7. Bölüm 2. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

शुरू से प्रारंभ करें:
                                    

"Canım kızım benim," diye başlıyor, yumuşacık sesine banan kelimeleri, yaralı ruhumda pansuman görevi görüyor. "Ben senin hep arkandayım, biliyorsun. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem. Lakin bana neler olduğunu anlatırsan seni tam olarak neye karşı koruyacağımı bilirim."

"Kaptan, o eve dönmem bir daha ben," diyorum. Bu bir ültimatom, kararlılığım elimde tutunabilmek için kalan yegâne niteliğim...

"O zaman dönmezsin, kızım," diyor Kaptan.

Anlatmak için hazırlandığım anda flaşlar patlamaya başlıyor. Densiz bir hayalet başıma dadanmış gibi, tiksindirici dokunuşlarının hatıralarını bile bedenim kabul etmiyor. Nasıl izin verdin diye bağırırcasına kasılı kalıyor. Tüm vücudum giderek katatonik bir pozisyon alırken parmaklarım, onun boynumda bıraktığı ize gidiyor istemsizce. Islak dudaklarının tenimde bıraktığı nemi ve diş izlerini silmek istiyorum, derimi parçalarcasına ovalamaya başlıyorum.

Kenan Kaptan, durdurmak için elimi tutuyor.

"Engin mi yaptı bunu?" diye soruyor.

Onun sesini ilk kez böyle soğuk duyduğum için duruyor ve bakışlarımı tekrar ona çeviriyorum. Kaptan'ın kaya gibi sert bakışlarına ilk defa çarpıyor gözlerim. Yüz hatlarını mesken tutan bir öfke, adeta bambaşka birine çeviriyor onu.

"Engin mi?" diye tekrar ediyor sorusunu.

Kafamı iki yana sallıyorum. Gözlerimi tekrar düşürmeden önce, "Arkadaşı..." diye mırıldanıyorum.

"Devam et, kızım. Anlat," diyor.

Devamını düşündükçe utancımdan ağlamaya başlasam da Kaptan'a duyduğum güven, engin bir derya... Bir büyüğün kanatları altına sığınmaya ihtiyacım var. Bunun için de Kenan Kaptan'dan daha uygun bir aday düşünemiyorum. Derin bir nefes alıp tek solukta anlatmaya çalışıyorum.

"Senin yanından çıktıktan sonra eve gittim, Kaptan. Annem aradı işte, mesaiye kalacağı için geç kalacakmış. Engin de..." İkinci bir nefes... "Arkadaşlarıyla dışarıda olacak, dedi. Ben duştayken eve gelmişler, Kaptan. Duymadım geldiklerini. Engin'in arkadaşlarından biri..." Yutkunuyorum istemsizce. "Turgay diye biri... O pis adam önce üzerime geldi, ilkinde elinden kurtulup odama sığındım. Sonra birileri evden çıkınca, Engin misafirlerini yolladı sandım, su içmek için mutfağa gittiğimde o Turgay denen pislik..." Devam edemiyorum, sadece ıslak hecelerler kekeliyorum. "Ner- Neredeyse... Neredey-se... ba- bana..."

Sessiz hıçkırıklarla ağlamaya başlarken Kenan Kaptan tekrar ayağa kalkıyor, nefesinin altında çıkaramadığım bir şeyler mırıldanıyor.

Neredeyse...

Kayıp olasılıkların o lanetli kelimesi, sonsuza dek taşıyacağım bir yarayı temsil ediyor.

"Engin neredeydi o sırada?" diye soruyor Kaptan, sıktığı dişlerinin arasından dediklerini zar zor duyuyorum.

"Bilmiyorum," diye mırıldanıyorum. "Muhtemelen diğer odada içip içip sızmıştı."

"Alkollüler miydi?"

Başımla yanıtlıyorum.

"Merak etme, kızım," diyor Kaptan. "Hiçbir yere gitmiyorsun, burada güvendesin."

Onu takip etmemi işaret ederken yanaklarımı siliyorum. Koridorda soldaki ikinci kapıyı açıp içeri girmem için bekliyor.

"Burası Sevda'nın odasıydı," diyor. "Üzerine giyecek bir şeyler ayarlayayım ben, sen geç."

Odadan çıkarken kapının zili tekrar çalınca Kaptan, her şeyin yolunda olduğunu belirten bir gülümsemeyle huzursuzluğumu yatıştırıyor. Odaya yerleşmemi işaret ediyor başıyla, ardından kapıyı açmak üzere gözden kayboluyor.

Mucizevi (Efsanevi #2)जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें