"SeoNeul, neler olmuş?"
Mark önüme dizlerinin üzerinde çöküp iki eliyle yüzümü avuçlarken kaşları çatıktı ve gözleri korku dolu bakıyordu. Endişeliydi.
Yüzüm yaşlarla ıslanırken kendimi sıkmaya başladım. Zamanım çok yoktu.
"Çok az vakti kalmış." Çenem o kadar fazla titriyordu ki durdurmak için dişlerimi sıkıyordum. "Gitmeliyim. Ç-çok çabuk."
"Tamam," dedi Mark ve yerden telefonumu alıp beni kollarımdan tutarak kaldırdı. "Önce bize gidiyoruz. Bu saatte gitsen bile uçak ayarlatamazsın, otobüs çok yavaş olur. Seni ben götürürüm."
"Ne?"
"Taksi!"
Barın önünden geçen taksiyi durdurdu ve benim bir şey dememe izin vermeden arka koltuğa oturttu. Ardından yanıma geçti ve kendi evinin adresini söyledi. "Lütfen çok hızlı gidin."
"Peki."
Annem. Onu en son sağlıklı gördüğümde 14 yaşındaydım. Yaz olmuştu ve tatile çıkmıştık. Biraz asi bir kadındı, saçlarını sarıya boyamıştı. Gözlerinde yuvarlak güneş gözlükleri, dalgalanan plaj elbisesi ve parmak arası terlikleri vardı. Bordo rengine boyadığı tırnaklarındaki ojeler çıkmıştı o yüzden yazlığımızın bahçesindeki masada oturmuş üzerinden geçiyordu. Ben de bulduğum bir sokak kedisini zorla kucağıma oturtmuştum. Babam bize yemek almak için gitmişti.
Yemekler geldiğinde sahile pikniğe gitmiştik, önümüzde deniz, yanımızda yemekler ve annem ile babama kırmızı şarap. Bardaklarını tokuştururlarken gülüşüyorlardı. Ben hala kediyle oynuyordum tabii.
Annem sarı saçları rüzgarda dalgalanırken büyük gözleriyle bana bakmıştı. Hüzünlü bir gülümseme atmıştı ve derin bir iç çekerek konuşmuştu. Birkaç cümle söylemişti, tüm günümün kararmasına neden olmuştu.
O birkaç cümle, o andan sonraki 4 yılımı mahvetmişti.
"Seo, seninle bir şey konuşmam gerek," demişti. Sonra ise çenesi titremeye başlamıştı. Babam ise gün doğumuna üzgün gözlerle bakıp şarabını yudumlarken bir sigara yakmıştı.
O konuşmaydı. Kanser olduğunu söylediği konuşma.
"Üzgünüm," demişti.
Ben de ona bağırmıştım. "Kanser isen savaşacaksın! Duydun mu beni?! Savaşacaksın ve kazanacaksın! Beni yalnız bırakmayacaksın! Bırakamazsın!" Ağlayarak ayağa kalkmış ve koşmaya başlamıştım.
Beni 3 saat aramışlardı. Oysa ki evimizden bir sokak ötede, bir ağacın altına oturmuş ağlıyordum. Kucağımdaki kediye sarılarak.
Sonraki aylarda kanserin etkisi başlamıştı bile. Birden bire 10 kilo düşmüştü. Bir yıl sonra arada eklemleri tutmamaya başlamıştı ve ev işlerini yapamıyordu. Erken yatıp geç kalkıyordu. En iyi doktorlarda tedavi görüyordu, bize işe yaradığı söyleniyordu. Umudumuz az da olsa en azından tutunacak bir şeyim vardı.
Lisemin 3. senesinin başında ise doktorlar tedavinin işe yaramadığını, üzgün olduklarını söylediler. Sonra babamı başka bir kadınla gördüm. Her şey art arda oldu.
Tanrı hala umutlu olmamı söylüyordu. Fakat tutunabileceğim bir şey vermedi. Ben de düşmeye başladım.
Öyle ki, dibe yaklaşıyordum. Yalnızca metreler vardı. Ve çakılmama saatler kalmıştı.
Kendimi o kadar sıkıyordum ki titrediğimi fark edemedim. Tırnaklarımı avucuma geçirmiş, alnımı ellerime yaslamıştım. Dişlerimi sıkmaktan başım ağrıyordu.
"Yetişeceğiz, söz veriyorum." Mark elimi tutup sıkarken kulağına dayadığı telefonu indirdi. Biriyle konuştuğunu bile fark etmemiştim. "Yukhei motorunu getirecek. Seni motorla götüreceğim, tamam mı?"
Başımı sallarken dokunsan ağlayacak gibiydim. Mark elimi sıkıca tutarken çenem titriyordu. Kafamı onun olmadığı tarafa çevirip göz yaşlarımı sildim.
Taksi durduğunda Mark ücreti ödedi ve arabadan fırladık. Evine koşarak giderken binanın önünde Yukhei bizi bekliyordu. Mark elimi bırakıp avucunu açtı ve Yukhei'nin ona fırlattığı anahtarı havada yakaladı. Ardından bana dönüp üzerimdeki ceketini aldı. "Sana kalın bir şeyler getireceğim. Burada bekle."
Koşarak binaya giderken Yukhei önüme geldi ve beklenmedik bir şey yaparak sarıldı. Büyük bedeninin arasında kaybolurken alnımı göğsüne yasladım. O kadar sıkı sarılıyordu ki göz yaşlarım kazağını ıslatıyordu. "Güçlü ol. Tamam mı?" Kızgın bir tonda söyledi. "Sen güçlü bir kızsın. Dikkatli ol. Üzgünüm." Başımın üzerine öpücük bırakırken ağzımdan bir hıçkırık çıktı ve ağlamaya başladım. "Destek çıkmak yerine seni daha çok üzdüm. Ama sen güçlü kaldın." Elleri saçlarımı okşarken sesindeki kızgınlık hala gitmemişti. "Seni sevdiğim için memnunum."
Güçlü olduğumu söylüyordu ama ben duygularımla savaşmak yerine içime atacak kadar zayıftım.
Eğer bu güçlü olmaksa, güçlü olmak istemiyordum. Artık dayanamıyordum. Mark ve Yukhei ile tanıştığımdan beri annemi düşünememiş, onunla iletişme geçememiştim. Ve şimdi bunun pişmanlığını o kadar derinden yaşıyordum ki bayılacak gibi hissediyordum.
Yukhei benden ayrıldı ve Mark binadan çıkana kadar benimle bekledi.
Mark üzerine yamalı montu, lacivert bir sweatshirt ve siyah jeani ile aynı renk botlarını giymişti. Elinde üzerindeki sweatshirtün aynısından tutuyordu, ayrıca siyah bir külotlu çorap da vardı. Bana yaklaşıp sweatshirtü ve çorabı uzattı. "Bacakların üşüyecekti, annemden aldım." Üzerimdeki yeşil kazağın üzerine sweatshirtü ve botlarımı çıkartıp çorabı eteğimin altına geçirirken Yukhei Mark'a motorun koltuğunun altındaki iki kaskı çıkartıyordu.
"Dikkatli sürün. 3 saate orada olursunuz." Yukhei ellerini ceplerine koydu. Mark ona teşekkür ederek sarıldı, ardından bana dönerek kafama kaskı taktı. Diğerini de kendi kafasına takarken beraber motora bindik. Beline sıkıca tutundum. "Kaza yapmayın sakın."
"Tamam abi ya. On bin kere söyledin," dedi Mark bıkmış bir şekilde. Yukhei'ye el salladım. O da bana.
Ardından Mark motoru son hızla sürmeye başladı. Yukhei geride küçük bir nokta olarak kalırken başımı önümdeki Mark'ın sırtına yasladım.
"5'e doğru orada oluruz."
"Ya yetişemezsek?"
"Yetişeceğiz."
Gecenin karanlığında, ana yola girerken titriyordum. Kalbim küt küt atıyordu. Gözlerimi yumdum ama yaşların akmasına izin vermedim. Daha sonra fazlasıyla akacaklarını biliyordum çünkü.
❦
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fetish
Fanfictionikimizin hayatı da karanlık iken, neden benimle ışığı aramak istiyorsun? © dububaoziㅣmark lee angst start: 20.11.17 finish: 06.05.18 ▪Bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.