25.Bölüm...

146 6 0
                                    

Tea Hyun kızın bitkin sesiyle başını yeniden cam tarafına çevirdi. Kalbi öylesine ezilmişti ki hiçbir şey yapamıyordu. Elleri yumruk olmuş; Bir şeyleri yumruklamak istiyordu. Dişlerini sıkıp içinden geçen sözleri bastırmaya çalıştı. Yüreğine düşen acıyı ancak bu şekilde bastırabiliyordu. Elinden ancak bunlar geliyordu.

Arabayı çalıştırıp yeniden karanlım sokakta yol aldı. Şimdi arabanın içinde büyük bir sessizlik hâkimdi. Hye su; duygularını biliyor olmasına rağmen onu kabul etmemişti Ve buna dayanamıyordu. Bu; onu daha çok öfkelendiriyordu. Cebinden telefonu çıkartıp hızlı aramadan birini tuşlayıp telefonu kulağına götürdü. Diğer eliyle de hala direksiyonu tutuyordu. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı. Gayet sakin bir sesle “Baba…” dedi.

“Hye su yanımda söylediğiniz yere götürüyorum şuan.”

Hye su; başını camdan çekip şaşkın bakışlarla adama baktı. Telefonun ucundaki adama baba demişti. Aklına gelen düşüncenin gerçek olmaması için dua ederken Tea hyun telefonu kapatıp soran gözlerle kendine bakan kıza baktı. Gözleri irileşmiş, endişeden rengi bile değişmişti. Tea kızın bu haliyle eski benliğine kavuştu. Dağılmış saçlarına bakıp onun son halini zihnine kazımaya başladı. Çünkü onun son anlarıydı bunlar…

**

Arabayı boş depolardan birinin yanına park edip hızla arabadan dışarı çıktı. Kız ise arabada bir milim bile oynamadan oturuyordu. Bakışları irileşmiş, doğrudan karşıya bakıyordu. Bakışlarını kızın baktığı yere çevirip deponun önünde dikilen adamı gördü. Siyah takım elbisesi hala üzerinde duruyordu ve depodan vuran beyaz ışık sayesinde üzerinde bulanan kan lekelerini net şekilde görebiliyordu.

Arabanın etrafında dolanıp hye su’ya kapıyı açtı. Kızın bir milim bile çeviremediği başıyla şok’a girdiğini görebiliyordu. Kolundan kavradığı gibi kızı arabanın içinden çıkardı. Gözleri onun koyulaşmaya yüz tutmuş gözleriyle birleştiğinde elleri bir iki saniyeliğine gevşedi. O bakışları hatırlıyordu. Yanaklarını ıslatan yaşları; minik elleriyle silerken de bu şekilde bakmıştı ona.

Nefesinin kesildiğini hissetti. Zihnine dolan o masum bakışlar dünyanın durduğunu gösteriyordu. Kore cumhuriyetin de en imkânsız kadını sevmişti belki de. En imkânsız aşka sahip olmuş ve bu yolda sevdiği kadını feda ediyordu. Gevşeyen parmaklarını yeniden sıkıp kızı çekiştirmeye başladı. Kendine direnmese bile onu sürüklüyordu. Adamın tam önünde durup “İyisinizdir umarım baba…” dedi. Sesi içten, samimi gelse de içinde insanın tüylerini diken diken eden bir tını vardı. Adam sadece başıyla onaylayıp bakışlarını kıza çevirdi.

“Birisi sayesinde çok eğlenceli bir gün geçirdik.”

Ezici bakışları kızın yüzünde dolaştıktan sonra bakışlarını içeri çevirdi. Sandalyede bağlı olan kadının saçları darmadağınıktı. Sabah ki o güzelliğinden hiçbir eser kalmamıştı. Hye su da içeri bakış attığında bitkin bir şekilde başı öne düşmüş kadını gördü. İstem dışı Annesine birkaç adım atmaya çalışırken kelepçe gibi ellerle geriye doğru sendelendi.

Eller adeta bir demir gibi kolunu kavramış sıkıyordu. Kollarına kan oturmuş kızarmaya başlamıştı. Yanaklarından akan yaşları engelleyemeden yalvaran ses tonuyla “Lütfen bırak beni.” Diyerek inledi. Canının yanıyor olması şuan hiçbir şey ifade etmiyordu. Yüreğinin yangısı daha büyüktü.

Yeniden kızı çekiştirirken bay parkın “bırak” sözüyle ellerini çözdü. Hye su ileri doğru yalpalanıp acı içinde “Anne…” diye inledi. Yüreği bu olanlara dayanamıyordu. Ölmeyi bile beceremeyen kendisine sövüyordu şimdi. Bacakları onu taşıyamayıp olduğu yere bıraktırırken fısıltı ile sözünü yineledi.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin