7. Bölüm

1.3K 109 7
                                    


Disiplin kendini gösterdi. O hayhuy içindeki kalabalık beş dakikada düzene girdi. Babil Kulesi'ni andıran gevezelikler sessizliğe gömüldü. Öğretmenler de yerlerini almışlardı ama, gene de herkes bir şeyler bekler gibiydi. Odanın iki duvarı boyunca uzanan sıralara dizilmiş seksen kız, kımıldamadan, dimdik oturuyorlardı. Tuhaf, hatta gülünç bir görünüşü vardı bu topluluğun. Her kızın saçı arkaya doğru taranmıştı, kimsede tek bir lüle bile yoktu. Yüksek dar yakalıklı kahverengi elbiseler giymişler, önlerine de, iş torbası niyetine, torba cepler asmışlardı. Hepsinin de ayağında yün çorap, maden tokalı, köy işi kunduralar vardı. Bu kılığa bürünmüş seksen kızdan en az yirmisi yetişkin kızlardı. Bu kılık onların üzerinde hiç de iyi durmuyor, en güzellerine bile bir acayiplik veriyordu.

Bir yandan kızları seyrederken, ara sıra da öğretmenleri süzüyordum. Hiçbiri tam olarak hoşuma gitmemişti. Tombul olanı biraz kabaca, esmer olanı biraz sertçe, yabancıya benzeyeni soğuk, acayipti. Miss Miller'e gelince –zavallıcık– morarmış, çökmüş, bitkin bir görünümü vardı. Gözlerim, böyle yüzden yüze dolaşıp dururken, bütün kızlar, aynı zamanda yaylarına basılmış gibi, ayağa kalktılar.

Ne olmuştu? Bir buyruk falan verildiğini duymadığım için, şaşırmıştım. Ben daha ne olduğunu anlamadan, kızlar gene yerlerine oturmuşlardı bile. Ama, şimdi bütün gözler bir noktaya çevrilmiş olduğu için ben de o yana baktım ve o gece beni karşılamış olan kadını gördüm. Uzun odanın öbür ucundaki şöminenin önünde durmuş (odanın iki ucunda da birer şömine vardı çünkü), ciddi bakışlarla, sessiz, kızları süzüyordu. Miss Miller, ilerleyerek, ona bir şeyler sordu, aldığı karşılık üzerine gene yerine oturduktan sonra, "Üst sınıf başı, coğrafya kürelerini getir!" diye buyurdu.

Kız bu buyruğu yerine getiredursun, yeni gelmiş olan hanım yavaş yavaş odanın öbür başına doğru yürüdü. Onun bu gidişine takılan bakışlarımdaki tapınmaya benzer hayranlık hâlâ içimdedir! Şimdi, böyle, gündüz aydınlığında bakınca görmüştüm: Bu hanım uzun boylu, beyaz tenli, pek biçimli bir kadındı. Kalemle çizilmiş gibi ince, uzun kirpiklerle çevrili, iyilik dolu koyu ela gözleri o geniş alnının beyazlığıyla çelişiyordu. Çok koyu kestane rengi saçları da, günün modasına göre, şakaklarının üzerinden yuvarlak lülelerle kıvrılmıştı (kırkmanın, lüleli perçemin modası yoktu o günlerde). Mor yünlüden yapılmış olan elbisesi de günün modasına uygun, İspanyol işi siyah kadife şeritlerle süslenmişti. Kuşağında altın bir cep saati parıldıyordu (bunlar o sıralarda şimdiki gibi ayağa düşmemişti). Okurlarım, tabloyu tamamlamak için, bunlara kibar, ince yüz çizgileri, biraz soluk ama pek duru bir ten, sultanlar gibi bir yürüyüş, bir eda eklerlerse Miss Temple'ın dış görünüşü konusunda, sözlerin verebileceği kadar doğru bir izlenim edinmiş olurlar. Sonradan, kiliseye giderken taşıyayım, diye bana verdiği dua kitabının iç sayfasındaki yazıdan onun tam adının Maria Temple olduğunu öğrenecektim.

Lowood Okulu'nun müdürü (evet, Miss Temple okulun müdürüydü), masalardan birinin üzerine konan iki kürenin başına geçerek, en üst sınıfı çevresine topladı, coğrafya dersi vermeye başladı. Öteki sınıflar da öğretmenlerinin çevresine toplandılar. Tarih, dilbilgisi falan bir saat kadar sürdü. Bundan sonra, yazı dersi, aritmetik dersi başladı. Miss Temple'la büyük kızlardan birkaçı da müzik dersi verdiler. Her dersin süresi saatle belirtilmişti. En sonunda saat on ikiyi çaldı. Müdire ayağa kalktı.

"Öğrencilere bir söyleyeceğim var," dedi. Ders sonu curcunası kopmaya başlamışken onun sesiyle duruldu. "Bu sabah size öyle bir kahvaltı verilmiş ki yiyememişsiniz," diyordu. "Karnınız aç olsa gerek. Hepinize peynir, ekmek dağıtılması için emir verdim."

Öğretmenler ona şaşkınlıkla bakar gibiydiler. Miss Temple onlara açıklama yapar gibi bir sesle, "Sorumluluğu kendi üzerime alıyorum," dedi, çıktı gitti.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin