maalesef yazarın beşinci kitabın yayımlanışının ardından ortadan kaybolmasıyla yarım kalmıştı. O kazadan sonra, benim deyimimle on yediden sonra; insanlarla anlaşamaz olmuştum. Yanlarında rahat edemiyordum. Onlar tamamlanıyordu, ben sürekli eksik kalacağımı hatırlıyordum. Hala başarılı bir öğrenciydim, insanların benim hakkımdaki düşüncelerine verdiğim değer yükselmiş ve bu durum önem listemde ilk üçe girmeyi başarmıştı. Ailemle aramdaki ilişki mahvolmuş, bir noktada korktukları o insan haline gelmiştim. Vermek istediğim o tüm sevgi kalbimde sıkışıp kalmış, bir süre sonra taşlaşıp göğsümde taşımanın beni yorduğu bir kütle haline gelmişti. Kendimi yalnızlığa alıştıracağım derken sevmeyi unutmuştum. Sevebileceğim insan olmadığını öğrendiğim o gün, kendimi sevmeyi unutmuştum.
On yediden sonra kitapların önemi artmıştı. Anne ve babamın düşmemden korktuğu o çukurdan beni çıkaran kişi komik bir şekilde kurgusal bir karakterdi. Suga isimli bir karakter. Suga'ya on yediden önceki ve on yediden sonraki bakışım o kadar farklıydı ki, benim karakter olarak geçirdiğim evrimin ufak bir özeti gibiydi. Onun da sevecek kimsesi yoktu, ben de taştan kalbimi ona vermiştim. Suga çok güçlüydü çünkü, kalbimi taşımasını iyi bilirdi.
Birkaç yakın arkadaşımla iletişim halinde kalmayı başarmıştım. Üniversiteyi kazanıp başarıyla bitirmiş, Suga'ya kalbimi boşu boşuna taşımadığını kanıtlamak istemiştim.
Onun gibiydim işte. Kazanan değildim ama hayatta kalandım.
Çalışmadığım günler yapmayı en sevdiğim şey kitap okumaktı. Şimdiye kadar okuduğum yüzlerce kitabın arasında en sevdiğim Suga'nın ana karakteri olduğu seriydi ve bir süre sonra da bu beş kitap okuduğum tek şey haline gelmişti. Bıkmıyordum, usanmıyordum. Kazanamıyordum ama hayatta kalıyordum.
Naamkahu.
Yeryüzünde birçok din ve bu dinlerin de binlerce takipçisi vardı ama ben kendimi bildim bileli en dikkat çeken din Naamkahu'nun tapıldığı dindi; diğer ismiyle de Kaahujangi. Ruh eşlerinin tanrısı olduğuna inanılan Naamkahu, sözde bir gün yeryüzüne inecek ve eşi olmayan insanları korkunç kaderlerinden kurtaracaktı. Buraya kadar her şey tamamdı, ben de isterdim Superman gelip bana ruh eşimi versin ama dinin takipçileri olan Kaahular bir süre sonra yoldan çıkmış ve pilheu olarak da bilinen, ruh eşi olmayan insanları tapınaklara almamaya başlamıştı. Bu şekilde başlanan aforoz davası, dinin birçok takipçisi tarafından reddedilmesine ve yeryüzündeki çatışmasını bugüne kadar sürdürmesine sebep olmuştu. Ben, mesela, beni evine bile almayan bir tanrının gelip de beni kurtaracağına inanmıyordum.
Suga da inanmıyordu. Bu yüzden beş kitap boyunca onu öldüreceğim, diyerek bu şerefsiz tanrının peşine düşmüştü. Seri Kaahulardan o kadar büyük bir tepki almıştı ki, iki binli yılların başında yazara karşı bir suikast düzenlendiğini eş derslerimizde bile işler olmuştuk. Öte yandan pilheular bu seriye iki elle sarılmış ve kutsal kitapları haline getirmişlerdi. Suga yalnızca benim için değil, binlerce insan için ilham kaynağıydı.