Bölüm On İki

Magsimula sa umpisa
                                    

  Kapıyı iterek açtım. Dışarıyı içeriyle bütünleştiren camların üzerlerindeki renkli melek çizimleri, bana yukarıdan bir yerlerden izlendiğimizi hatırlatıyordu.

  Düzenli bir şekilde sıralanmış koyu renkli oturakların tam önünde duran kahverengi tahta tabutu gördüm. Ardından onun aynısı olan başka bir tabutun da hemen ilerisinde durduğunu… Etrafta benden başka kimse yoktu. Sessizlik kilisenin salonunu esir almıştı ve gerilmeme neden olmuştu. Her ne yapacaksam bir an önce yapmaya karar verdim. Bir an önce onları hak ettikleri gibi onurlandırıp sonra da kendime acımaktan vazgeçmeliydim.

  Ben tabutlara ulaştığımda, arkamdaki kilise kapısının sesli bir şekilde açıldığını işittim. Başımı çevirdiğimde Lex’in yosun yeşili gözleriyle karşılaştım. Üzerinde ütüsüz siyah bir takım ve içinde yine ütüsüz beyaz bir gömlek vardı. Saçlarıysa her zamanki gibi darmadağındı. Ağır adımlarla bana doğru gelirken onunla birlikte gittikçe ağırlaşan sigara kokusu da burnumu sızlattı. Bana ulaştığında içimi sızlatacak bir şekilde gülümsedi. ‘’Üzgünüm,’’ dedi. ‘’Senin için zor olduğunu biliyorum.’’

  Sessizce başımı sallamakla yetindim. Sonra cesaretimi toplayıp tabutların içine baktım. İkisinin de gözleri kapalıydı. Parmaklarındaki evlilik yüzükleri duruyordu. ‘’Birileri gelir diye düşünmüştüm. Onları seven birileri… Ama…’’ Omuz silktim.

   ‘’Birilerinin gelip onları uğurlarken yanında olmaları, ailenin öldüğü gerçeğini değiştirmeyecek. Hiçbir şey, değiştirmeyecek. Ve farkına varman gereken şeyse, dışlanmanın senin hayat biçimin olacak olması… Sen, ben, Andrew… Buraya aitmişiz gibi davranmamız bizi buraya ait yapmayacak. Ailene duyulan öfke, bize duyulanın yanında hiç kalır. Onları, cenazeyi, ölümü… Bunları bir an önce arkanda bırakman lazım. Çok daha kötü şeyler olacak. Hepimiz, bir gün insanların bize karşı öfkeli bakışlarına, kana ve nefrete, ölüme ve daha da kötüsü sadakatsizliğe alışırken bu günler senin cennetin olarak kalacak.’’

  Sözleri, tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Ben ona söyleyecek mantıklı bir şeyler ararken arkamdan gelen tiz bir sesle irkildim. ‘’Aferin sana, tütün çocuk. Her ne kadar bacayı andıran kokun elli metre öteden duyulsa da şaşaalı sözlerdi.’’ Kısa boylu kızın kızıl saçları ve mavi gözleri bana Tasha’yı hatırlatmıştı. Yine de onun gözlerindeki simsiyah sürme ve bakışlarındaki sertlik Tasha’dan çok uzaktı. Üzerinde kısa kollu, mavi bir Guns N Roses tişörtü ve yırtık bir kot vardı. Hiç ses çıkarmadan içeri girdiğini fark ettim. O mu çok sessizdi biz mi çok dalgındık emin değildim. Lex ve ben ona garip bakışlar atarken en fazla on altı veya on yedisinde gösteren kız tekrar konuşmaya başladı. ‘’Dışlanmak size özgü bir şey değil burada. Buradakiler kendilerinden ufacık bir farkları olan herkesi dışlarlar, aşağılarlar. Ama bir süre sonra… Umursamamayı öğrenirsiniz. Buraya ait olmanıza gerek yok. Siz buraya sahipsiniz. Hepimiz buraya sahibiz.’’

  ‘’Ve ergen kız bu sözleri, diğer ergen arkadaşlarıyla girdiği erkek kavgasından mı öğrendi?’’ Lex, kendini toparlayıp eski iğneleyici haline yeniden dönmüştü. Sağımda duran kız, solumda duran Lex’e delici bakışlar attı.

  ‘’Ergen kız bu sözleri, ailesinin lanetli, bozuk kan gibi reddedilme imalarından öğrendi.’’ Bir süre ikimiz de onun sözlerinden hiçbir şey anlamadığımızı fazlasıyla belli ettik. Kızıl saçlı kız, sanki etrafındaki boğuk havayı dağıtır gibi başını iki yana salladı. ‘’Adım Faye Caracalla ve ailen için üzgünüm.’’

  Kaşlarımı çattım. ‘’Caracalla? Tasha’nın akrabası mısın?’’

  Faye, alayla güldü. ‘’Kız kardeşiyim.’’

  ‘’Şu an sadece bir tane Caracalla Cadısı yaşadığını sanıyordum.’’

  Omzu silkti. ‘’Zaten öyle. Ben bir nefilimim ve ablamın utanç kaynağıyım.’’ Gülüyordu. Sesinde, umursamazlık ve kızgınlıkla örtmeye çalıştığı bir kırgınlık vardı.

  Tasha’nın sözleri aklıma geldi. Cadı anneden doğan ama insan veya nefiim olan kız çocuklarıyla ilgili sözleri… ‘’Yanılıyorsun, Tasha’nın sana değer verdiğini biliyorum. Harika biri olduğunu düşünüyor.’’

  Benden yana bakmadan konuştu. ‘’Evet, bundan ben de eminim.’’ dedi kinayeli bir sesle.

  ‘’Bugün onun mutsuz günü. Seni teselli etmesi gerekmiyor. Cenazeye gelerek senin onu teselli etme sorumluluğunu alman gerekiyordu.’’ Lex’in sesiyle dikkatim dağıldı.

  Faye, sessizce güldü. ‘’Bilmiyor musun? Ergen kızlar sorumluluk almazlar.’’ Gitmeye hazırlanırken bir şey söylemeyi unutmuş gibi tekrar Lex’e döndü. ‘’Bence sen de bu baca gibi kokunla onu teselli etmekten çok sadece burnunun direğini sızlatıyorsun.’’ Ve sonra tıpkı geldiği gibi sessizce gitti.

  O gittikten sonra bir süre öyle sessizce kaldık. ‘’İyi birine benziyordu,’’ diyebildim sonunda.

  Lex, tek kaşını kaldırdı. ‘’Evet, tabi. Şeker gibiydi.’’

Kayıp Kanatlar: UyanışTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon