27 : lovely

2.3K 253 210
                                    

Hafif hafif kar çiselerken simsiyah gökyüzüne bakıp küfrettim ve atkıma yüzümü daha çok gömdüm. Adımlarımı kaldırımda hızlandırırken içimden keşke Yerimler ile geç saate kadar dışarıda takılmasaydım diyordum. Hepimizin evleri zıt yönlerdeydi ve ben saat 10'da tek başıma sokakta yürüyordum.

Kar taneleri kirpiklerimde birikirken oflayarak ana yola çıkma umuduyla ara sokakta ilerlemeye devam ettim. Dönemeçi dönerken birkaç kişi geçti. Ve o an çantamda olan, Mark'ın bana verdiği biber gazı aklıma geldi; elim direkt çantamın içine daldı, küçük sprey kutusunu çıkarıp salladım ve yürümeye devam ettim.

Sonunda anayola çıktığımda anayolun yanlış tarafına çıktığımı fark ettim. Otobüs durakları burada değildi ve benim otobüsüm buranın ucundan dahi geçmiyordu. "Of Tanrım yeter ama."

Ellerimi kısa şişme montumun ceplerine koyup çapraz asmalı çantamı arkama aldım. Yüzümü atkıma gömerken dağınık topuzumdan çıkışan saçlar yüzüme geliyordu. Kirpiklerime düşen karlar beni rahatsız ediyordu. Altımdaki lacivert kot pantolon ve siyah botlarımla yürümek bile beni yoruyordu. Bir an önce eve gidip pijamalarımı giyip uyumak istiyordum.

Yolda yürürken zihnimin düşüncelerle dolu raflarından üzeri en az tozlu olan Mark ile ilgili düşünce kürem yine raftan yuvarlanıp yere düşerek kırıldı ve aynı suda dağılan mürekkep gibi karanlık zihnimin tüm ücra köşelerine yayılarak ortalığı renklendirdi.

Mark'la çıkıyor gibiydik ama henüz mesajlaşmamıştık. Okulda da 2 gündür adam gibi konuşmamıştık ve bu kendimi sorgulamama neden oluyordu. Acaba yanlış mı duymuş veya algılamıştım? Belki başka bir şey demek istemişti? Hiçbir fikrim yoktu. Ama bana sarıldığı anı aklımdan çıkaramıyordum.

Bu sefer de zihnimin rafından kilitli bir kasaya sakladığım annem yere düşerek kırıldı ve her yer siyaha bulandı.

Adımlarım yavaşladı. Giderek yavaşladı ve durdu. Kalbim de yavaşladı aynı zamanda, nefes alamıyor gibi hissettim.

Geçen hafta, evde kriz geçirdim. Ağlıyordum ve ağlamaktan nefes bile alamadım. Sadece karnımı tutuyor, yere kapaklanmış bir şekilde ağlayıp duruyordum. Durmadan hıçkırıyordum. Konuşamıyordum ve yanımda kimse yoktu. O kadar fazla hıçkırmıştım ki ciğerlerim yırtılacak gibi olmuştu. Ne yapacağımı bilemediğimden de daha çok ağlamıştım.

Fakat sakinleştim. Eninde sonunda o acı bitmişti. Yavaş yavaş dinecek, en sonunda da yok olacaktı. Aynı annemin ölüşünün verdiği acı gibi. En azından sonlanmasını umuyordum.

Durduğum yerde birkaç saniye daha durdum, ardından yürümeye devam ettim. Gerçekten artık eve gitmeliydim, saat 10.30'u geçiyordu ve ben durağa yaklaşamamıştım bile.

Müziğin sesini iyice yükseltip adımlarımı hızlandırdım. Durak sonunda göründüğünde omuzlarımdaki yük kalkmış gibiydi. Kendi kendime gülümsedim.

Tam biber gazını çantama koymak için ellerimi ceplerimden çıkarmıştım ki arkamdan uzun bir beden bana sıkıca sarıldı. Korkuyla birkaç salise dona kaldım fakat hemen arkamdakini sertçe ittirdim. Dirseğimle karnına vurup kollarından kurtuldum ve ondan uzaklaşıp biber gazını sıkmak için hazırlandım.

"SEONEUL DUR!" Mark kafasındaki bereyi düzeltip aynı zamanda baya sert vurduğum karnını tutarak yüzünü buruşturdu. "Tanrı aşkına!"

"Korkuttun! Az kalsın-" Elimdeki biber gazını salladım ve kalbim kut küt atarken oflayarak çantamın içine attım. "Ne yapıyorsun? Kalbime indi!"

"Canım yandı!"

"İyi!"

Karnını tutmayı bırakıp yüzüme baktı. Ben de ona baktım. Üzerinde siyah yamalı kar montu, siyah yırtık jeani ve aynı renk botları vardı. İçine giydiği kırmızı sweatshirtün kapüşonu belli oluyordu. Sırtında bir sırt çantası vardı ve kafasına da siyah bir bere geçirmişti. Saçları alnına doğru çıkışıyordu, ayrıca tek kulağında beyaz kulaklığı vardı.

Yuvarlak gözleri ise yorgun ve aynı zamanda halinden memnun bakıyordu. Kırmızı dudakları soğuktan kurumuş gibiydi. Kar taneleri omuzlarını ıslatmıştı, aynı zamanda kirpiklerine yapışmıştı.

"Sana aldığım biber gazıyla az kalsın kör olacaktım," diye söylenerek Mark yanıma geldi ve beraber ilerlemeye başladık. "Eee, eve mi?"

"Evet," dedim aynı zamanda başımla onaylarken. Ani gelişen karşılaşmamız yüzünden kalbim hala küt küt atıyordu fakat Mark benim aksime oldukça rahat bir tavırla bana döndü.

"Neredeydin? Saat geç oluyor."

"Yerimler ile takılıyordum," diye mırıldanıp kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Sen?"

"Ben de Violet'teydim." Kulaklığını çıkarıp cebine sıkıştırırken ben de öyle yaptım. Durağa yaklaşıyorduk. "Yukhei, Donghyuck falan vardı."

"Anladım," dedim ve yan yana ilerlemeye devam ettik. Arada ona kaçamak bakışlar atıyordum. Tabii atarken kendimi çok belli ediyordum, malum aramızda neredeyse 1 kafa boyu fark vardı ve ben başımı sürekli kaldırmak zorunda kalıyordum.

"Ne oldu?" Mark hafifçe sırıtarak sorduğunda akan burnumu çektim ve soğuktan donan ellerimi ceplerime koydum.

"Hiç."

Durağa geldik ve oturma yerleri dolu olduğu için kenarda beklemeye başladık. Ben sırtımı direğe yaslamışken Mark da tam önümde dikilip elleri montunun ceplerinde bana bakıyordu. Yüzünü daha çok inceledim. Sol göz kapağındaki ve sağ yanağındaki benleri onu daha da tatlı yapıyordu. Yüzünde çok sivilce yoktu, göz altları hafifçe çıkmıştı. Ayrıca tıraş ettiği sakallarının izlerini görebiliyordum. Uzanıp dokunmak istedim.

Bir dakika ya, o benim sevgilim değil miydi? İstediğim zaman dokunabilirdim.

Soğuk elimi cebimden çıkartıp yukarı uzattım ve yavaşça sıcacık boynu ile çenesine dokundum. Gözleri gözlerime bakınca baş parmağımla hafifçe gülümseyerek sakal izlerini okşadım. O da hafifçe gülümsedi ve gülümsediğinde daha da belirginleşen elmacık kemikleri onu o kadar tatlı ve yumuşacık gösteriyordu ki tutup kırmızı dudaklarından öpmek istiyordum.

"Bir şey soracağım ama kesinlikle yanlış anlamayacaksın," diye başladı Mark. Dudaklarını hafifçe yaladı, elimi yüzünden indirip tekrar ceplerime koydum. "Normalde Donghyucklarda yatıya kalacaktım fakat ailesinin acil bir işi çıktı. Eve gidecektim ama... Tabii eğer sen de istersen! Gerçekten bir şey yapmayacağım, sadece uyumak için! Zaten ne yapabiliriz ki hahaha-"

"Bende mi kalmak istiyorsun?" Tek kaşımı kaldırdım ve gülümsedim. Kalbim duyduğum teklifle küt küt atıyordu.

"Evet." Mark heyecanlanmış bir çocuk gibi gülümsedi ve eliyle kar taneleri gelen kirpiklerini ovuşturdu. "Yani sen de istersen."

"Hayır."

Yüzü düştü. "Ne?" Cevap vermeden ona dik dik baktım. Morali bozulmuş gibi omuzlarını silkti. "Tamam o zaman."

Gülmeye başladım. Gözlerinde küçük ışıltılar tekrardan oluşurken otobüsün geldiğini gördüm. Durdu. "Bekle, kabul ediyor musun yani?" Mark da gülerek sorduğunda kolundan tutup onu otobüse sürükledim.

"Gel şuraya Mark Lee. Tanrım, tam bir baş belasısın."

FetishHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin