Gezgin Kuzel, yurt edindiği bir kenar mahalle entrikasının merkezinde, bizzat kendisi, kendi için tasarladığı kalıpların içerisinde yaşayan genç bir kızdır. Tecrübeli bir rotaya, hayatı boyunca onu yalnız bırakmayan dostlara, dikenli bir maziye ve k...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
4 AYKIRI
Hayatıma yön vermesinde sakınca görmediğim insanları dişlerime benzetirim. Görevleri konumlarına ve şekillerindeki farklılıklara göre ayrılır. Kesici diş grubumda daha çok düşüncelerine önem verdiğim insanları bulundururdum. Onlarla hayattan almak istediklerimi koparırdım. Azı dişlerimde ise aldığım kararlara saygı duyarak koşulsuz yanımda yürüyen insanlar olurdu. Onlarla hayattan almak istediklerimi gerçekleştirirdim.
Zeynep'te bir azı dişimdi. Nereye gideceksem gideyim benimle gelirdi. Ayakları benim ayaklarımla benzer adımları atardı. Güzergahım ne kadar uzun, meşakkatli olsada başımı yanıma çevirdiğimde onu hep orada görürdüm. Şimdi de buradaydı.
Canlı bir maviliğe bürünen gökyüzünde kuşların bölük bölük oradan oraya uçuşunu gözlerimi kırpmadan seyrediyordum. Daha çok fırsatını bulup başımı yukarı kaldırdığım sıralarda tabii. Sıcak bir rüzgâr enseme bir şal gibi dolanmıştı. Her üç dakikada bir bulunduğum yerle birlikte yakın zamanda olanlarla hayatımı eleştiriyordum. Etraftan yükselen bir çiçek kokusuna burnumu tıkamıştım fakat zihnime giden yollara ise alabildiğince kapılarımı açmıştım. Murat'ın söylemleri de o kapılardan zihnimin açık yollarına doğru yürüyordu. Fakat bu yürüyüş çok uzun sürmüyordu. Bir çukura dönüşen zihnime attığım her taş hızla dibe çekiliyordu ve orada kayboluyordu.
Kızgın güneşin altında alnımda biriken top top terler bazen göz çukurlarımdan bazen de şakaklarımdan aşağı süzülüyorlardı. Zeynep'in bana uzattığı mendille yüzümdeki nemi ve teri kuruladım. Sessizlik aramıza bir duvar gibi yığılmıştı. On gün önce karşı tepeden dürbünle izlediğim ev bu yakınlıktan gözüme daha farklı görünmemişti. Şehirden az uzakta, ormanı ve denizi olan nadir yerlerdendi. Önden kırık dökük bir bodrum, arkadan ise nefes kesici kumsalıyla lüks bir ev havası vardı bu alengirli yapının. Gösterişsiz bu iki katlı evin, tüm balkon kapıları ve pencereleri açıktı. Dışarıya doğru bayrak gibi dalgalanan perdelerden içerisi görünmüyordu. Çardaktan buraya doğru yürüyen bedeni seçtiğimde omuzlarımı dikleştirdim. Cem Eroğlu üzerinde, daha önce giydiklerinden pekte farklı olmayan takım elbisesini usta bir model gibi taşıyarak bize yaklaşırken bu esnada Zeynep'e onun kısaca kim olduğunu anlatıyordum.
Oğuzeri için çalışan bir avukatın oğluydu. Tayfun ve Murat'ın çevresinde sıklıkla bulunuyordu. Sesini duyabileceğimiz yakınlığa geldiğini fark ettiğinde gülümseyerek konuştu. "Hoş geldiniz." Zeynep'in mendilini hızlıca cebime tıkıştırarak tokalaşmak için uzattığı eline karşılık verdim.
Sıra Zeynep'e geldiğinde elini sıkmadan önce kendini tanıttı. "Zeynep."
"Cem Eroğlu."
Zeynep alaylı bir tebessümle başını sağa yatırır gibi oldu. "Ekim benim de... Soyadım. Gerekliyse eğer." Gereksiz resmiyetten her zaman rahatsız olurdu.