II

804 26 3
                                    

II

Buğday ve pancar tarlalarının ortasındaki İki Yüz Kırklar madenci mahallesi karanlık gecede uykuya dalmıştı. Sırt sırta vermiş küçük evlerden oluşan ve kışla ya da hastane blokları gibi geometrik biçimli ve birbirine paralel dört geniş blok ile bu blokları ayıran, eşit büyüklükteki bahçelere bölünmüş üç geniş ağaçlıklı yol belli belirsiz seçilebiliyordu. Issız ovada yalnızca, tahta perdelerin yerinden sökülmüş kısımları arasında dolaşan rüzgârın uğultusu duyuluyordu.

İkinci blokun 16 numarasında oturan Maheulerin evinde hiç kıpırtı yoktu. İlk katın tek odası zifirî karanlığa boğulmuştu; balık istifi gibi, ağızları açık, yorgunluktan bitmiş halde uyudukları hissedilen insanlar bu karanlığın altında eziliyordu sanki. Dışarıdaki keskin soğuğa rağmen, odadaki ağır havada canlı bir sıcaklık, insanın hayvani kokusunun sindiği en derli toplu koğuşlara özgü o sıcak boğuculuk vardı.

Zemin kattaki salonun guguklu saati dördü vurduğunda evde hiçbir hareketlenme olmadı, hafif solukların ıslığına iki gürültülü horultu eşlik ediyordu hâlâ. Ve birden Catherine uyandı. Yorgunluğu arasında alışkanlıkla, saatin döşeme tahtasını aşıp gelen dört vuruşunu saymış, ama tam olarak ayılamamıştı henüz. Sonra, bacaklarını yorganın dışına çıkarıp, el yordamıyla bir kibrit buldu ve mumu yaktı. Ama oturduğu yerde öylece kalakaldı, ağırlaşan başı arkaya doğru gidiyordu, yastığına geri dönmenin karşı konulmaz ihtiyacına boyun eğdi sonunda.

Şimdi mum, içinde üç yatağın bulunduğu, iki pencereli, kare biçimindeki odayı aydınlatıyordu. Odada bir giysi dolabı, bir masa ve ceviz ağacından iki eski iskemle vardı, iskemlelerin isli rengi açık sarıya boyanmış duvarlarda belirgin lekeler oluşturuyordu. Ortalıkta çivilere asılmış pılı pırtılardan, döşemenin üzerine bırakılmış bir testiden, banyo leğeni olarak kullanılan toprak çömlekten başka bir şey yoktu. Soldaki yatakta yirmi bir yaşındaki büyük oğlan Zacharie, on birini bitiren kardeşi Jeanlin ile yatmıştı; sağdaki yatakta ise biri altı, diğeri dört yaşındaki iki ufaklık Lénore ve Henri koyun koyuna uyuyorlardı. Catherine ise üçüncü yatağı kız kardeşi Alzire ile paylaşıyordu, Alzire dokuz yaşına göre bir hayli cılızdı, sakat yavrucağın kamburu böğrüne dayanmasa, ablası yanında yattığını bile fark etmeyecekti. Açık duran camlı kapıdan, dehlize benzeyen sahanlık koridoru görünüyordu; bu koridordaki dördüncü yatakta anne ve baba yatıyordu, kendi yataklarının yanına daha üç aylık olan son çocukları Estelle'in beşiğini yerleştirmek zorunda kalmışlardı.

Catherine yine de umutsuz bir hamle yaptı. Geriniyor, ellerini götürüp, alnına ve ensesine dökülmüş darmadağın kızıl saçlarını karıştırıyordu. On beş yaş için biraz zayıftı; daracık geceliğinden yalnızca, kömürle dövmelenmişçesine morarmış ayakları ve sürekli kara sabunla yıkadığı için şimdiden bozulmuş solgun yüzüyle tezat oluşturan süt beyazı, narin kolları görünüyordu. Son bir esnemeyle ağzı kocaman açıldığında, kansız diş etlerinin solgunluğunda inci gibi parlayan dişleri ortaya çıktı. Uykuyla savaşan yaşarmış gri gözlerinde, tüm bedeninin yorgunluktan tükendiğini belli eden kederli ve yılgın bir ifade vardı.

Ama sahanlıktan bir homurtu geldi, Maheu peltek bir sesle bir şeyler geveliyordu:

"Lanet olsun! Kalkma zamanı gelmiş... Mumu sen mi yaktın Catherine?"

"Evet, baba, aşağıdaki saat dördü vurdu."

"O zaman çabuk olsana miskin! Pazar günü, yani dün o kadar dans etmeseydin, bizi daha erken kaldırırdın... İşte tembellik buna denir!"

Söylenmeye devam etti, ama uykunun ağır basmasıyla paylamaları yeni bir horultu arasında yitip gitti.

Genç kız üstünde gecelikle, yalınayak odada gidip geliyordu. Henri ve Lénore'un yattıkları yatağın yanından geçerken yana kaymış yorganı üzerlerine örttü, çocukluğa özgü derin bir uykuya dalmış olan yumurcaklar uyanmadı. Gözlerini açan Alzire hiçbir şey söylemeden dönerek yatağın, ablasının sıcak bıraktığı tarafına kaymıştı.

GerminalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin