İLK DÖRDÜN-17

12.8K 1.5K 454
                                    

Ağıtlar birikiyor boğazımda. Hepsi sessizce fısıldıyor. "Dur," diyorlar. "Daha on sekizindesin, Leyla."

Bir hüzün var ki peşimi bırakmıyor, dudaklarımdaki sessizliğe çare olmuyor. Türküler çalıyor kafamda, ezgiler dönüyor dilimde, ninniler fısıldanıyor kulağımda. Ama ne Leo'nun gidişne çare bulabiliyorlar, ne de kalbimde kanayan yaraya deva oluyorlar. Bir tutam gürültüye muhtaç kalıyorum. Kaybolayım istiyorum seslerin içinde. Öyle ki ne zaman zihnimdeki ses silikleşecekse, o zamana dek o gürültüye katlanayım istiyorum. Sonsuz bir uykunun kollarında, gerekirse karabasanlar ve canavarla mücadele etmek istiyorum. Ben bu hayatın belirsizliğinden kurtulmak ve Leo'nun kollarında can vermek istiyorum.

Bir elim onun kolunu kavramışken, diğer eli saçlarımı okşuyor adamımın. Dudaklarını şakaklarıma sürterken sakalları gıdıklıyor ama kahkaha bile atamıyorum. Sessizlik, dudaklarımı kanatacak kadar keskin, saçlarımı ağartacak kadar yıllanmış.

"Ne zaman?" derken sesim titriyor. Zamanını bilmek zorunda hissediyorum. Gidişine kendimi hazırlayamam belki ama bir sonuca varmak adına yüzleşeceğim zihnime biraz daha erken ulaşabilirim.

"Son bir gün, Leyla. Bir günümüz var seninle yaşamak için."

Dudaklarım titriyor, avuçlarımın içleri acıyor. Parmaklarımı parmaklarına biraz daha sıkı doluyor ve sıkabildiğimce sıkıyorum. "Leo," diye fısıldıyorum. "Parçalanıyorum sanki."

Bir şey demiyor. Ses edemiyor. Sadece saçlarımın kokusunu içine çekiyor ve ardından parmaklarıyla yavaşça tenimi sıyırıyor. Tenimin üzerinde yavaşça dolaştırıyor parmağını. "Bu ten bir harita," diye fısıldıyor. "Yolum kaybettiğimde dokunduğum bir mabet. Bambaşka bir dünya burası."

O böyle konuştukça içimde büyümemeye mahkum olan kız çocuğu yavaşça mızmızlanarak ortalığı inletiyor. "Gitme!" diye bağırmak "Gitme, eğer gideceksen beni parçalara ayır, ayır ki seni affetmeyeyim. Ama ben gitmeni istemiyorum!" demek istiyorum.

Diyemiyorum.

"Beni zeytin bahçesine götürür müsün?" diye soruyorum bunun yerine. Olduğum yerden doğrulurken parmaklarımın titrediğini görmesin diye eteğimin cebine saklıyorum hemen ellerimi. Bakışları, bana bakan bakışları öyle derin ki ıssız bir vadinin içinde çığlıklar nasıl yankılanıyorsa, bakışları içimde öyle büyük bir zelzeleye neden oluyor. Bakma, güzel adamım. Bakma öyle işte!

"Olur."

Ayağa kalkıyoruz. Aynaya çevirip bakışlarımı açılmış örgümü düzeltiyorum. Saçlarımı geriye doğru atıyorum ve dudağımın kenarındaki çürüğe dokunuyorum. Canım acıyor fakat ben ki daha büyüklerine katlanmışım, diyorum. Bu ne ki?

Evden çıkıyoruz. Saat geç olduğu için Limon Mahallesi içine çekilmiş ama kapının sesini duyan meraklı komşular pencereye çıkıyor. Bazılarının sesleri, kulaklarımdaki ninnileri kaçırıyor. Ama aldırış etmiyorum. Bugün bir gün, yaşamaya değer bir gün. Yaşayabildikçe yaşayacağım bu günü.

Pikaba biniyoruz. Leo'nun yüzünde kederli bir gülümseme var. O böyle kederli olunca içim sıkılıyor, ruhum sıkışıyor. Hemen yanağından ardından da saçlarından öpüyorum onu. Küçük bir oğlan çocuğuymuşçasına burnunu sıkıyorum ve sonra dudaklarımı bu sefer de burnuna değdiriyorum. Kafamı çekeceğim esnada yüzümü kendisine doğru çekiyor, burunlarımızı birbirine sürterek derin bir nefes hapsediyor ciğerlerine.

"Leyla," diyor. Sesi boğuklaşmış. Ama devamını getirmiyor. Kalbim öylesine hızlı çarpıyor ki devamını getirmesine de müsaade edemiyorum. Arkama yaslanıyor ve ellerimi göğsüme yaslanarak soluklar çekiyorum ciğerlerime, çekebildiğimce nefesi toparlıyorum ruhumda. İhtiyacım olacak, biliyorum. Çünkü ben bazen onun yanındayken nefes almayı dahi unutuveren bir kız çocuğuna dönüşüyorum.

AY'A SIĞINAN MEFTUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin