2. Bölüm Okyanus Gözlü Adam

Start from the beginning
                                    

Birden "Gitmem gerekiyor." Dedi ve kıyafetlerini alıp hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Tişörtünü giydi ve yürümeye başladı.
"Pansuman yapmamız gerekmiyor mu?" Diye arkasından bağırdım ama beni umursamadan yürümeye devam etti. Kaşlarımı çattım tekrar.
Sinirle ayağa kalkmaya çalıştığımda bileğimde ki acı beni engelleyip düşmeme neden oldu.
"Ah! Lanet olsun! Nasıl gideceğim eve?!" Diye kendi kendime konuşmaya başladım.
Sinirden ağlamak üzereydim ki yüzümün önüne doğru tutulan bir el görmemle başımı kaldırıp elin sahibine baktım. Demin ki adamdı. İfadesizce elini uzatmıştı. O an yağmur durmuştu. Hem de bir anda tamamen durmuştu. Güneş çıkmıştı. Gökyüzü açılmaya başlamıştı.

Yakışıklı biriydi ve her ne kadar ters davransam da ilgimi çekmişti. Ancak benim bunlara hiç zamanım yoktu. Hedeflerime odaklanmalı ve yalnız kalmaya devam etmeliydim. Ondan uzak durmalıydım.
"Kalkmak ister misin?" Dedi uyarıcı bir tonda. Düşüncelerimden sıyrılıp kendime gelmeye çalıştım. Elimi uzatıp kalkmaya çalıştım ancak o beni engelleyip kucakladı. Kaşlarımı çattım.
"Ne yapıyorsun?" Diye şaşkınca sordum.
"Yürümeyecektin." Dedi.
Haklı olduğunu bildiğimden susup boş boş etrafa bakmaya başladım.

***

Geldiğimiz ahşap büyük bir evdi. Yeşil bir çatı, ahşap duvarları vardı. Oldukça sıcak bir görüntüye sahipti.
Adam beni kapının önünde bıraktı yavaşça. Cebinden anahtarlarını çıkarıp kapıyı açtı. Anahtarı tekrar cebine atıp içeri adımladı. Hiç tanımadığım bir insanın evine girmek doğru değildi. Arafta kalmıştım ama seçim şansım yok gibi duruyordu. Bu ayakla hiç bir yere gidemezdim. Ya bana zarar vermeye kalkışırsa diye de düşünmüyor değildim.
"Gel hadi." Dedi ifadesiz bir sesle. Topal adımlarla içeri girdim. Adam mutfak olduğunu tahmin ettiğim yerde bir şeyler arıyordu.

Evi incelemeye başlamıştım. Salon olduğunu tahmin ettiğim yer oldukça sıcak görünüyordu. Ortada büyükçe ahşap bir orta sehpa vardı. Üstünde de iki tane viski bardağı. İçleri boş, oradan alınmayı bekliyorlardı. Gri iki büyük koltuk, iki de tekli siyah koltuklar vardı. Koltukların karşısında eski bir şömine vardı. Siyah-beyaz bir halı ve bir kaç tablo vardı. Tablolardan birinde arkası dönük omzunun üstünden arkasına bakan bir kadın vardı. Başka bir tablo da kızılay ve kurtlar vardı. Bir sonra ki tablo da ise bir adam, kucağında ki bir bebekle arkası dönük olan kadına bakıyordu. Bu tablolar birbirlerinden ayrı konulardaydı ancak evin içinde büyük bir uyum sağlamıştı. Sanki anlatmak istedikleri sıralı, düzen içinde bir hikaye varmış gibi...

"Koltuğa oturmak ister misin?" Hayran bakışlarımı evden çekip adama çevirdim. Başımı salladığım da tökezleyerek koltuğa geçtim. Elimi yavaşça koyup destek aldım ve oturdum. Adam önüme bir kaç pansuman malzemesi koydu ve bana arkasını dönüp tişörtünü çıkarttı. Sırtında yarık çok daha fazlaydı, bu kadar büyük bir yara nasıl olurda hiç kanamazdı? Önüme koyduğu pansuman çantasından pamuk ve gazlı su aldım. Pamuğa bolca damlattım.
"Omzun acıyabilir." dediğimde cevap vermedi. Onun yerine başını salladı.

Omuz silkip yavaşça pamuğu omzuna sürttüm. Her hangi bir inleme sesi duymamıştım. Demek ki dayanabiliyordu.
"Canım acımıyor. Hızlıca yap bitsin." Dedi normal bir ses tonuyla. Başımı sallayıp hızlıca pansumanı yapmaya devam ettim. Yarayı temizleyip sardım.
"Bitti." Dediğimde yerden tişörtünü alıp giydi. Ayağa kalktı.
"Sıra sende." Dedi. Benim yaralarımdan bahsediyordu.

"Gerek yok " dedim. Bana cevap vermeden ayağımı kendine doğru çekti. Bileğimi sıkması sonucu hafifçe inledim. Hemen elini gevşetti.
"Sanırım buna gerek yok." Diye tekrarladım ancak beni yine umursamadı. Elimde olmadan gerilmiştim. Bende ona karşılık olarak hızla ayağa kalktım. Ama o an nasıl olduysa bileğimin ağrıdığını unutmuştum. Ve acıyla dengemi kaybedip adamın üstüne düştüm. O da dengesini kaybettiğinde üst üste düşmüş olduk. Kafam göğsüyle buluştu ve o da kafasını yere çarptı. Ellerimde onun göğsündeydi.
"Ah! Ne kadar aptalım!" Diye inlediğim sırada kalkmaya çalışıyordum. Uğraşlarımı sonlandırıp beni kendi kaldırdı. Koltuğa oturtturup kafasını okşadı.
"Eh, belki biraz olabilirsin..." Kaşlarımı çatıp tehditkar bakışlar atmaya çalıştım ona.

En sonunda ayağıma merhem sürüp sardı. Ayağa kalktı.
"Nasıl?" Diye sordu. Ayağımı oynatamayacağım şekilde sarmıştı ve daha iyi hissetmiştim.
"İyi." Demekle yetindim sadece.  Başını salladı. "Seni eve bırakmamı ister misin?" Dediğinde gözlerine baktım. Ard niyetli biri değil gibiydi. Ona güvenebilir miydim? Gerçi eve gitmemin başka bir yolu yok gibiydi. "Mümkünse.." dediğimde beni kucakladı tekrar. İstemsizce ellerimi boynuna sardım. O buna hafifçe gülse de umursamamaya çalıştım. Gizlice yüzünü inceliyordum arada. Yeni traş olmuş gibiydi. Solgun teni onu soğuk biri gibi gösterse de aslında yaptığı küçük şakalar ve konuşmasıyla soğuk olmadığını kanıtlıyordu.

Bahçeye çıktığımızda beni yavaşça yere indirdi.
"Burada bekle. Geliyorum." Dedi. Başımı sallayıp ormanda gezdirdim gözlerimi. O da evin arkasına gitti.
Arkamdan gelen bir sesle o tarafa baktım.
"Aman tanrım!" Dudaklarım büyük bir şaşkınlıkla aralanmış ve hayranlıkla getirdiği motora bakakalmıştım. Bu Harley Davidson model chopper bir motordu. Motora uyumlu bir deri, koruyucu ceket ve kask takmıştı. Gözlerim şaşkınlık ve hayranlıkla açılmıştı.
"Vay canına!" Dediğimde güldü.
"Bin hadi!" Dedi.
"Düşmeyesin?" Dediğimde kaşlarını çattı.
"Uzman bir sürücüyüm." Dedi. Dudağımın kenarını ısırdım.
"Daha önce hiç binmedim." Dediğimde kaşlarını düzeltti.
"Bir şey olmaz. Yavaş süreceğim. Gel hadi." Dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Zaten başka çarem yoktu.

Arkasına bindim yavaş bir şekilde. Tutunacak bir yerler aramaya başladım.
"Önce şu montu giy ve kaskı tak." Dedi. Bana uzattığı takımı giydim.
"Tutunacak pek bir yer yok. Sarıl." Dedi. "Gerek yok!" Dediğimde motor bir anda çalıştı. Çığlık atıp korkuyla ona sarıldım.
Kahkaha attı.
"Çok komik!" Diye bağırdığımda bir daha güldü. Ve ormanda yola çıktık.

***

On-on beş dakikalık yolculuktan sonra evimin önünde durduk. Omzundan destek alarak motordan indim. Kaskı çıkartıp saçlarımı bir kaç kez savurdum.

Kaskı ve ceketimi üzerimden çıkarıp motorun deri çantasına yerleştirdim.
Adama gülümsedim.
"Teşekkür ederim. Her şey için." Dedim. Ben teşekkür mü etmiştim? O da gülümsedi.
"Önemli değil." Derin bir nefes aldım.
"O zaman ben gideyim. Hoşça kal." Diyip arkamı döndüğümde bileğimi tuttu. Tekrar ona baktım.
"Seni bir daha ne zaman görebilirim?" Diye sordu. Benden hoşlanıyor muydu? Belki de arkadaş olmak istiyordur.
"Şu an yeterince görmüyor musun?" Dediğimde güldü. Onunla tanışmalı mıydım?
"Hadi ama. Evini öğrendim nasıl olsa. En azından kendi isteğinle tanış benimle." Dedi. Kaşımı kaldırdım.
"Zorla da tanışabiliyorsun demek?" Dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı.
"Aslında demek istediğim... Peki peki. Baştan alalım mı? Ben Adrian. Sen?" Dedi. Demek adı Adrian'dı. Ona gerçekten yakışıyordu.

Gülümsedim.
"Telefonunu ver." Dediğimde kaşını kaldırdı.
"Beni görmek isteyen sendin." Dedim. Bir şey demeden cebinden telefonunu çıkarttı. Rehbere girip numaramı ismimle beraber kaydettim. İsmimi bu şekilde öğrenecekti.
"Görüşürüz." Diyip arkamı döndüm.
"Adın?" Dediğinde cevap vermeden onun yaptığı gibi sadece yürümeye devam ettim.
Kısa bir süre sonra motorun gidiş sesini duydum. Kapıya geldiğimde arkamı dönüp ona baktım. Gülen bir surat ifadesi vardı. Ve evin önünden uzaklaşmıştı...

İstediğim tek şeyin kıymetli yorumlarınız ve bir yıldızın olduğunu biliyorsunuz...
Yazım hatası gördüğünüz yerlerde bildirin lütfen..

Kızıl Ay Doğuyor (BİR VAMPİR HİKAYESi)1Where stories live. Discover now