Hafta sonu geldiği gibi kendimi içmek için geçen sefer gittiğim bara atmıştım.
Alkol konusuna hâlâ alışamamıştım, alışmayı da planlamıyordum ama kendimi bok gibi hissediyordum. Normalde de pek iyi hissetmezdim ama son 2 gün benim için o kadar zor geçmişti ki babamı getirip okuldan aldırma işlemlerini yapması fikrini bile beynimde tartmıştım. Sonuç ise tabii ki koca bir SAÇMALAMA yazısıydı.
Üzerimdeki siyah kot eteği düzelttim. Kot eteğimin altına geçirdiğim yarım postallarım, çorapsız beyaz bacaklarımda çok uzun değildi. Bileğimin bir karış üzerinde bitiyordu. Kot eteğimin üzerine giydiğim koyu yeşil örme, bol kazağı ise eteğimin içine sıkıştırmıştım. Saçlarım salık, kulağımda halka küpelerim vardı. Üzerimdeki siyah kabanı çıkartıp bar sandalyesine oturarak kabanı önümdeki boş tezgaha bıraktım.
Elime telefonumu alıp sesini açtım. Kimsenin aramayacağını biliyordum, artık sessizde tutmak için bir sebebim yoktu. O günden sonra ne Yukhei aramış, ne de Mark mesaj atmıştı.
İki arkadaşım vardı, iki kelimeyle ikisini de kaybetmiştim.
"Ne istersiniz?" Tezgahın arkasındaki, orta yaşlı kadın garson sorduğunda verecek bir cevabım yoktu.
"Bilmiyorum."
Kadın gülümseyip bana bir bardak, renksiz içkiden doldurdu ve önüme koydu. "Hafiftir, meraklanmayın." Ve diğer müsterilere içki vermek için döndü. Elime bardağı alıp kendi ekseni etrafında çevirmeye başladım.
O günden sonra okula gitmedim. İşte sabahtan akşama kadar çalışırken gözlerim sürekli telefonumdaydı. Birinin beni aramasını bekliyordum. Belki babamın, belki de Yukhei'nin. Ama Mark'ı düşünemiyordum bile.
Beni arkadaş olarak görmüştü. Şimdi sadece rahatsızlık hissediyor olmalıydı. Aynı Yukhei bana açıldığında hissettiğim gibi.
Ben insanlara sadece rahatsızlık veriyordum.
Bardaktaki az konulmuş alkolden yudumladım. Kafama dikip ikinciyi istedim. Sarhoş insanların gülüşmeleri, direk dansı yapan kadınlara tutulan alkışlar, köşedeki masalarda öpüşen çiftler, konuşmalar, kahkahalar, ağlayanlar, çalan karışık müzikler... Hepsi başımı şişiriyordu.
Ve, Tanrım, özellikle de 3 sandalye yanımda oturup ağlayan ve uyuklayan mini elbiseli kız.
Dikkatimi ona yönlendirirken garsonun onu tutup uyandırmaya çalıştığını fark ettim. Bardağımı başıma dikerken üçüncü bardağı aldım. Kız uyanmayıp ağlıyor, garsonu itiyordu. Burası gelip geçen herkesin kullanabileceği türden bir bar değildi, o tür barlarda tuvalette sevişebiliyordunuz bile. Burada uykuya dalmak bile yasaktı.
"Hanımefendi! Burada uyuyamazsınız! Lütfen gidin!" Garson çocuk sesini müzikte duyurmak için bağırdığında kız kımıldamadı bile. Tam tekrar bağıracak iken kız başını kaldırdı. "İstediğim yerde uyurum! Burası özgür bir ülke!"
Tanrım, bu kız Bo Ra'ydı.
Üzerinde uzun kollu koyu yeşil bir elbise vardı, ayağında siyah kısa topuk ayakkabıları dikkat çekmiyordu. Saçını balık sırtı örmüştü. Yüzü ağlamaktan kıpkırmızıydı.
"Hanımefendi! Güvenliği çağırmak zorundayım!"
"Onu tanıyorum," dedim dördüncü bardağı kafama dikerken. Ayağa kalkana kadar sarhoş olduğumun farkında değildim. Tökezleyerek Bo Ra'nın yanına gittim. Garsona, "Onu götürebilecek birilerini ararım," dediğimde teşekkür ederek diğer müşterilere döndü.
"Bo Ra?" Sesimi duyduğunda bana döndü. Elimi omzuna koydum. "İyi misin?"
Küçük çocuk gibi başını iki yana salladı. Burnunu çekerken önündeki telefonunu aldım. "Seni götürebilecek birilerini arayacağım tamam mı? Biraz dinlenebilirsin böylece."
"Kimse yok," dedi. Elleriyle gözlerini silerken rimeli dağılık yüzüne bulaştı. "Kimse beni almaz. Arkadaşlarımla kavgalıyım. Sevgilim dün benden ayrıldı."
"Sevgilin mi vardı?"
Başını salladı. "Mark'tan ayrıldıktan sonra çıkmaya başladık. Uzun sürmeyeceğini biliyordum. Beni her yerden engelledi. Numaramı da."
Anlamıyordum, insanlar Bo Ra gibi bir kızı nasıl reddediyorlardı?
"Çok yalnızım!" Bağırarak ağlamaya başladığında yine başını kollarına gömdü.
Telefonunu aldım, şifresizdi. Rehbere girdiğimde çok fazla kişi olduğunu gördüm. Bir sürü kişi vardı ve hâlâ yalnızım diye ağlıyordu.
Çıkan ilk numarayı aradım. Bir süre çaldı, sonra yüzüme kapandı. Galiba kavgalı olduğu arkadaşlarından biriydi. Onların sınıfından hatırladığım birkaç kişiyi aradım ama ya meşgule attılar yada hiç açmadılar. Saat gece yarısını geçiyordu. Uyumuş olabilirlerdi.
Karşıma çıkan numarayla duraksadım. Mark yazıyordu. Kimse açmıyordu. Mark da açmazdı. Ayrıca onu aramak istemiyordum.
Ama kimse yoktu. Bo Ra'yı ben götüremezdim, ben de sarhoştum.
Arama tuşuna basıp kulağıma dayadım. Kalbim küt küt atmaya başladı.
Dıııt...
Dıııt...
Dıııt...
Dıııt...
Açmayacaktı.
Dıııt...
"Bo Ra?"
Mark'ın şaşkın sesini duyduğumda nutkum tutuldu. Açmayacak sanıyordum.
"Mark?"
Duraksadı. Nefes alış verişini duydum. Kalbim güm güm atıyordu ve midem o hisle sıkışıyordu.
"SeoNeul?"
"Bo Ra sarhoş. Seni aramak istemezdim ama kimse açmadı. Onu götürür müsün?" Sesim dümdüz çıkıyordu. Bir an önce evet demesini ve kapatmasını istiyordum. Sonra ben kenarda durup onun Bo Ra'yı alıp götürüşünü izleyecektim.
"Hayır. Yapamam."
"Ne?"
Sesi gayet düz ve sıkılmış çıktığında donakaldım. Ne diyordu bu? Evet demesi gerekiyordu!
"Götüremem. Kapatıyorum."
"Neㅡ"
Telefon yüzüme kapandığında ağlayacak gibi olmuştum. Neden gelip alamıyordu? Ben olduğum için mi? Benimle konuşurken sesi ne kadar da düz ve sıkılmış çıkıyordu.
Sinirlendim ve onu tekrar aradım.
Dıııt...
Dıııt...
Hat meşgul.
Yüzüme kapatmıştı. Ama durmadım. Tekrar aradım. Tekrar tekrar aradım. O da bıkmadan aramayı kapattı. Ağlayacak gibiydim. Telefonu sertçe masaya bıraktım.
Uyuyan Bo Ra'ya baktım. Şimdi ne yapacaktım?
❦
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fetish
Fanfictionikimizin hayatı da karanlık iken, neden benimle ışığı aramak istiyorsun? © dububaoziㅣmark lee angst start: 20.11.17 finish: 06.05.18 ▪Bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.