4 : thinking about his purpose

2.8K 265 147
                                    

Soğuk havada aceleyle okula doğru ilerliyordum. Kulağımda kulaklıklar takılıydı, saçımı at kuyruğu toplamıştım. Rüzgardan dolayı uçuşan eteğimi elimle düzeltirken merdivenlerden çıktım ve okul binasının içine girdim.

Herkes daha sabah olduğu için sınıflarına girmiş uyukluyordu. Merdivenlere yönelirken ellerimi montumun ceplerine koydum. Dün gece biraz soğuk algınlığına yakalandığım için burnumu çekiyordum. Ayrıca son derece halsizdim. Bugün de kafe dün akşamki gibi kalabalık olursa ne yapacağımı bilmiyordum.

Sonunda sınıfımın olduğu kata vardığımda ayaklarımı sürüyerek koridorun sonundaki sınıfıma ilerledim.

İçeride çok kişi yoktu, olanlar da uyukluyordu. Ben de sırama ilerledim. Çantamı bırakırken masamın üzerine bırakılan şeyi gördüm ve duraksadım. Birkaç saniye ona baktım. Ardından montumu çıkarıp asarak sırama oturdum. Masanın üzerinde duran şeyi yavaşça elime aldım.

Biber gazı.

Dün akşam otobüste olanlar karanlık zihnimde tıpkı bir mürekkep gibi dağıldı. Söylediğim her kelime, sorduğu her cümle ve benim bile onlara cevap bulamayış anlarım beynimin her köşesine yayılırken son olarak o bakışı hatırladım. Onu her seferinde reddettiğimde attığı bakış veya anlamını çözemediğim bakış değil. Otobüsten indiğimde biber gazına bakarken gördüğüm bakış.

O üzgün bakışlar.

Dün gece yapmayacağım bir şey olmasına rağmen başkası için uzun uzun düşündüm. Bir bakıma, o da benden farksız değildi. Ne kadar sürekli karşıma çıkarak ona yılışık kalıbını oturtsam da, soğuk bir mesafe duvarı vardı.

İşte aramızdaki fark da buydu. Onun mesafe duvarı görünmez camdanken, ben herkes görebilsin diye betondan yapmıştım.

Elimde çevirip durduğum biber gazına bakarken başka düşünceler doldu. Neden yakın gibi davranıp aslında uzak oluyordu? Amacı neydi? Mutlaka bir amacı olmalıydı, fakat bu amacını o kadar iyi saklıyordu ki yine çözemediğim bir çift koyu renk, yuvarlak gözler karşımda beliriyordu. Fakat belki de bir amacı yoktu, sadece arkadaş olmaya çalışıyordu.

Hayır, hiç kimse karşılıksız benimle konuşmazdı.

Babam bile.

Biber gazını çantama koyarken derin bir iç çektim. Uykum vardı, ayrıca bunalmıştım. Yüzümü yıkamak için ayağa kalktım ve sınıftan çıktım. Koridorda lavaboya doğru ilerlerken başımı sağa çevirdim. Cam takılı duvarlardan sınıfın içerisini görebiliyordum.

Onu gördüm. Telefonunu yan yatırmış oyun oynuyor gibi görünüyordu. Arkadaşı ona seslendiğinde başını salladı ve ayağa kalkıp spor çantasını aldı.

Beni görmedi. Başımı çevirip lavaboya girdim.

Aynanın önüne geçtiğimde kendi halime baktım. Pürüzsüz yüzüm, yorgun gözlerim, kurumuş dudaklarım, kısacık kirpiklerim, at kuyruğu topladığım, kenardan tutamlar dökülen saçlarım, siyah hoodimle son derece pespaye duruyordum. Herkes kendine çekidüzen vermek için uğraşırken, ben giderek batıyordum.

Soğuk suyu açtım ve bir avuç suyla yüzümü ıslattım. Isınan yanaklarım soğuk suyla temas ederken irkildim fakat bir kere daha yüzüme su çarptım. Çeşmeyi kapatıp peçete bile koymadıkları makineye bıkmış bir bakış atıp kollarımla yüzümü sildim.

Lavabodan çıkarken gözlerim Mark'ın sınıfındaydı. Boştu.

Aklıma gelen çılgınca fikirle koşarak sınıfıma girdim ve beklemeden çantamdan yeşil bir post-it ile kalem çıkardım. Fakat yazacak iken tereddüt ettim.

Ne yazacaktım ki? Biber gazı için teşekkürler yılışık. Söylemek istediğim ne kadar bu olsa da bunu yazmamam gerektiğini bilecek kadar aklı başında bir insandım.

Derin bir nefes alarak en basit şeyi yazdım.

Teşekkür ederim.

Adımı veya benim bıraktığımı anlayacak herhangi bir not bırakmadım. Anlayacağını biliyordum.

Fikrimi değiştirmeden sınıftan hızla ayrıldım. Koridorda Mark'ın sınıfına yöneldim ve boş sınıfa girdim. Beden dersleri olduğunu tahmin ediyordum.

Az önce onu otururken gördüğüm masaya ilerledim. Masanın üzerindeki etiketten kontrol ettim. Mark Lee. Evet, bu onun masasıydı.

Post-it'i masaya yapıştırdım. İçimden bir ses yapmamamı söylese de bu sefer o iç sesimi dinlemedim. Arkamı döndüğüm gibi sınıftan çıktım.

Öğretmenler zili çalıp sınıfa girdiğimde çoktan pişman olmuştum.

Masama oturdum ve dersi dinlemedim bile. Beynimde pişmanlık dalgaları yayılıyordu. İçim içimi kemiriyor gibiydi, göğsümdeki balon giderek şişiyor ve beni geriyordu.

Ne diye not bırakmıştım ki? Lanet biber gazını ben istememiştim. Onunla konuşmayı, herhangi bir iletişimde bulunmayı dahi istememiştim. Hatta onu gayet net bir şekilde arkadaş olmak konusunda reddetmiştim, bunu anlamayan oydu.

Dün akşam otobüste dediğim onca sert ve kırıcı şeyden sonra yüzsüz gibi teşekkür ediyordum.

Ellerimle yüzümü ovuştururken yerimde tepinmek istiyordum. Ne kadar soğuk dursam da, bu gibi durumlarda hiç bir şey yapamayacak kadar utangaçtım.

Başımı masaya yaslarken kalbim küt küt atıyordu. Kaşlarımı çattım. Neden bu kadar hızlı atıyordu?

Sıkıntıdandır.

Umarım.

***

Teneffüs zili çaldığında öğretmenin ardından çıkan ilk kişi ben oldum. Hatta koridora adımını atan ilk öğrenci de ben oldum.

Öğretmeni sollayıp aldırmadan koridorun diğer ucundaki sınıfa doğru son hızla koştum. Kalbim sıkıntıdan yerinden çıkacak gibiydi.

Sınıfa girdiğimde, Tanrıya şükür kimse yoktu.

Tuttuğum nefesimi hâlâ Mark'ın masasında duran post-it'i gördüğümde verdim. Elim küt küt atan kalbimin üzerine giderken titreyen bacaklarımı masaya yönlendirdim.

"Geri zekalısın SeoNeul," diye söylenirken hızla kağıdı çekip aldım ve katladım. Bir daha, asla, asla, asla, asla, asla ama asla böyle bir şey yapmayacaktım.

Arkamı dönüp kapıya ilerledim. Tam elim kapının kulpuna gidiyordu ki kapı açıldı.

Başımı kaldırıp gelen kişiye donmuş bir şekilde baktım.

Hay sikeyim.

FetishHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin