3 KÜTLEGeçmişimde birçok karanlık köşelerden koşup geldim. Köşeler karanlık olduğu kadar rutubetliydi de. Kan, şehvet, uyuşturucu, idrar, sigara kokuyordu. Her dönemeçte değişiyor fakat iyileşmiyordu bu kokular. Bu soğuk, isli, pisliğinden yosun tutan köşelerden bir rota izleyerek bugüne gelmiştim. Benim rotam, Osman babamdı. Kurnaz, yaşlı kurt bana yolu göstermişti fakat yoluma çıkan taşları önümden çekebileceği takdirde çekmemişti. Defalarca kez düşüp kalkmıştım. Yaşlı tilki ise engelleri yok etmekten ziyade aşmamdan yanaydı. Engelleri aşmadan öğrenemezmişim. Mücadeleyi... Tadını alamazmışım. Kazancın, aydınlığın... İşte bu yüzden dilinde hep o cümleler. 'İnsan ne mücadelesini kaybetmeli ne de heyecanını. Yaşamasa nasıl öğrenir. Düşmese nasıl öğrenir. Engeller olmalı ki düşelim ve kalkalım. Karanlıkta kalalım ki aydınlığın tadına varalım. Bize mutluluk sıradan gelmesin. Hak edelim ki yere göğe sığmasın.'
Geçmişim beni iyi yetiştirmişti. Doğru bildiğim yolda üzerime düşen görevleri yerine getirmekte her zaman kararlıydım. Sormam gereken, bilmem gereken çok ayrıntı vardı. Ve elde ettiğim malzemelerle başında olduğum yolun krokisini çıkaracaktım. Benim artık bir ayağım bu adamların dünyasına basılıydı ve bu dünyanın içerisinde hayatta kalabilmem için, coğrafyasına aşina olmam gerekiyordu. Tahminimden fazla temeli hakkında bir fikrimin olmadığı güce hükmettiklerini hissedebiliyordum ve korunaklılardı. Böylesine korunmaya gerek görülmüş bir güç merkezinin halkasının içerisine yakın zamanda dahil edilmiştim. Bir hafta öncesine kadar. Fakat zaman kavramı bu süreçte benim için böylesine basit işlememişti. Günler zamanın dişlerinin arasına sıkışıp kalmıştı sanki. Dakikalar sıvılaşmış, saniyelerde bulanıklaşmıştı. Bir hafta... Hiç bu kadar uzun sürmemişti. Zaman bana hiç adil davranmamıştı. Ne zaman davranmıştı sahi?
Salık saçlarımı meltem rüzgârı başımın arkasından yüzüme doğru savuştururken don tutmuş kalbim kutuplardaki mevsimi yaşıyordu. Tuzlu deniz kokusu burnumun direklerine toslamış, bir haftadır öfkeme sıkı sıkıya tutunan ailevi tehlike varsayımlarıyla cebelleşiyordum. Bu berbat bir şeydi. Hayatım boyunca karşıma çıkan her tümsek bir saniye yokluğunu yaşatmazken düşüncelerimde, bir de Adaz gerçeği sandalye çekmişti sofraya. Bir hafta önceye dair Murat'ın dudakları ve Tayfun'un gözleri göz kapaklarıma perçinlenmiş gibi her göz kapayışımda o iki adamın detay görüntülerine açılıyordu pencerelerim.
"Şaşılacak şey..." diye yükseldiğinde Mehmet'in sesi, arabanın kirli ön camında dolanan gözlerim titredi. Engebeli deriyle kaplı direksiyondan ellerimi ayırarak başımı açık camdan çıkartıp arabanın pikabına bakındım. Mehmet'in konsantre yüzü görüş alanıma girdiğinde gözlerine dayadığı dürbünü sıkıca tutuşunu bir müddet daha izledim.
"Ne görüyorsun?" diye sordum. Sabah ayazı ses rengime çöreklenip sesimi kısmıştı.
İfadesiyle birlikte kıpırdanmayan yüzünde hareketlenen sadece kalın dudakları oldu. "Peynir fabrikası hayal ettiğimiz gibi çokta ihtişamlı görünmüyor sıçan." Fareli köyün kavalcısı iş başındaydı. Arabanın kapısını aralayarak sabah çiselenen yağmurla hafifçe çamurlaşan toprak yola ayakkabılarımı düşürdüm. Arabanın pikabına çıkmak için ilk önce tekerleğin üstüne ayağımı dayayıp pikabın kenarlıklarına tutunarak ağırlığımı yukarı çektim ve içeri sıçradım. Pikabın zeminine düşen ayakkabılarım güçlü bir sesi kulaklarıma taşırken Murat'ın dikkatinin dağılmasına neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOVA
General FictionGezgin Kuzel, yurt edindiği bir kenar mahalle entrikasının merkezinde, bizzat kendisi, kendi için tasarladığı kalıpların içerisinde yaşayan genç bir kızdır. Tecrübeli bir rotaya, hayatı boyunca onu yalnız bırakmayan dostlara, dikenli bir maziye ve k...