#1 03.09.2016
#ÖneÇıkanHikaye
* İlk kitap, gerilim ve korku unsurları içerebilir(cin gibi varlıklardan korkuyorsanız.)
Akça, babası tarafından büyütülmüş, kendi halinde genç bir kızdır. Hayata dair çok tecrübesi yoktur ve bu onu rahatsız...
Evet, Hayalet Serisinin 2. cildinden kısa bir ön okuma ekliyorum. :)
Bu arada Akça'nın modelini değiştirdim. Bu kız onu daha iyi yansıtıyor gibi. Gerçi bu da kahverengi gözlü değil ama siz öyle hayal edin. :P Yinede sağım solum belli olmaz, daha iyisini bulursam onu eklerim. :D
Modelin ismi Kristina Romanova.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
_____________
Israrla çalan kapının sesine aldırmadan öylece yatıyordu. Gözlerini tavanın beyazına dikmişti. Sadece beyazdı. Başka bir şey yoktu. Ne bir leke ne bir desen ne de bir çıkartma... En son ne zaman badana yaptırdıklarını merak etti. Beş yıl olmuştu, herhalde? Hala bu kadar temiz ve pürüzsüz görünmesi takdire şayandı. Badanacı usta işinde mahir adammış besbelli ki.
Keşke hayatı da böyle lekesiz beyaz olsaydı. Beyaz, masumiyeti ve temizliği simgeliyordu, öyle değil mi? Bu hayatta temiz ve masum olan tek şey çocuklar ve melekler miydi? Yazık, diye düşündü genç kız. Masum kalamamak ne kadar da kötüydü. Fakat bu da insan olmanın gereğiydi, değil mi? Yani boşa dememişler 'hatasız kul olmaz.' diye.
Akça derin bir iç çekti. Yeterince uzun süre sessiz kalırsa uyuduğunu düşünüp gideceğini düşünmüştü. Liseden mezun olduğundan beri hayalet gibi ortalıkta geziniyordu. Ne de olsa mezuniyete son bir ay kala hayatının dramını yaşamıştı. Babasının tüm hayatı boyunca yalan söylediğini; öldü sandığı annesinin hala hayatta olduğunu, Baybora isminde kendisinden bir yaş büyük ağabeyi olduğunu ve dahası kendisinin de bir ejder kanı olduğunu öğrenmişti.
"Ak Bozkurt." demişti Pars. Kendisi buydu. Fakat kimse bilmemeliydi; Baybora bile.
Babasına hiçbir şey söyleyememişti. Hesap soramamıştı. Sormak istiyordu. Bağırıp çağırmak istiyordu ama yapamıyordu. Neden bilmiyordu. Yine içine kapanmıştı. Arkadaşlarına anlatabildiği tek şey annesi ve Baybora ile ilgili kısmı olmuştu. Elbette onlar da en az kendisi kadar şaşırmışlardı.
"Yeşilçam filmleri gibi." demişti Melodi. Ona göre zamanında birbirlerine öfkelenen anne ve babası boşanmış ve farklı şehirlere taşınarak birbirlerinin izini kaybetmişlerdi. Adile Naşit ve Münir Özkul filmlerinden çıkma bir hikayeye benzetmişti ama Akça aynı fikirde değildi. Öncelikle hangi çağda yaşıyorlardı? İletişim Çağında yaşadıklarına göre istediği kişiyi bulamamak diye bir şey olamazdı. Bu durumda hem annesi hem babası birbirlerinin nerede yaşadıklarını biliyordu, emindi. Fakat bunca yıl nasıl olur da ikisi de çocuklarından uzak yaşayıp çocuklarını da kendilerinden mahrum bırakabildiler?
Genç kızın içinden bir ses bunun kendisi ile ilgili olduğunu söylüyordu. Pars, bir ejder kanı olarak öldürülmeye çalışılmıştı. Saltuk Hoca da babasının meclise ihanet ederek, kendisini sakladığını söylemişti. Demek ki babası onun ne olduğunu çok iyi biliyordu. Her şey gerçekten de bu yüzden miydi? Bütün bunlar kendisinin hayatta kalması için miydi? Kalbi, ailesinin de çok acı çektiğini söylüyor; vicdanı buna neden olduğu için kendini suçluyordu. İçindeki derinlere gömülmüş ses ise yine de her şeyin saklanması ve annesinden hatta kardeşinden mahrum bırakılmasına karşı öfke doluydu.