Sisli bir ekim ayı sabahında yeşil kabanıma olabildiğince sıkı sarılarak ilerliyor, kulaklıklarım omzumun altına dökülen saçlarımın içinde karışmasın diye 2 dakikada bir kabloları düzeltiyordum. Siyah botlarım lacivert eteğimin altına giydiğim siyah külotlu çoraplarımın ısıtamadığı ayaklarıma pek de fayda sağlamıyordu.
Şuan okulda olmam gerekiyordu ama Tanrı biliyor ya, okul umurumda değildi.
Saat dokuzu biraz geçiyordu. Hava gerçekten sisliydi ve ekim ayının son günüydü. Bulutlar griye kaçıyordu, yağmur yağacağı belli havaya bakarken çantama koyduğum şemsiyeyi hatırlayınca rahatladım. Islanmaktan nefret ederdim.
Okuldan gitgide uzaklaşırken oldukça rahattım. Bu rahatlığı nereden bulduğumu merak ediyorsanız, hiçbir fikrim yok. Sizi hüsrana uğrattım değil mi? Üzgünüm. Rahat bir insan değilim, hiç olamadım. Rahatlıktan çok buna sorumluluktan kaçmak diyebiliriz aslında.
Evet, her şeyden korkak bir tavuk gibi kaçıyordum.
Sola sapıp varmak istediğim yere geldim. Adımlarımı korkuluklara yönlendirdim ve dirseklerimi dayayarak Han Nehri'nin sabah sisinde ahenkle kıvrılışını izlemeye başladım.
Ben, böyle değildim.
18 yaşının baharında, sıradan bir lise son öğrencisi olmam gerekiyordu. Kafamı dersten kaldırmamam, hafta sonlarını arkadaşlarımla buluşarak geçirmem, ailemi sevmem, yediğim her şeyi kalorisine bakarak tüketmem gerekiyordu. Herkes benden bunları bekliyordu. Herkes gibi olmamı bekliyorlardı.
Soğuk rüzgar akımı bedenime çarptığında derin bir iç çektim. Bunalınca ferahlamak için tek yapmam gereken okuldan uzaklaşıp biraz hava almaktı. Sanırım o yüzden her gün okuldan kayıyordum.
Cebimde titreyen telefonu hissettiğimde kulaklıklarımı çıkarıp parlak ekranda yazılı isme baktım.
Sınıf başkanımız Yukhei.
Sırtımı korkuluklara yaslayıp ekrana uzun uzun baktım. Açsam da açmasam da o sikik okula geri dönmeyecektim.
Ne kadar umursamasam da Yukhei iyi bir çocuktu ve onun benim yüzümden yeniden azar yemesini istemiyordum.
Aramayı açtım ve telefonu kulağıma götürürken rüzgarın uçurduğu saçlarımı düzelttim.
"SeoNeul?"
"Efendim?"
Derin bir iç çekti. "Yine kaydın değil mi?"
Cevap veremedim. Bakışlarımı yere indirdim.
"Bunu boktan başkanlık yüzünden değil, arkadaşım olduğun için soruyorum. Sorun ne?" Duraksadı. "Bir sorun var ve bunu geçiştiriyorsun."
"Bir şeyim yok." Geçiştirdim. "Bir saat sonra işe gitmeliyim."
"Okulu bırakıp işe gidiyorsun. En büyük sorundan biri bu. Ailen bir şey demiyor mu?"
Kelimeler boğazımda kaldı.
Ailem bir şey demiyor muydu? Haberleri bile yoktu ki.
"Kapatıyorum."
Cevap vermesini beklemeden kırmızı kapatma tuşuna bastım.
Telefonu cebime koyarken kalbimin üzerine gölge düşmüş gibiydi. Ağırdı ve artık bunu taşımak istemiyordum. Kalbimi fırlatıp atamaz mıydım?
Kabanımın önünü ilikleyip son kez nehre baktım. Hiçbir şey olmamış gibi akıp gitmeye devam ediyordu.
Hızlı adımlarla otobüs durağına ilerledim. Belki de ben de geçmişe bakmak yerine hayatıma devam etmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fetish
Fanfictionikimizin hayatı da karanlık iken, neden benimle ışığı aramak istiyorsun? © dububaoziㅣmark lee angst start: 20.11.17 finish: 06.05.18 ▪Bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.