Otobüsten okulun yakınındaki durakta inip koşarak okula girdiğimde çoktan nefes nefeseydim.
Biliyorum, ben okuldan kaçmak için yer ararken neden okula koştuğumu merak ediyorsunuz. Çünkü gecikmiştim ve ilk derste sevgili biricik hocamız bize İngilizceden sınav yapacaktı. Sınıfta İngilizcesi en iyi olan bendim, dil sınıfı olmamıza rağmen. Yine de hocanın huyunu suyunu biliyordum.
Peki nasıl geç kaldım?
Dün gece yarısı aptal Yukhei beni çağırmasaydı ve eve geldiğinde saat gece 2 olmasaydı belki daha iyi olurdu.
Beni acıktığı için küçük bir lokantaya götürüp et yedirmişti. Çok az bira içmiştik ㅡsarhoş olmadık. Sonra beni oyun kafelerinden birine götürüp oyun konsolundan oyun oynamıştık. Sonra bir kafeye gidip kahve içmiştik. O sırada da konuşup duruyordu. Hiç susmamıştı.
Açıkçası bundan memnundum, konuşma özürlüsü olduğum için karşımdakinin çok konuşkan olması gerekiyordu.
Beni eve bıraktığında ikimiz de uyumamak için kendimizi zor tutuyorduk. Bana gülümsemiş ve saçımı karıştırıp "Seninle takılmayı sevdim kedi kılıklı," demişti.
"Kedi kılıklı?" Dediğimde ise kediye benzediğimi söylemişti. Kediler kadar soğukmuşum. Oysa ki kediler en sevdiğim hayvanlardı.
Kıçımı devirip yatmadan önce bana iyi geceler mesajı atmıştı. Ben de ona iyi geceler demiştim.
Ama umduğum şey olmamıştı. Belki Mark'ı bırakıp en azından Yukhei gibi çabalayan birinden hoşlanabilirim sanıyordum. Hoşlanabilirim diye gitmiştim.
Ama hiçbir şey hissetmiyordum. Sadece beni yalnız hissettirmemişti. Mutlu hissettirmişti.
Fakat Mark beni yalnız hissettiriyordu.
Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp sınıfın önüne geldiğimde birkaç saniye durup soluklandım. Topuz yaptığım saçlarımı ve eteğimi düzeltip kapıyı çaldım.
Evet, patates SeoNeul sınıfa giriş yaptı.
Fakat sınıfa girdiğimde öğretmenin olmadığını ve herkesin kendi halinde olduğunu gördüm.
Birkaç kişi bana dönüp, "Günaydın Seo," dediğinde ben de hafifçe gülümseyip, "Günaydın," dedim.
Koridora bakan camların olduğu sıralarda değil de onların bir yanındaki sıralarda oturuyordum. En arka sıranın bir önünde.
Çantamı bırakıp dolabıma montumu sıkıştırdım. Ardından yerime geçip ellerimle yıkayamadığım yüzümü ovaladım.
Gözlerim Yukhei'nin sırasına kaydığında başını masaya yaslamış, kulağında kulaklıklarla test çözdüğünü gördüm. Aslında sınıfa baktığımda çoğu kişinin test çözdüğünü gördüm.
Neyse, üniversiteye gidemeyecektim bile. Test çözmenin mantığı neydi ki?
Çantamdan okuduğum romanı çıkarıp sayfalarını çevirdim. Anlaşılan boş derste yapılacak tek şey buydu.
***
Son teneffüse kadar hiçbir şey yapmadım. Öğle arasında kantinden tostumu aldım ve sınıfta yedim. Yemekhaneye gitmek istemedim. Sonra da telefonumdan dizi izledim. İnternet paketimin yarısı gitmişti ama bu Game Of Thrones izlememem için bana bir engel değildi.
Sonraki dersler boştu, Korece, matematik ve biyoloji gibi sıkıcı bir çok ders vardı. Çoğu öğretmen boş bırakmıştı. Test çözmemiz içindi tabii.
Son teneffüs ise suyum bittiği için kantine indim. Ve o an tüm gün boyunca ne Bo Ra'yı ne de Mark'ı gördüğümü fark ettim.
"Öf, bana ne ya," diye söylendim kantine girerken. Harbiden, bana neydi? Bu kadar umursamamalıydım.
Suyumu alıp içerken gözüme birisi çarptı. Gaeul.
Gaeul, bizim sınıftaydı. Kız çok güzeldi ve zekiydi. Ayrıca en güzel özelliği de dedikodu kazanı olmasıydı.
Kızda ne ararsanız vardı. Mezun olanların şu an ne yaptığı, okula geleceklerin listesi, yan sınıftakilerin eski sevgililerin eski sevgililerinin yeni sevgilileri ve ailevi konularda her şeyi detayına kadar bilirdi. Bir keresinde öğrendiği bir dedikoduyu unutmamak için telefonunda notlarına kaydettiğini görmüştüm. Kız Orhun Kitabeleri mi taşıyor dedikodu mu belli değildi.
Ne kadar dedikoducu olursa olsun ironik olsa da çok iyi sır tutardı. Yani biri hakkında bir şey öğrenmek isteseniz gidip o kişiye onu sorduğunu söylemezdi.
Adımlarım ona ilerlerken ne yaptığımı bilmiyordum. "Hey, Gaeul!"
Kız bana dönerken ilk önce şaşırdı. Tabii ki. Herkes gibi konuşabildiğimi unutmuş olmalıydı.
"Seo! Ne oldu?"
Arkadaşlarına bir dakika beklemelerini söyleyip yanıma geldiğinde hafifçe gülümsedim. "Selam, sana bir şey sorsam..?"
Yüzü aydınlandı. "Tabii ki! Aman Tanrım! SeoNeul bee, bugünleri de mi görecektik? Söyle bakalım, kimin numarasını vereyim?" Dostça koluma vurduğunda güldüm.
"Aslında numara değil." Cesaretimi topladım. Umarım birilerine çıtlamazdı. "Mark ve Bo Ra ne zamandır çıkıyor?"
"Demek Mark... Anlaşıldı," dedi ve hafifçe başını salladı. Kollarını göğsünde birleştirip tavana baktı. Hatırlamaya çalışıyormuş gibi gözlerini kıstı. "Hmmm, geçen sene kış festivalinde! Hatırladım. Tam önümde sevgili olmuşlardı." Sırıttı. "Hayırdır? Kalbini mi kaptırdın?"
"Ya-"
"Aslında benden duymuş olma ama," dedi ve bana doğru hafifçe yaklaştı. "Yıl dönümleri geliyor ama son 2 gündür tartışmışlar. Büyük ihtimalle bu yüzden okula gelmediler."
"Tartışmışlar mı?" Kalbim küt küt atmaya başladı. Lanet olsun, umutlanıyordum. "Neden peki?"
"Tam olarak bilmiyorum," dedi ve kafasını kaşıdı. "Yıl dönümlerinden önce Mark'ın abisinin yıl dönümü yaklaşıyor. O yüzden bu sıralar ikisi de gergin."
Kaşlarım çatıldı. Mark'ın abisi mi? Abisi mi vardı?
"Abisi mi?-"
"Ya Gaeul! Gel hadi! Müzik hocası seni bekliyor!"
Gaeul arkasına dönüp "Tamam!" dedikten sonra bana döndü ve burukça gülümsedi. "Gitmem gerek. Hocaya söyle müzikçinin yanındayım döneceğim. Ve merak etme, sırrın bende güvende."
Giderken orada öylece kaldım. Zil çaldı ve kantindekiler gitmeye başladı. Bense durmaya devam ettim.
Mark'ın abisine ne olmuştu peki?
❦
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fetish
Fanfictionikimizin hayatı da karanlık iken, neden benimle ışığı aramak istiyorsun? © dububaoziㅣmark lee angst start: 20.11.17 finish: 06.05.18 ▪Bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.