Ne yapıyorum ben, diye sordu kendine Cem bey belki de milyonuncu kez.
Saat sabahın beşiydi. İnanılmaz bir gece geçirmişti. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak tükenmiş durumdaydı; ama bu, son yarım saatini kapının önünde geçirmesine engel olmamıştı. Kendi kapısı bile değildi üstelik!
Berrin Hanım'ın kapısının önündeydi. Gözlerinin altındaki mor halkalar, darmadağınık saçları ve avucunun arasına hapsettiği, defalarca kez okumaktan buruşmuş notla orada öylece duruyordu.
Tam yarım saattir elini kapı ziline koyuyor, hemen ardından ne diyeceğini bile bilmediğini fark edip geri çekiyordu. Adımlarını merdivene yönelttiğinde de aynı başarısız sonucu elde ediyor ve hareket noktasına geri dönüyordu.
En azından şunu gayet iyi biliyordu:
Eve gitmek istemiyordu. Kelimenin tam anlamıyla buraya, Berrin Hanım'ın evinin kapısına doğru çekiliyordu.
En sonunda düşünmekten vazgeçip anlık bir cesaretle parmağını zilin üzerine koydu. Ne söylemek istediğine karar verebilmiş değildi hala; ama zile basma konusunda bu defa oldukça kararlıydı. Zaten Berrin Hanım'ın ona konuşmak için fazla fırsat tanımayacağından emindi. Kapı açıldığı anda kendini tekrar onun oluşturduğu bir curcunanın içinde bulacaktı. Ve şu an için ihtiyacı olan tek şey buydu. Bunu fark etmek onu iyice cesaretlendirdi ve zile bastı.
İçeriden ufak tefek gürültüler geldi ve birkaç saniyenin ardından nihayet kapı açıldı.
"İçeride kal. Fuzuli. İçeri diyorum."
Cem Bey önce bembeyaz tüyleri ve boncuk gibi mavi gözleri olan meşhur kediyi, ardından da onunla konuşan kadını gördü. Fakat Berrin Hanım eliyle kedisini içeri itmeye çalışırken başını yere eğdiğinden kendisini henüz görmemişti.
Amacına ulaşıp kediyi kapının önünden uzaklaştırmayı başardığında, "Kusura bakmayın," dedi kadın. "Bu ara çok hareketliyiz de."
Kafasını kaldırıp karşısında Cem Bey'i gördüğü an yüzündeki ifade donup kaldı. Bal rengi gözleri şaşkınlıkla irileşirken eli utangaç bir tavırla saçlarına gitti. Fazla uzun olmayan bir saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırırken yüzüne gergin bir ifade yerleşmişti.
Kendini toparlaması bir dakikayı buldu ve bir tür refleksmiş gibi akıcı bir hareketle hırkasının iki ucunu birleştirip kollarını göğsünde kavuşturdu. Ziyaret için uygun görünmediğini düşünüyordu sanki.
"Sizi beklemiyordum?" dedi soran bir ses tonuyla. Sonra da saatine bakıp ekledi: "Özellikle de bu saatte."
"Bana bıraktığınız notu buldum." dedi adam cevaben ve notu gereksiz bir biçimde yukarı kaldırıp gösterdi.
"Sizi kızdırdığım için gerçekten üzgünüm." diye hızlı hızlı konuşmaya başladı kadın. Gerginliğin yanına ince bir hüzün eklenmişti şimdi. "O notu bırakmamalıydım, biliyorum. Ama insanların bana kızgın olmasına gerçekten dayanamıyorum. Ben sadece size..."
"Berrin Hanım," diye sözünü kesti kadının. Zira bırakırsa saatlerce konuşabileceğine dair güçlü bir önsezisi vardı. Onu tanımaya başlamıştı ne de olsa.
Berrin Hanım sessizleştiğinde gözlerinin içine bakıp, "Özür dilemesi gereken siz değilsiniz. Ben size büyük bir özür borçluyum." dedi adam.
Kadın önemli değil dercesine başını iki yana salladığında Cem Bey beceriksiz bir biçimde kapının önünde yer değiştirdi.
"Doğrusunu söylemek gerekirse," diye devam etti. "Haklıydınız. Söylediğiniz her şey doğruydu, yalnızca benim duymak istediğim şeyler değildi."
İçgüdüsel olarak duraksadı. Berrin Hanım'ın sözünü kesmesini bekliyordu. Beklentisi gerçekleşmediğinde bakışları merakla kadının yüzünde dolaştı. Ağzı sımsıkı kapalıydı. Bir şey söylemek bir yana dursun, dudaklarını nefes almak için bile açmayacakmış gibi bir hali vardı. Ve söyleyeceklerini ilgiyle bekliyormuş gibi bakışları kendi yüzünden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Kolları göğsünde kavuşturulmuş olmasa onun mükemmel bir dinleme pozisyonu aldığını söyleyebilirdi Cem Bey. Bu yüzden şöyle devam etti:
"Eşim vefat ettiğinde tamamen içime kapandım. Kızlarımı yalnız bıraktım. Hayatın benim için bittiğini ve zamanın sekiz yıl önce 2 Kasım'da durduğunu düşündüm. Ama bu gece torunumu kucağıma almak bazı şeyleri anlamamı sağladı."
"Torununuz mu?" dedi Berrin Hanım şaşkın bir ifadeyle. Adam başıyla sessiz bir onay verdiğinde, "Hayırlı olsun," dedi gülümseyerek. "Kızınız nasıl?"
"Gayet iyi, teşekkürler."
Kısa süreli ve rahatsız olarak nitelendirilebilecek bir sessizliğin ardından kadın oldukça çekingen bir edayla sohbet başlatma girişiminde bulundu:
"Beklediğinizden epey farklı bir gece oldu sanırım."
"Doğru kelime 'farklı' mı olur bilemiyorum." dedi adam kararsız bir ifadeyle. Ama bir yandan da gevşemişti. Berrin Hanım'la sohbet ederken tekrar masadaki rahat ve doğal havayı yakaladığı için memnundu. "Eğer öyleyse, beklediğimden her anlamda farklıydı. Kızlarım, torunum, siz..."
"Tekrardan özür dilerim." dedi kadın anında savunmaya geçerek. "Sizi rahatsız etmek ist_"
"Özür dileme konusunda anlaştığımızı sanıyordum?"
"Evet," dedi mahcup bir ifade eşliğinde. "Sadece... Bu benim için epey zor. Özür dilemeye fazlasıyla alışkınım."
"Belki bu konuda size yardımcı olabilirim."
"Nasıl?"
Kadının iri gözlerindeki şaşkın ifadeye bakarken gülümsedi. Birden onu hiç olmadığı kadar hoş ve hatta sevimli bulmuştu.
"Seçeneklerimin arasında bulunmak istediğinizi söylemişsiniz..." dedi elindeki kağıdı bir kez daha onun görebileceği şekilde yukarı kaldırarak.
Berrin Hanım'ın umut dolu gülümsemesine ve ışıl ışıl parlayan bal rengi gözlerine bakarken –ruhunu gözlerinde taşıyan şeffaf insanlardandı- yeni ve güzel bir şeyin başlangıcında olduğunu hissediyordu Cem Bey.
Kendini hapsettiği sekiz yıllık yalnızlığa dönmesinin artık mümkün olmadığını biliyordu. Çünkü yalnızlık karanlık bir boşluk gibiydi. Bir kez ışıkla dolduğunda aydınlığı tanıyordu ve bir daha asla eskisi gibi olamıyordu. Berrin Hanım'ın parlak ruhu evine adım attığı andan itibaren karanlığını aydınlatmıştı.
Aklından geçen düşünceler dudaklarında bir gülümsemeye dönüşürken, "Bunu ben de çok isterim." diye tamamladı cümlesini.
Kadın sevimli gülümsemesini muhafaza ederek tek kelime etmeden bir adım geriledi ve içeri girebilmesi için kapıyı biraz daha açtı.
Eşikten içeri adımını attığı anda Cem Bey'in gözleri portmantonun yanında asılı duran saate ilişti. Beşi çeyrek geçiyordu. Bu, Berrin Hanım'ın kapıyı açmasının üstünden on beş dakika geçtiği anlamına geliyordu. Zaman hiç olmadığı kadar hızlı akıyordu Cem Bey için.
Zaman geçiyor, diye düşündü adam.
Zaman durmamıştı. Geçiyordu. Geçmekle kalmıyor, dokunuyordu. Dün geçmişti. Gün bitmişti. Yarın hiç olmayabilirdi. Ama bu sabah, hayat devam ediyordu.
SON
Hikayemizin sonuna geldik. Okuyan, yorum yapan, oy veren ve bir şekilde yanımda olan herkese çok teşekkür ederim.
Benim açımdan çok farklı bir deneyimdi Sevgili Cem Bey. Kendi tarzımın tamamen dışındaydı her şeyiyle. Bir ödev olarak başladı ve büyüyüp bu hale gelmesi beni epey şaşırttı. Ama bu halini gerçekten sevdim. Umarım Cem Bey, Berrin Hanım ve diğer karakterler bir şekilde sizin de kalbinize dokunmayı başarmıştır.
Bir sonraki kısa hikayemiz Önyargı'da görüşmek dileğiyle. 😊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevgili Cem Bey
Short StoryHuysuz ve yalnız bir adam. Münasebetsiz ve geveze bir komşu. Ve ikisini bir araya getiren sürprizlerle dolu bir akşam. "Hayatta öğrendiğim her şeyi üç kelime ile özetleyebilirim. Hayat devam ediyor." -Robert Frost Pişmanlıklarla, ikinci şanslarla v...