"Efendim?" Çadırın girişini açarken alçak bir tonda seslendim.Hava oldukça kararmıştı ve kabilede pek fazla ses yoktu, herkes avdan sonra çok yorulmuş olmalıydı.
"Efendim?" Tekrarladığımda çadırın içinde onu aradım ama içerideki ufak meşale tüm çadırı aydınlatmaya yetmiyordu.
"Cidden--neredesin?" Gözlerimi devirip iç çektim çünkü içeride kimse yok gibi görünüyordu. "Neden herkesi endişelendirmen gerekiyor ki?"
"Umutsuzca etrafına bakmanı izlemeye devam etmek isterdim ama konuşmaya devam edersen seni öldürmem gerekecekmiş gibi hissediyorum."
Olduğum yerde kalakaldım.
"Üzgünüm---ben sadece--"
"Sadece ne?" Sorduğunda yüzümü sese doğru çevirdim ama içerisi fazla karanlıktı.
"Sadece---ben sadece--" Derin bir iç çektikten sonra ufak meşaleyi alıp yüzünü görebilmek için onun önüne doğru koydum. "Sadece sana bunun Ji Hee'nin hatası olmadığını söylemek istedim."
"Ne?" Oturduğu yerde yüzünü buruşturduğunu görünce karşısında dizlerimin üzerine oturdum.
"O elinden geleni yapıyor--- ama bunun kolay olmadığını biliyorsun."
"Neden buradasın, Seungri?" Yüzünü diğer tarafa çevirirken soğuk bir tonda sorduğunda büyük bir kupadan bir şey içtiğini görebiliyordum.
"Üzgünüm." mırıldanıp ayağa kalktığımda neredeyse dışarı çıkıyordum, neredeyse.
"Bunun tuhaf olduğunu biliyorum ama bugün zamanını ailesiyle geçirmeyen tek kişiler biziz ve--bilmiyorum--buraya gelmem gerektiğini düşündüm---koruyucun olduğum için." Tekrar söylediğimde çadırın girişinde öylece dikiliyordum.
"Zaten koruyucum olmayı istememiştin." mırıldanıp kovaya uzandığında kupasına tekrar bir şey doldurdu.
"Aslında hayır." Yine ona doğru yöneldiğimde çok korkmuş hissetmiyordum çünkü en azından benimle uğraşamayacak kadar yorgundu. "Şöyle bir düşününce-- bunu gerçekten isteyen tek kişi bendim."
Kaşlarını kaldırıp bana baktı.
"Gözlerime bakamıyorsun bile, Seungri." Söyler söylemez gözlerimi kaçırdığımda gülüp kafasını salladı.
"Ben de öyle düşünmüştüm." Tekrar her ne içiyorsa onu içerken mırıldandı.
"Kimse endişelenmiyor." Bir süre sonra söylediğinde gerildiğim için parmaklarımla oynuyordum. "Sen endişeli misin?"
"Bu bir şeyi değiştirir mi?" kafamı eğerken söylediğimde tonum ondan daha alçaktı.
"Belki." kupayı tekrar dudaklarına götürmeden önce söyledi. "Ne için endişeli olduğuna göre değişir."
Bir şey söylemeyip karşısında oturmaya devam ettiğimde aniden kupasını ikimizin ortasına koydu.
"Bunun ne olduğunu biliyor musun?"
Kaşlarımı çatıp içeceğe baktım.
"Su değil?"
"Evet, çok zekice." kupayı iyice bana doğru itti. "Dene."
Önce kupaya sonra tekrar ona baktım.
"Daha rahat konuşmanı sağlar.Koruyucum olduğunu söylüyorsan, bir dene."
Başımla onayladıktan sonra kupayı iki elimle kaldırdım ama kokusu bile yüzümü ekşitmeme neden olmuştu.
"Sanırım bu pek de--"