8| AKVARYUM

52.4K 2.7K 2.9K
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


8 AKVARYUM


Kimse gölgesini taklit edemez. Hisseden ruh, oynayan beden, taklit eden gölgedir.

Biz atalarımızın çocuklarıyız. Onların bir nevi gölgesiyiz. Onlar da kendilerinden öncekilerin. Onların bize bıraktıkları bu dünyada yaşarız, kötülüklerini yük edinir, ektiklerini yeriz. Avuçlarımızda atalarımızın çizdiği yaşam haritalarımız var. Evvelimizden geleceğimize... Duraklarımız, sürgünlerimiz var. Bizim için bu dünyada bıraktıkları hedefleri var. Bu yüzden tarih zamanın arkasında, sadece geçmişimizde kalmaz. Tarih bizim rotamızın ucundaki geleceğimizdedir. Bu yüzden gelecek bir taklitti. Ya yaratıcı her devir aynı oyunu oynamayı seviyordu ya da biz zamanın bir halkadan ibaret olduğunu henüz keşfedememiştik.

Çenemin altında, derimden fışkıran minik et parçasına yine dokunma ihtiyacı duydum. Parmaklarım son zamanlarda İsa'nın söylemiyle artık bir anlam kazanan et parçasının sıkı bir müdavimi olmuştu. Gözlerim de yüzümün. Her sabah aynada yüzümü daha uzun bir süre izliyordum. Artık yüzümün kimlere benzediğini bildiğimden olabilirdi. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde otobüs camına yansıyan suretimi yeni bulduğum ailemle tanışır gibi seyrediyordum artık. Yüzümün aksinin yansıdığı yerle göz göze geldiğimde hep bu düşünceler çörekleniyordu aklıma.

Omzumda hissettiğim hareketlilikle gözlerimi yansımamdan çektim. Birileri otobüsten iniyordu. Elimin üst derisine aceleyle yazdığım adresi tekrar kontrol ettim. Ulaşmaya çalıştığım adres, otobüsün durduğu bu güzergaha daha yakın olmalıydı. İnen müşterilerinden sonra tekrar kalkış yapacak otobüs şoförüne birkaç saniye daha beklemesini rica ettiğimde yaşlı adam kendi kendine sitem etmeye başladı. Kalabalığın arasından sıyrıldığım gibi otobüsten indim. Karşıma çıkan yokuş en az Zeynep'in tarif ettiği kadar sahaflarla ve antika dükkanlarıyla doluydu. Daha önce kenarından geçmediğim bir muhitti burası. Birkaç dakika içerisinde başlayacak olan Zeynep'in sergisine yetişmek için her adımımda biraz daha hız kazandım. Yokuşu çıktıktan sonra beni karşılayan kavşaktan sağa saptım ve bina numaralarını takip ederek bulduğum sergi salonunun karşı kaldırımında durdum.

Sergi salonunun hemen solunda, işlek bir kafenin önünde elinde sigaralarıyla aralarında hararetli bir konuşmanın geçtiği tanıdık yüzleri fark etmemle hemence seslendim. Zeynep stresin, bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığı yüzünü kaldırdığında alt dudağını ısırdı ve bana elini salladı. "İşte buradasın." diye konuştu heyecanla. "Gelemeyeceksin sanmıştım."

Yolun karşı kaldırımına doğru ilerlerken Zeynep'in biraz arkasında kalan Ziya'nın göğsünde kelepçelediği kollarını gerginlikle gevşettiğini fark ettim. Bir zamanlar fazlasıyla hoş bulduğum saçları, en az uzun kaş tüyleri kadar dağınıktı. İnce çerçeveleri olan kahve gözleri beni bulduğunda onunla yaptığımız son konuşmayı anımsar gibi dudakları gerildi. Ziya'nın bu sergiyi tasarlama aşamasında Zeynep'e büyük bir yardımının dokunduğunu tahmin edebiliyordum fakat onu burada görene kadar nedense bir kez bile bunu düşünmemiştim. Kavgalı bir ayrılık yaşamamıştık fakat hoş bir şekilde de yollarımızı ayırmamıştık. Yanlarına vardığımda selamlaşmak için bana elini uzatmıştı. Gözlerini irileştirerek Zeynep'i gösterdi sonra. Tokalaşma davetine aynı samimiyetle karşılık verirken bana sır verir gibi fısıldadı. "Çok stresli."

NOVAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin