25 : the story never ends

2K 256 188
                                    

Uyandığımda hastanedeydim. Başım ağrıyordu ve çok yorgundum, kaç saattir uyuyordum bilmiyordum. Hafifçe doğrulup etrafıma baktım. Mark da yanımdaki koltukta uyuyordu, başını koltuğun kenarına yaslamış, üzerine montunu örtmüştü. Sweatshirtünün kapüşonunu da kafasına geçirmişti. Saate baktım, 20.01. Benim için Busan'a kadar yanımda gelmiş, bana destek olmuştu. Her ağladığımda sarılmıştı ve göz yaşlarımı silmişti. Bunları hak etmiyordum.

Sabah annem öldükten sonra Mark beni dışarıya çıkarmıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Ağlayıp duruyordum. O da bana sarılıyordu.

Bir süre sonra babam gelmiş ve benimle konuşmuştu. Bana sarılmıştı. "Biliyorum. Zor," demişti. "Her hafta ziyarete gelmeni istemiyorum. Ayda bir, hatta 2 ayda bir de olur. Her gün aramanı da istemiyorum. Ama aklına geldikçe ara. Seni seviyorum. Çok kötü bir şey yaptım ve pişmanım."

Bir şey diyememiştim. Tüm gün boyunca yaptığım şeyi yapmıştım. Ağlamıştım.

Güneş doğmaya başladıktan bir saat sonra Mark beni uyumam konusunda ikna etmişti. Babam bizi eve götürmek istemiş ama Mark benim yerime reddetmiştiㅡbundan mutluydum. Babam ise cenaze hazırlıklarına başlayacağını söylemişti.

Biz gittikten sonra geri döndüğümde babamın kenara çökmüş ağladığını görmüştüm. Annemi seviyordu ve o da çok üzgündü. Ona karşı olan nefretim azalmaya başlamıştı.

Odaya gittiğimizde ise yatar yatmaz uyumuştum.

Ayağa kalktım ve üzerimdeki sweatshirtü çıkardım. Ardından yeşil kazağımı da çıkarıp sweatshirtü tekrar üzerime geçirdim. Kazağı yatağın üzerinde bırakıp ceketi de almadan odadan çıktım.

Koridorun sonundaki içecek makinesinden su aldım ve içtim. Boş şişeyi çöpe attım. Lavaboya girip tuvaletimi yaptım ve elimi yüzümü güzelce yıkayıp ağzımı çalkaladım. Parmaklarımla saçlarımı taradım ve şişmiş gözlerime dokundum. Çok kötü gözüküyorlardı. Göz altlarım çıkmıştı.

Lavabodan çıktım. Biraz hava almam gerekiyordu.

Merdivenlerden yukarıya çıktım ve çatıdaki terasa açılan kapıdan geçip arkamdan kapattım.

Soğuk rüzgar yüzüme çarpıp saçlarımı etrafa savurmaya başladığında ilerledim. Binanın kenarına doğru ilerledim. Bacaklarım titriyordu. Çok yorgundum. Ayakta zar zor duruyordum. Gözlerim kendiliğinden kapanıyordu. Çok soğuktu, titriyordum.

Ayaktaydım ama düşüyormuş gibi hissediyordum. Uçurumdan düşüyordum. Tutunduğum tek şey annemdi ve o da gitmişti. Tutunacak bir şeyim kalmamıştı. Ben de düşüyordum. Durmadan, giderek zemine yaklaşıyordum.

Ayaklarımı sürüyerek ilerlediğim çatının kenarında durdum. Aşağıya baktım. Her şey minnacıktı.

Geride kimse kalmamıştı. Ne annem, ne doğru düzgün babalık yapan adam, ne de arkadaşlarım. Önümde bir geleceğim bile yoktu. Üniversiteye gidemeyecektim. İş bulamayacaktım. Biriyle evlenemeyecektim.

Evlensem bile kim benimle gelinlik bakmaya gelecekti ki? Ölü annem mi? Başka bir kadınla olan babam mı? Olmayan arkadaşlarım mı? Kim?

Göz yaşlarım artık kendiliğinden düşüyordu yere. Soğuk rüzgar cildimi acıtıyordu. Nefesimi kesiyordu. Gözlerimi kapadım. Kenardaki çıkıntıya çıktım.

Şimdi atlasam bile beni kim tutacaktı?

Gözlerimi açtım. Rüzgar beni düşürmek istermiş gibi arkamdan esiyordu. Dünya bile ne kadar yararsız bir insan olduğumu biliyordu. Herkes yok olmamı bekliyordu. Aslında, kimse var olduğumun farkında değildi. Hayatım anlamsızdı. Ağlamam şiddetlenirken elimin tersiyle göz yaşlarımı siliyordum. Göğsümün içinde patlamak için hazırda duran bir bomba varmış gibiydi. Zamanım bitmek üzereydi.

Derin bir nefes aldım. Artık dayanamıyordum. "Artık bitebilir mi?" Ağlarken gökyüzüne sordum. Güneş batıyordu ve her yer kızıldı. "Artık mutlu olabilir miyim?"

Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Uçurumun dibini görebiliyordum. Gözlerimi kapadım ve adım atmak için kendimi hazırladım.

3... 2...

"SeoNeul?"

Birden bir ses duydum, arkamı dönünce yeni uyanmış Mark Lee'nin bana dehşet ve korku içinde baktığını gördüm. Bana doğru hızla yürümeye başlayınca ben de ona döndüm.

"Daha fazla yaklaşma."

Fakat durmadı.

"Mark, gelme! Git başımdan!" Sesimi yükselttiğimde birkaç adım kala durdu ve gözlerime baktı. Öfkeliydi ve dehşet içindeydi.

"Ne yaptığını sanıyorsun?" Ağlıyordum, cevap veremedim. "Seo, aşağı in."

Başımı iki yana salladım ve burnumu çekerek ellerimle yanaklarımı sildim. "Artık bitsin istiyorum."

"Ölerek mi? Pes ederek mi? Sonsuza kadar giderek mi? Bu kadar mı her şey senin için? Hayat bu mu? 19 yaşında birini kaybettin diye kendi hayatını sona erdirmek mi?" Bir adım daha yaklaştı. Ellerimle yüzümü kapadım. Sert bir rüzgar esti, ardından ellerimi çekip yay kaşlarını endişeyle çatmış gergin yüzüne baktım. Batan güneşin kızıl ışıkları suratına yansıyordu. Kırmızı dudakları aralıktı, gözleri parıldıyordu. "Aşağı in."

"Hayır."

"SeoNeul," dedi, sesi titredi. "Abim gözlerimin önünde öldü. Hiçbir şey yapamadım. Senin de ölmene izin vermeyeceğim. Anladın mı? Ya inersin ya da seninle gelirim."

"Ne?"

Mark yanıma gelip basamağı çıktı ve aşağı bile bakmadan bana döndü. "Atlamamı istiyor musun?"

Ağlarken başımı iki yana salladım. Yay kaşları hafifçe çatıktı.

"O zaman benim için yaşa. Anladın mı? Yanında ben olacağım. Seni asla terk etmeyeceğim. Hala sana değer verenler var. Ben varım." Elimi tuttu. "Benim için yaşa."

Göz yaşlarım yüzümden sıra sıra akarken hıçkırdım. Bir şey diyecek gücüm kalmadı.

Önce kendisi indi. Sonra bana belimden sarılıp aşağı indirdi ve o kadar sıkı sarıldı ki farkına vardım. Mark'ın beni kurtardığının farkına vardım.

FetishHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin