9 : deeply

2.6K 271 231
                                    

"Neden böylesin SeoNeul?" Mark fısıldarcasına sordu. "Birden herkese kapandın."

O kadar sarhoştum ki gerçeği söyledim hıçkırıklarımın arasından.

O lanet gerçeği.

"Çünkü babam denecek herif kanser annemi aldatıyor."

Sessizlik oldu.

Belki o sessizlikte içimdeki sorunu birine anlattığım için rahatlamam, omuzlarımın üzerindeki o öldürücü yükün yok olması gerekiyordu. Fakat ben aksine, daha da berbat hissediyordum.

Yüzümü kollarıma kapatıp sessizce ağlamaya devam ettim. Başım o kadar ağrıyordu ki patlayacak gibiydi, her saniye göz yaşlarım daha çok akıyordu. Sarhoştum, bunu bilmemem için salak olmam gerekiyordu. Ağlamamam ve çenemi kapalı tutmam gerektiğini de biliyordum. Fakat beynim bedenimi kontrol edemeyecek kadar uyuşmuştu.

Ağlamam yavaşlayıp giderek derin iç çekişlere döndüğünde iki şarkı bitmişti bile. Mark dikkatle hem bana, hem de masaya bakıyordu. Gözlerinden benim için üzüldüğünü görebiliyordum. Ben bile kendime üzülürken başkasından bunun zıttını bekleyemezdim zaten.

Tamamen sakinleşip koltukta arkama yaslandığımda bardağı ve içki şişesini aldım. Gözlerimin şiştiğini hissedebiliyordum. Burnum da akıyordu. Fakat bardağa doldurduğum bok gibi içkiyi yine de kafama diktim.

"Neler oldu?" Mark mırıldanarak sorarken gözleri masadaydı. Onun da kafası gidik duruyordu fakat kendine hakim olamayacak kadar sarhoş değildi. Gerekirse şu an kaykaya binip dengesini sağlayabilirdi. Ben yürüyebileceğimi bile sanmıyordum.

Neler oldu? Neler olmuştu cidden? Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki göz açıp kapayıncaya kadar kişiliğim değişmişti.

Sırtımı sol tarafımdaki duvara yaslayıp ayaklarımı koltuğa kaldırdım ve bacaklarımı kendime çektim. Ellerim soğuktan buz gibi olmuştu. Kuruyan dudaklarımı yalayıp solumda kalan Mark'a başımı çevirdim. "Çok şey oldu."

Gözlerini bana çevirdi.

"Annem ve babam Busan'da oturuyor. Liseyi okumam için beni buraya gönderdiler," dedim koyu renk gözlere bakarak. Uzay boşluğunu andıran bir çift göz sarı ışıkta parıldıyordu. Saçlarımı yüzümden çekip geriye yatırdım. "Annem ben 14 yaşımdayken kansere yakalandı. İki sene boyunca her şey iyiydi. Üçüncü senemin sonlarına doğru annemin kanserinin tedavisinin işe yaramaz olduğunu öğrendik. Ben de ziyarete gitmeye başladım." Derin bir iç çektim. "Bir gün annem hastanedeyken babamı başka bir kadınla yakaladım. Çok... çok iğrençti. Hâlâ iğrenç. Ve sonra o kadınla ben liseye başladığımdan beri beraber olduklarını öğrendim. Babamın beni o yüzden Seoul'a yolladığını öğrendim." Bir süre duraksadıktan sonra dudaklarımı dilimle ıslattım ve devam ettim. "Sikik kafalı herif annemin yanına yüzsüz gibi gitmeye devam ediyordu. Elini tutuyordu. Hâlâ devam ediyordur."

"Öğrendiğinde baban ne yaptı?" Mark sorduğunda omuzlarımı silktim.

"Kimseye söylemememi söyledi. Anneme söylememem için bana yemin ettirmeye çalıştı. Bana her ay ekstra para göndermeye başladı. Anneme söyleyemedim. Ama şerefsizin gönderdiği paralar için değil. Annemi daha fazla yıpratmamak için söylemedim." Sinirle güldüm. Sessizlik olurken gözlerim kapanıyordu. Fakat hem sinirli, hem üzgündüm. Beynim karman çorman olmuştu. "Eee Mark?" Güldüm. "Şimdi bir şey söyleyebilir misin bu değişikliğime? Hâlâ bana hırsız diyebilir misin?"

Bana baktı. Sadece baktı, gözlerinden sinirlendiğini görebiliyordum. Açıkçası yüzüne düşen gölgeden dolayı korkunç da duruyordu. Fakat ben güldüm.

Neden bu kadar sinirliydi ki?

"Ne oldu?" Elim şişeye uzandığında şişeyi benden uzaklaştırdı.

"Yeter." Sesi keskin çıkıyordu. Fakat ben güldüm. "SeoNeul. Gidelim artık. Seni taksiye bindireceğim."

"Hayır, hayır hayır hayır. Hayır olmaz." Kollarımı göğsümde kavuştururken kaşlarımı çattım. "O eve gitmek istemiyorum. Korkuyorum."

Neler diyordum ben?

Mark bana bakmaya devam etti. "Neden korkuyorsun?"

"Çünkü yalnızım." Dedim. "Yalnız, yalnız. Kimse yok. Boş odalar. Gıcırdayan parkeler. Yalnız ben."

Bir an için, "Yalnız değilsin," dediğini duyar gibi oldum. Fakat dudakları kımıldamıyordu bile. Gözlerim buğulanıyor, uykusuzluktan kayıyordu. İçerisi soğuktu ve ben titriyordum.

Belki de öyle demesini umuyordum.

"Mark..." dedim fısıldarcasına. Yay kaşları havaya kalktı. "Üşüyorum. Çok soğuk."

Kaşları çatıldı. "SeoNeul içerisi yanıyor."

Fakat ben titriyordum. Her yerim buz gibiydi.

"Hasta mı oldun?" Oturduğu yerde dikleşirken endişelenmiş gibiydi. "Artık gidelim."

Ayağa kalktım. Gözlerim hâlâ onun üzerindeyken masanın kenarında dolanıp önüne geldim.

Ona baktım. O kadar... etkileyiciydi ki onu öpmek istiyordum.

Hayır, dur. Kendine gel.

Yüzüne vuran gölgeler, bakışlarındaki parlaklık ve ifadeleri, yüzü, saçlarının tutamlarının kıvrılışı, boğazlı kazağının uzun boğazını sarışı, geniş omuzları, damarlı elleri, parmakları... Dudakları, kırmızı aralık dudakları.

"Ne oldu?" Bana anlamayan bakışlar atarken cevap vermedim. Transa girmiş gibiydim.

Hayır dur, lütfen.

Mark'ın siyah pantolonunun sardığı bacaklarına oturduğumda kaşları çatıldı. Bir şey demesine izin vermeden ellerimi boğazlı kazağının üzerinde birleştirip çıplak tenine dokundum. Teni alev almış gibi yanıyordu. Benim ellerim ise buz gibiydi.

Ense kökündeki siyah saçlarına parmaklarımı daldırırken gözlerinin içine bakıyordum. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Gözleri derin bakıyordu, tıpkı uzay boşluğu gibi. Kaşları çatılıydı. Elleri iki yanında duruyor, ne yapacağını bilmiyordu.

Hafifçe gülümsedim. Bedeninin sıcaklığı bedenimi ısıtıyordu.

"SeoNeul," dedi fısıldarcasına. Kırmızı dudaklarından ismimi duymak beni daha da bilinçsizleştirirken ona doğru yaklaştım.

Gözlerimi kaparken kaşlarının hâlâ çatılı olduğunu gördüm. Gözleri dudaklarımdaydı.

Yapma!

Ona tamamen yaklaşıp başımı hafifçe sağa eğdim ve dudaklarımı alev gibi sıcak dudaklarına yerleştirdim. Nefesi tenimi yakarken, kalbim çok hızlı atıyordu. Derin nefesler alarak ona daha da yaklaşırken dudaklarını sertçe emmeye başladım. Öpüşme seslerimiz kulaklarımı dolduruyordu.

Sarhoştum ve yapmamam gereken bir şeyi yapıyordum. Ama bunu istiyordum.

Onu istiyordum.

FetishHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin